AŞKIN KALLEŞ YÜZÜ

Sessizlik bürümüştü her tarafı.
Zifiri karanlığa yalnızca sessizlik ve yıldızların ışıltısı karışıyordu. Her taraf masum bir gece karanlığıydı. Her yer terkedilmiş gibiydi…
Şaşkındı insanlar. Sanki kan coğrafyasının bir parçası değildi bu akşam memleketim. Sanki Berfin bahçesiydi umut düşleri. Samanyolu’ndan, yıldızların gülüşleri uzanmıştı boydan boya, sanki… Mehtaba  memleketimin yorgun bakışları karışıyordu.
Evet, şaşkındı insanlar. Sanki o akşam burası, her akşam insanların top, roket, kurşun sesleriyle uyuyamadığı, başlarını kaldıramadığı bir yer değildi. Sanki her gece çocukların öldürüldüğü, bebeklerin kurşunlandığı yer değildi. Sanki her gece kadınların ölüm çığlıklarının yükseldiği bir yer değildi.
İnsanların yüzünde bir gecelik de olsa, mutluluk belirmişti. Yüzler yüzlerle gülüşüyor, bakışlar mutlu bir ay yüzü oluyordu.
Ama…
Önce X.Xemgin’in “Derdé Dılémın” adlı şarkısına korkunç bir roket sesi karıştı. Ardından kurşun sesleri ve top sesleri birbirini izledi. Sonra tarama sesler…
Bir anda bir cehennem sokağına dönüşmüştü memleketimin sokakları.
Hawaaaaar bike hawaaarrrr!
Karanlıkta uçuşan her mermi, adeta yüreklere saplanıyordu. Her çığlık, her ağıt sesi, yirmibirinci asrın duyarsız ciğerine saplanıyordu sanki.
Yaşlılar, gençler, kadınlar, çocuklar ve Bérivan…
Bérivan’ın sesi de karıştı seslere.
Uykudan uyanıyordu Bérivan. Beşikteki kardeşini sallıyordu. Kurşun sesleri gelmeye başlayınca, beşiğin altına yumulmuş, oradan da elleriyle kardeşinin başını örtüyordu.  Beşikteki kardeşinin sesi de karışıyordu geceye. Ama onun sesi başkaydı.
O gece sessizliği, o gece mahzunluğu, o gece masumluğu yoktu artık. Gece de, karanlık da, ay da yıldızlar da adeta kan gönderiyordu insanların üstlerine. Memleketim yorgundu ama yorulmamıştı. Binlerce kez bölünmüştü ekmeği. Binlerce kez sürüklenmişti saçlarından. Binlerce kez vurulmuştu düşlerinden. Ama yorulmamıştı. Hala dimdik bakıyordu gözleri.
Dağların eteklerinden hemen her gün dumanlar yükseliyordu. Ama yıkılmamıştı. Onca kurşun yağmuruna, onca top sesine rağmen hala en haşin fırtına sesiydi.
Şimdi de cesurca bakıyordu. Kan kokuyordu gökyüzü. Kan kokuyordu gece, her kurşun sesinde. Vicdanlar kıpkızıl akıyordu.
Sızlayan ve sersemleşen koca bir yeryüzüydü şimdi hayat…
Gözyaşları kurumuştu Bérivan’ın. Bir süre annesini aramıştı. Bulamamıştı, bulamazdı. İki yıl önce bir ormanda mayına düşmüştü çünkü annesi. İki yıl önce öksüz bırakmıştı kardeşinin ve kendisinin şarkılarını
Şimdi O’nun saçlarını okşayacak binlerce can vardı. Ama hiçbiri annesinin sesi değildi, olamazdı.         Bütün sesler tedirgindi, bütün sesler uyanıktı. Hiçbiri uyuyamıyordu. Çoğunun gözyaşları yastığında kurumuştu. Kimi iki eliyle kulağını kapatmış, sesleri duymak istemediğini belirtiyordu. Çocukların ağlayışları, aralanmış pencerelerden içerilere sızıyordu.
Bérivan’ın boğuk sesi de karışıyordu onlarınkine:
-Dayé, dayé!
Dayési şehrin karşısındaki mezarlıkta gömülüydü. Belki yavrusunun çığlıklarını duyacaktı. Belki yavrusunun her bir çığlığı, acı bir yumruk gibi inecekti bağrına. Ama annesi bir daha gözyaşlarını silip, ninni söylemeyecekti başucunda. Dizlerine oturtup okşamayacaktı saçlarını. Sadece silik bir anne yüzüydü gece karanlığı. Bérivan, o gece karanlığına bakıp annesinin olmayan(!) bakışlarını okşuyordu.
                  
