Barış İçin Kadın Girişimi Cizre'deydi: Zılgıtları çoğaltmaya geldik

Barış İçin Kadın Girişimi’nin çağrısıyla İstanbul, Ankara, Kocaeli, Sakarya, Bursa, Ayvalık, Antalya, Adana, Trabzon, Eskişehir, Kayseri, Samsun ve İzmir’den Cizre’ye yola çıkan 150 kadın, Cizreli kadınların 9 günlük abluka boyunca yaşadıklarına tanıklık etmek için 4 gün boyunca Cizre’deydi.

Barış İçin Kadın Girişimi Cizre'deydi: Zılgıtları çoğaltmaya geldik
 Barış İçin Kadın Girişimi’nin çağrısıyla İstanbul, Ankara, Kocaeli, Sakarya, Bursa, Ayvalık, Antalya, Adana, Trabzon, Eskişehir, Kayseri, Samsun ve İzmir’den Cizre’ye yola çıkan 150 kadın, Cizreli kadınların 9 günlük abluka boyunca yaşadıklarına tanıklık etmek için 4 gün boyunca Cizre’deydi. Elektriği, suyu verilmeyen, dışarıyla iletişimi kesilen, keskin nişancıların dışarıya çıkanları vurduğu, özel timler halkı, milletvekillerini, kadınları, çocukları taradığı, bebeğinden 75 yaşındaki dedesine kadar 23 kişinin öldürüldüğü mahalleleri dolaşan kadınlar yaşananları Cizreli kadınlardan dinledi. Kadınlarla kucaklaştı, bayramlaştı, hem de onların acılarına ortak oldu.“Sesimizi duyurun” diyen Cizreli kadınlara “buradayız, sizi duyuyoruz, sesinizi ötelere taşıyacağız” diyen kadınlar, Cizre dönüşü izlenimlerini gazetemize yazdı.

ŞİMDİ YAPMAMIZ GEREKEN GÖRDÜKLERİMİZİ HER YERDE ANLATMAK

Gönül KURAL

Kimi evden ekmek bulmak için çıkmış, kimi hasta yatağında, kimi beşikte… Bir taraftan havuz medyası başka şeyler söylerken, 70 yaşında ekmek aramaya giden yaşlı bir adamın ve 35 günlük bir bebeğin “terörist” sayıldığı bir coğrafyada gerçekler tüm çıplaklığıyla yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Ama Cizre halkı buna alışkın. Cizre’de sadece 9 günlük kuşatmada değil, son 30 yıldır yaşanan savaşın bir anında her ailenin bir katliam hikayesi var.

Evlerin çoğu delik deşik, pek çoğu artık oturulamayacak durumda. Önce klima ve su depolarına ateş etmişler, hava çok sıcak olduğu için halk evlerde sıcakta ve susuz kalsın diye. “Çıkın dışarıya Ermeniler” diye bağırıyormuş özel güvenlik güçleri. Bir sürü insan da göz göre göre sokağın ortasında, saldırılardan dolayı dışarıya çıkılıp müdahale edilemediği için kan kaybından ve ambulans gelemediğinden ölmüş. Cenazeler evlerdeki dondurucularda saklanmış. Bazı evlerde yiyecek ve su kalmamış. Saldırı yapanların içinde uzun sakallı, uzun elbiseli, Arapça konuşan kişilerin olduğunu görmüşler.

Bir de katliamın görünmeyen yüzü yani hala devam eden travmaları var. Konuştuğumuz birçok kadın ve  özellikle çocuklar uyku bozukluğu ve benzeri sorunlar yaşıyor.

Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen 150 kadını özellikle evlerinde ağırlamak isteyen Cizreli kadınlar, bu kadar acıya rağmen, dostluğu, dayanışmayı, bir arada yaşamanın mümkün olduğunu bize anlattı. Evinde kaldığımız Fatma’nın gözlerinde gördüğüm dostluk, umut ve direncin ışığı bir kez daha eşit ve barış dolu günlere olan inancımı tazeledi. Bizden istedikleri tek şey vardı. Burada gördüğümüz, duyduğumuz gerçekleri gittiğimiz yerlerde anlatmamız.

