Kar ve Kelebek

Kar yağıyor çiçeğimin soluğuna. Bu kent soluksuz bir bahar akşamı şimdi. Yaralı bir bahar akşamı…

Kar yağıyor yüreğimin avuçlarına.

Bu kent, kanadı kırılmış mavi bir kelebektir şimdi. Hasreti zincirlenmiş ince bir yağmur sızısı…

Kar yağıyor şarkılarımın sokağına. Bu kent, çok uzaktan esen bir deniz gülüşü şimdi…

Ey yoksul yıldızların en nazlı sevdası, masum rüzgarların fırtına saçlı rüyası, mavinin neresinde saklısın sen?

Denizin öteki yakasından çakan şimşeğin hangi kıvılcımına gömdün düşlerini?

Burası soğuk, üşüyor evrenin kocaman yüreği.

Üşüyorum…

Oysa hiç üşümezdi sonbahar sabahlarında güneşimin rüyası.

Hiç üşümezdi şarkılarımın Diyar sesli sevdası…

Kar yağıyor çiçeğimin soluğuna. Bu kent soluksuz bir bahar akşamı şimdi. Yaralı bir bahar akşamı…

Oysa gökkuşağının en güzel rengiydi, sabaha karşı sarılmalarım.

Kar yağıyor dua eden meleğimin avuçlarına. Meleğim aah meleğim! Canımın yar(a-ı)sı.

Kar yağıyor pencereme…

En güzel akşamın ay ışığını sıkıştırdım avuçlarıma. Bir de rüzgarın ıslığını…

Şarkıların en güzel sözlerini, bulutların senfonisiyle söylettim Van Gölü sahillerine.

Ve seni toprağın göğsüne koydum. Sol yanımın kavuran yarasına…

Kar yağıyor sokaklarına Şemdinli’nin. Usulca kapanıveriyor arabaların buğulanan camları. Karanlığın seslerine mavi kelebeğin bakışları karışıyor.

Bütün denizler olduğundan daha sakin şimdi. Bütün balıkçılar iş grevinde. Hafif esen rüzgarda dalgalanıyor bu kentin saçları. Bu kentin bakışları çoktan susmuş.

Bu kent ağlıyor şimdi. Gözyaşları karışıyor, sessizce bakan Yeni Yol Kavşağı’na. Avuçlarını üfleyen çocuklar gibi masumdur şimdi akşam karanlıkları.

Bu kent ağlıyor şimdi. Annesini kaybetmiş çocuklar gibi.

Oysa ne güzel duruyordu beyaz atkın boynunda. Tamara’nın en sıcak selamıydı sanki, ellerinin sıcaklığı.

Bağışla beni ey Aralık düşleri. Senin soğuğun gibi dayanamadığım için sonbahar ayazlarına, bağışla beni.

Bir Nisan yağmuru gibi yüklüyüm şimdi. Dokunsan yıldızlarıma, saçlarım alevlenecek sanki.

Kar yağıyor düşlerime.

Ağlıyorum şimdi. Gözyaşımla ıslanan mavinin ırmağındayım. Yüreğime konan kelebeğin ıssız bakışlarına göçüyorum. Sağ başparmağımın buğusunda eriyor, sol yanımın buzulları.

Saçlarınla örttüğün ateşin içindeyim. Önce saçlarında kayboluyorum, sonra güneşinde…

Kar yağıyor kelebeğimin saçlarına. Bu kent hiç bu kadar soğuk olmamıştı. Hiç bu kadar üşümemişti rüyalarım.

Hiç bu kadar daralmamıştı yerle gök arası.

Güneş bir başka doğacak sanki. Sanki kalabalık grupların içinden gelip, saçlarını okşayacaksın rüzgarın. Islak gecelerin taptaze doğacak sabahı olacaksın sanki.

Yeniden gülüşeceksin sanki, yüzünü göğe kaldırarak. Yeniden ıslanacak gözlerin, Diyar’ın “berf dıbare, çıqa sare” şarkısını dinlerken.

Olur ya yeniden sarılacaksa yıldızlar mavi kelebeğe… O minicik meleğin duası kabul olacaksa eğer… Pazar sabahlarının kahkahası dolacaksa Edremit tenhasına…

Dizlerine uzanan saçları okşamayı unutma!

Olur ya…

Dünyanın en güzel çiçeklerini, Şemdinli’nin sana bakan gülüşlerinden koparıp getirdim ve Van’daki bütün seyyar satıcılarına dağıttım.

Bu kentin üşüyen sokaklarını avuçlarıma aldım.

Karanlığın arkasına gizlenen yağmur tanelerine ektim ilkyaz güneşini.  

Ey yasak şarkıların en esmer sızısı…

Kar yağıyor bahar bahçelerime.

Bu kent hepten yasak şimdi.

Ey gülistan bahçelerindeki çocuk gülüşüm…

Ben yanayım dört mevsim, yedi iklim.

Sen yanma diye!  
YORUM EKLE