ŞAPATAN GÜLÜŞLÜ ÇOCUK: B E H Z A T

          

Daha sekizinde, ömrünün baharında…

Uzun bir yaşam ırmağının en masum dalgasında…

En savunmasız bahar çiçeğinin en sevdalı tohumunda…

Şemdinli’de…Şapatan’da…Erken bir sonbaharın en sevimsiz saatinde, öldürüldü. Güneşi üfleyerek, ateşi ısıtarak, yağmuru sulayarak göçtü, o sevimsiz uzaklara.

Hoşça kal, narin düşlü, Şemdinli gülüşlü çocuk. Kocaman yüreğinle kucakladığın evrenin en derin şarkısı…Başın dik, alnın açık, göğsün kabarık gidiyorsun; erkenden. Bir el bile sallayamadan, ardına bile bakmadan. Ama hepimize dargınsın, biliyorum.

Hoşça kal…Sen umuttun, yazılmamış en güzel şiirin en güzel mısrasıydın. Çizilmemiş en güzel resmin en güzel rengiydin. Kocaman kocamandı düşlerin, ama gittin.

Bize, modern dünyanın bütün insanlarına, modern dünyanın Türkiye’sine, sonuna kadar yazıklar olsun be çocuk, yazıklar olsun. Durduramadık ölümünü!

Sen Şapatan bakışlıydın. En hırçın ilkyaz çiçeğinin en güzel kokan yaprağıydın. Sen ülkemin geleceği, toprağımın en narin kelebeğiydin. Güneşin üşüyen umutlarını bakışlarıyla üfleyen sevdalı bir sonbahar yağmuruydun. Dağların yüreklerini avuçlarıyla okşayan İncesu delikanlılarının mavi sevdasıydın. Melezim, en taze sabahım, Ortadoğu’nun kanayan yarasına inat, sıcak kalsın destanın!

En güzel akşamın ay ışığını sıkıştırdım avuçlarıma, Şapatan semalarından. Bir de rüzgarın ıslığını…Bir de yurdumun çocuk kahkahalarını. Adı sevda, adı kavga, adı Behzat olan binlerce çocuklarımı…Şarkılarımın en güzel dizelerini, bulutların senfonisiyle söylettim İncesu annelerine, sen toprakla kucaklaştığında. Ve seni toprağın avuçlarına gömdüm, ikibinonüçün utanç sayfalarına!

Daha koşuşacaktın be çocuk. Masal anlatacaktın sonbahar yapraklarına, ülken okşarken barışın saçlarını. Nereye gittin, zamansız?

Biliyorum, gitmek istemedin erkenden. Ama neyleyim kalleş bombayı? Neyleyim, Nusaybin sınırından yükselen utanç duvarlı suratları?

Ah be çocuk…Bütün sular olduğundan daha sakin akıyor şimdi. Bütün işçiler iş grevinde. Hepsi seni özlüyor be çocuk. Hepsinin öykülerinin ilk cümlesinde Behzat yazıyor. Bir de ülkemin katledilen çocukları…Biri Rojava sokaklarından bakıyor sana, biri Filistin semalarından. Yeryüzünün bütün çocukları vardı cenaze töreninde. Ah görecektin be çocuk! Bütün çocukların ellerinde bembeyaz bayraklar vardı ve hafif esen rüzgarda dalgalanıyordu bütün bayraklar. Hepsi BARIŞ şarkısını mırıldanıyordu, seni uğurlarken. Ve hiçbiri ağlamıyordu. “Barış istiyoruz” diye söylendi Nagazakili çocuk. Sonra Halepçeli biri “ben de” dedi. Ardından, görmeliydin narin gülüşlü çocuk, bütün insanlar, evet yeryüzünün üçte ikisinden çoğu bir ağızdan “biz de” diye haykırdılar. Biz de “barış” istiyoruz, biz de “barış” istiyoruz. Biz de, biz de…

Şimdi bilmelisin ki İncesu gülüşlü çocuk, beyaz mendil asla düşmeyecek ellerimizden. Biz, bütün insanlık şimdi mırıldanıyoruz, bahar düşlü barış şarkısını.

Biz inanıyoruz çocuk…”Yeni sabahta buluşacağız, yine sabahta buluşacağız, hep sabahta buluşacağız!..”

Yolun açık olsun reyhan çiçeğimin kokusu. Şapatan Geçidi’nden selamlıyorum, İncesu düşlerini. Usulca suluduğun güneşin mavisinden öpüyorum.

Hoşça kal güneş misafiri melezim. Vera gülüşlüm. Soluksuz Ekim ölümlerinden Gülbahar saçlarına... Gittin!

Hoşça kal!

Sen, ülkemin gözyaşında boğulan kelebeğin, ıssız bakışlarına göçtün. Sağ başparmağımın boğumunda eriyorken, sol tarafımın kutup buzulları, kirli savaş vampirlerinin en masum kurbanı oldun. Gittin… Oysa  bahardaydın daha, bahardın daha, baharıydın hayatın daha. Saçlarınla örttüğün ateşin en parlak kıvılcımıydın. Güneşini içtiğin Deniz’in dağ çiçeğiydin.

Benden selam söyle Uğur’a, Ceylan’a ve onların onlarca yoldaşına… Selam söyle…

Seni güneşe gömüyorum mavi düşlü çocuk. Ardı Şemdinli kokan Azadî bahçelerine…

 

YORUM EKLE