Herşeye rağmen 9 günlük sokağa çıkma yasağına katliamlara karşı direnmiş bir halk var ve direnmeye devam edecekler. En büyük kaygılarından biri de bayramdan sonra benzeri bir saldırının yaşanması. Onun için de yaşamak ve yaşatmakla ilgili en gür “BARIŞ” sesi onlardan çıkıyor. Kin gütmüyorlar. Savaşa ve savaş kışkırtıcılarına karşı inadına daha da yüksek sesle “BARIŞ” diyorlar.

Biz Türkiye’nin batısından farklı illerden gelen kadınlar, Cizreli kadınların barış sesini taşırsak eğer gittiğimiz yaşadığımız yerlere, bu ses daha da yükselecek.


SAVAŞ MÜZESİ’NİN BARIŞ ANITLARI

Berfin AZDAL

“Zılgıtlarınızı Çoğaltmaya Geldik” diyerek ayak bastığımız Cizre, umudumuzu çoğalttı bizim. 9 günlük sokağa çıkma yasağı, devlet eliyle katledilen 21 insan, günlerce elektriksiz, susuz kalan fakat zafer işaretini ellerinden eksik etmeyen bir halk.

Barış için Kadın Girişimi’nin Cizreli kadınlarla dayanışma çağrısını ilk okuduğumda heyecanla, hüzünle doldu içim. Heyecanlıydım; Kürdistan’da süren devlet saldırılarına karşı Türkiye’de bir türlü hakkıyla örgütleyemediğimiz savaş karşıtı sesin çoğalması için güçlü bir adım atılacağından. Hüzünlüydüm; çünkü Cizre, Suruç’tu benim için; Cizre Kobanê’ydi. Ve devrim topraklarının hakikati, bütün kayıpların içine bir kez daha çekiyordu insanı. Bir daha Paramaz’ın, Leyla’nın, Emrullah’ın, Polen’in, Cebrail’in, Çağdaş’ın, Kürdistan’a son kez yolculuk yaptığımda yanı başımda olan Aydan Ezgi’nin ve daha nicelerinin canlarıyla ördüğü hakikat… Cizre’ye yaptığımız o mor yolculuk biraz buruk geçse de Cizre halkıyla kavuştuğumuz an bambaşkaydı. Cizre halkı öylesine örgütlüydü ki herkese hayat veriyor, güç veriyordu.

İlk gün, hayatın bir kıyağı olsa gerek, Cizre’nin belki de en direnişçi kadınlarından biriyle tanıştık. Adı Meryem olan bir barış annesi, bize evini, kalbini, hayatını açtı. Kürdistan’da 40 yıldır süren savaşın canlı tanığı. 90’larda köyü de yakılmış, 92 Cizre Newrozu’na da katılmış, devlet zulmüne ve halk direnişine tanıklık etmiş bir kadın. Şöyle diyordu: “Ömrüm savaşla geçti; yine de ‘barış, barış, barış’ diyorum.” O öylesine yürekten çağırıyordu ki barışı, bize de barış mücadelesi vermeme lüksü olmadığını hatırlatıyordu.
Cizre’de çatışmaların en yoğun olduğu Cudi, Nur ve Yafes mahallelerinde halkı ziyaret ettik. Yafes Mahallesi’nde evlerinin önünde oturmuş üç yenilmez kadınla sohbet etme fırsatımız oldu. Oğlunun Rojava’da verdiği mücadeleyi, o bir kadın olarak Bakur’da veriyor. Tek derdi barış ve özgürlük. Cizre’de yaşanan devlet saldırılarının boşa çıkarılacağına yürekten inanıyor, özgürlüğün yakın olduğuna da. Belki o da gücünü, Silopi’de Zap Mahallesi’nde Kobanê’ye can olan kızının resminin altında bir dağ gibi dik duran kadının özgürlük ve eşitlik inancından alıyor.