Onlarca çocuk sesi yükseliyordu, şehrin sokaklarından. Onlarca çocuğun ağlamaları, gecenin kalleşlik kokan sesine karışıyordu. Sirenler, ciğerlerine işliyordu insanların. Ha şimdi, ha birazdan bir roket ya da bir kurşun gelip, konaklarını vuracak gibi bekliyordu insanlar. Korkmuyorlardı, korkuyu öldürmüşlerdi. Onlar acılarıyla mutluydular. Patlayan her silah, hayatın acı saçlarından bir telini daha dağıtıyordu yurtlarının üstüne. Bu gece de sıradan bir gece gibiydi. Ama her zamankinden daha öfkeliydi karanlık. Her seste camlar sallanıyor, karanlık daha da acı batıyordu insanlara.

Bérivan ağlıyordu…
Ağlaması çığlığa dönüştü. Bérivan’ın  geceyi bölen çığlıkları göklerin bile yüreklerini parçaladı. Seslerden biri, evet o seslerden biri onların evlerini vurmuştu.
“Dayé” diyen Bérivan’ın o güzel sesini, yürekleri delen çığlıklar böldü. Evlerini vuran ses, yanı başında patlamıştı Bérivan’ın. Son çığlığı da “dayé” idi.
Sanki dayési çağırıyordu onu.
Beşikteki kardeşinin başını tutan elleri yavaşça yere düştü.
Bérivan vurulmuştu. Katledilmişti. Masum ve savunmasızdı. Tek silahı “dayé” diyen çığlığıydı.
Elleri ve düşleri gibi çığlığı da yavaşça sallandı ve iki yana düştü…
Her tarafı kan içindeydi, sıcacık düşleri bile… Ama gülümsüyordu. Bakışları el sallıyordu bütün yıldızlara. Uyudu sanki, uyanamamak üzere uyudu Bérivan’ın bakışları.
…Ve usulca yumdu gözlerini. Sadece son bir kez, annesinin ellerini saçlarında dolaşırken, saçlarını okşarken hissetmek istemişti. Ama o son dileğini de acılar böldü. Bir kez daha acılar okşamıştı saçlarını.
Gün yeni doğmaya başlıyordu. Aydınlığın, Bérivan’ın yüzüne ilk vurmasıyla, yüreğinden bir parçası daha koptu memleketimin. Dağlar şimdi daha da hüzünlü bakıyordu. Dağların gözyaşları, Bérivan’ın kanlı yüzüne akıyordu.
Hala bakışlarında yorgun bir tarih yatıyordu Bérivan’ın. Kanlardan kaybolan dudaklarından hala o hasretinin sözcüğü dökülüyordu: “Dayé.”
Son bir kez “dayé diye inledi.
İki dudağının arasında hala ıslak bir öpücük duruyordu.
Şimdi binlerce dayési vardı Bérivan’ın. Binlerce canların eli birlik, Bérivan’ın o kanlı yüzünü siliyor, saçlarını okşuyordu.

…Ve şimdi her sabah bir Bérivan doğurur şafak. Her doğan gün, bağrında “dayé” diyen sarışın bir kız çocuğu taşır.

Her doğan şafak kızıl bir akşamüstü olur, ülkemin barış çığlıkları arasından. Binlerce çocuk, binlerce anne, binlerce insan yüzü bir ağızdan haykırıyorlar Bérivan’ın yarım kalmış şarkısını. KAHROLSUN SAVAŞ, YAŞASIN BARIŞ. KAHROLSUN SAVAŞ, YAŞASIN BARIŞ…  
YORUM EKLE