Cizre sokaklarında ağır silahların, panzerlerin, kurşunların izleri var. Neredeyse bir savaş müzesi gibi bütün bir ilçe. Halkın özgücü, direnişi, eylem hattı, örgütlülüğü ise o savaş fotoğrafını bir umuda dönüştürüyor. Bizse zılgıtları çoğaltmaya gittiğimiz Cizre’den kalabalık bir umutla dönüyoruz.


'HERKESİ KILIÇTAN GEÇİRSELER DAHİ…'

Gaye ÖZDEMİR

Cizre'ye  vardığımızda basın açıklamamızı yapıp Cudi mahallesi’ne Taziye Evine yürüdük sloganlarımızla, zılgıtlarımızla. Balkonlardan, dükkanlardan, araba camlarından selamlandık. Benim ikinci gelişimdi; daha önce Suruç'taki katliamda yaşamını yitiren Uğur Özkan'ı doğduğu topraklara defnetmek için gelmiştim. Bu kadar  tanıdık olmamalıydı o ritüeller, bir sonraki gelişim bir kutlama için olsun temennimi karara dönüştürdüm.

Yafes Mahallesi’nin bizi sanki bekliyormuşçasına karşılaması, çocukların “Cizre sizinle gurur duyuyor” sloganları, yapay çiçekleri konfeti yapması… “Yağ satarım bal satarım” oyunumuz, balon sıramız… Sonra erkek egemenliğini yıkma söylemini “erkeklerden nefret etme” sanan dedeyle konuşup doğrusunu anlatmak, güzelleriydi ziyaretimizin ama bir o kadar çirkinleri de vardı. Mesela polislerin pek de polislere benzemediği, Arapça konuştuğu  ve uzun sakallı olduğu ifadeleri gibi…

Nur mahallesine geçtiğimizde iletişimimiz daha çok fotoğraflama üzerineydi; “Burayı da çekin, gösterin”… İnsan hangisi daha çarpıcı diye kıyaslayamıyor. Halkın en çok psikolojisine çalışılmış, belli. Nur mahallesinden  ayrılırken düğün seslerine benzer sesler vardı, çocuklar miting olduğunu söyledi.

Ertesi gün Cizre Belediyesi önünde Leyla İmret'in destekçisi olduğumuzu belirttik ve Silopi'ye geçtik. İsminin “Başak” ya da “Zap” olup olmadığı  tartışması, o mahallenin uğradığı mağduriyeti silebilseydi keşke.
Arkadaşlarımı uğurlayıp Cizre'de kaldım. Giderken kalbimizi alıp götüren insanlara yakın hissettiğimiz yerde kalmak isteriz ya, birazcık öyle. Uğur Özkan'ın ablası “Sevinmiştim ki kardeşimi 4 yaşında kurtardım buradan, 26 yaşında başka yerde gene aldılar onu benden” dediğinde ne hissedebilirdim? Abla olmam gerekir miydi anlamam için?

Reddettiğimiz akrabalık hiyerarşileri, dinî, örfî ritüeller bir kayıpla yeniden doğuyor, daha çok siniyor. Burada bayram hazırlığını, bayramlaşmayı görmeliydin  sevgili okur. Mezarlarda Yasin-i Şerif'ler, şekerler, kekler, iki adım uzaklıktaki kabre kalabalıkları yara yara iki saatte ancak varmalar…

Herşeye rağmen misafir görünce  evinden sandalye, buzlu su, bardak kapıp karşılayan, mitinglerini halaylarla gerçekleştiren insanlar, bu coğrafyanın insanları. Demirtaş'ın da söylediği gibi “Herkesi kılıçtan geçirseler dahi” o kültür yaşayacak, yayılacak.


YENİ YARALAR AÇILMASIN BU TOPRAKLARDA

Özgül KAHRAMAN

7 Haziran sürecinden sonra bölgede yaşananlar hepimizi endişeye düşürmüştü ancak son olarak Cizre’de olanlar artık tahammül sınırlarını aşan şeylerdi. Aldığımız her haberde insanlığımızı sorgular hale gelmiştik. Yaşananlara daha fazla sessiz kalmanın imkanı yoktu. Barış İçin Kadın Girişimi’nin Cizre’ye gideceğini öğrenince çok heyecanlandım, bu girişimin içinde mutlaka bulunmalıydım. Sakarya’dan iki arkadaş BİKG ile Cizre yoluna koyulduk. Bu yolculuk benim için bir çok anlam taşıyordu, hem ilk defa o bölgeyi görecek olma, hem de batıdan bir ses bir nefes olarak işe yarama heyecanı.

Yola çıktığımızda karmaşık duygular içindeydim. Çünkü ben, Kürt olduğunu 20’li yaşlarda öğrenmiş biriydim. Ankara’nın ötesinde gittiğim en uzak yer Malatya’ydı ki oraya da yaklaşık 18 yıl gitmemiştim. Kendi topraklarımı ilk defa görecek, köklerimle ilk defa karşılacaktım. Bir bakıma kendime yolculuk olacaktı.
Uzun ama güzel bir yolculuktu. Özellikle barış annelerinin o dirayetli halleri insanı önemsiz şeyleri dert edip yıkıldığı için utandırır mahiyetteydi. Kah ağlayarak kah gülerek ama en çok da şaşkınlık içinde kendi topraklarımla buluştum.

Taziye evinde ailelere sarılırken bir yandan yaralarını sarmaya çalışıyor diğer yandan da o kadar geç kaldığımız için özür borcumuzu ödüyorduk gözyaşlarımızla. ‘Bağışlayın’ diyorduk, ‘Gelemedik, el uzatıp tutamadık elinizi, engelleyemedik bu zulmü, hakkınız çok bizde, affedin.’ Ben kendi halkının feryadını daha önce bu kadar yakın duyamamış olmanın utancını hissediyordum. Sanırım bizi anladılar ve affettiler. Acaba biz kendimizi affedebilecek miyiz? Öyle güçlü, öyle dirayetli duruyorlardı ki dağları devirecek güçleri ellerinde taşırken yine de barış diyorlardı,‘tek istediğimiz barış ve kardeşlik.’ Cizre’de kaldığımız 2 gün onlarca yılda elde edemeyeceğim bir deneyim kazandırdı. İnsanlar bize sarılıyor ve sanki dünyanın en mühim kişileri gelmiş gibi el üstünde tutuyorlardı. Bizleri evlerinde misafir etmek için gösterdikleri çabalar hayranlık uyandırıcıydı. Bir teyze kendisine misafir kalmadığı için öyle üzüldü ki gidip elini öptüm, yapabileceğim tek teselli buydu.

Devletin bu güzel insanlara reva gördüğü vahşetle karşılaştığımızda bu kadarı da olmaz dedim. Lanet olası savaşların bile bir hukuku var, burada yaşananlar ise savaş hukukunu bile ayaklarını altına alındığının ispatıydı. Her yer bu halka karşı duyulan nefretin izlerini taşıyordu adeta. Çocuklar ve kadınlar gördükleri herkese  yaşadıklarını anlatıyorlar, bunların daha öncekiler gibi gizlenmesini engellemeye çalışıyorlardı. Bir kadın arkadaşıma sitem etmiş “daha önce nerdeydiniz, çok geç kaldınız” diye. Öylesine haklı ki sığınacak bahanemiz yok…

Kadınların bayramdan sonra saldırıların yeniden başlaması endişesi var. Eğer tekrar aynı şeyler olursa bu sefer onlara elimiz uzatmak için bu kadar bekler miyiz? Artık hepsi yaşantımızın bir parçası onlarla nefes aldıktan, gözlerindeki sevgiyi gördükten, yaralarımızı birlikte iyileştirmeye çalıştıktan sonra onlara bir şey olursa ailemizden birilerini kaybetmiş olacağız. Buna sessiz kalmak imkansız. Yeni yaralar açılmasın bu topraklarda. Hiçbir toprak kana bu kadar doymamıştı.  Artık yeter. Edi bese…. / EVRENSEL

Güncelleme Tarihi: 28 Eylül 2015, 09:42
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER