'BDP'nin misyonu Demokratik Özerk Kürdistan'

BDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Demir Çelik, BDP'nin yeni misyonunun Demokratik Özerklik projesinin Kürdistani bir perspektifle meşruiyetini büyütecek ve genişletecek bir boyut kazandıracak siyasi rotaya evrildiğini belirtti.

'BDP'nin misyonu Demokratik Özerk Kürdistan'
BDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Demir Çelik, BDP'nin yeni misyonunun Demokratik Özerklik projesinin Kürdistani bir perspektifle meşruiyetini büyütecek ve genişletecek bir boyut kazandıracak siyasi rotaya evrildiğini belirtti. Çelik, BDP'nin bu misyonunu Türkiye sathında HDP ile bütünleştirerek, yoksulluktan işsizliğe, açlıktan anadilde eğitim sorununa kadar demokratikleşme soruna çözüm üretecek yeni bir sürecin inşası anlamını taşıdığını vurguladı.


BDP'li vekiller, 28 Nisan tarihi itibariyle HDP'ye katılarak, parlamentoda bundan sonra HDP grubu olarak faaliyetlerine devam edecek. Türkiye'de başta Kürt sorunu olmak üzere demokratikleşme sorunlarının çözümü noktasında stratejik bir öneme sahip HDP, 22 Haziran'da yapacağı olağanüstü kongreyle yeni bir boyut kazanarak, temel hak ve özgürlükler mücadelesine ivme kazandıracak önemli bir kilometre taşı olacak.

BDP ise 8 Haziran'da yapacağı kongre ile amblemini ve ismini olduğu kadar misyonunu da farklı bir boyuta taşıyacak. Kürdistani bir parti olarak Demokratik Özerklik projesini daha güçlü bir çerçeveyle meşru biçimde hayata geçirecek. BDP'nin yeni süreçteki misyonu ve HDP'nin bu anlamda tamamlayıcı olarak kapsamını ve yürüteceği siyaseti, Cumhurbaşkanlığı seçimini, BDP'nin şu an ki Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Demir Çelik'e sorduk.

- BDP'li vekiller HDP'ye katıldı. BDP ise önümüzdeki süreçte Kürdistan özgülünde siyaset üretecek. Bu anlamda BDP'nin bundan sonraki misyonunu nasıl ele almak gerekir?

BDP, 2010 yılı kongresinden beri aktif siyaset yürüten bir parti. Partinin bileşeni olduğu HDK, kongrenin ardından HDP, bir yıla yakındır genel siyaseti yapıyor. BDP de bu anlamda yerel ve genel siyasetin yürütücüsüydü. Paralellik arz ediyordu ikisinin siyaseti  ya da çalışma alanları. Biz de bu manada bileşenler ile çatı partisi ilişkisi söz konusu olacaksa aynı şeyleri söyleyen iki siyasal parti yerine Türkiye genelinde HDP'yi öne çıkarmak, BDP'yi daha çok Kürdi siyasal yoğunlaşmasıyla bölgede faaliyet yürüten bir partiye dönüştürülmesi kararlaşmamız vardı.

İKİLİ DEĞİL TEK YAPIYLA SİYASET YAPMA İHTİYACI

Seçim sonrasındaki bir zaman diliminde tartışmak ve zaman almak istedik. Seçim sürecini değerlendirme gündemlerini tartıştığımız dönemde BDP ve HDP arasındaki ilişkiyi nasıl kurgulayacağımıza yoğunlaştık. Bu yönüyle de HDP'ye yüklediğimiz misyon ki, iktidar ve devlet dışı kalmış tüm mağdurların, mazlumların, ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin ve ötekileştirilenlerin kendisini görebildikleri, birikmiş tarihsel, sosyal ve siyasal sorunlarının çözüme kavuşturulacağı perspektifine sahip HDP, üçüncü seçenek olarak zaman kaybetmeden Türkiye toplumuna sunulmalıydı. Bu perspektiften hareketle 22 Haziran'da kongre kararı alındı HDP'nin. BDP olarak da biz ikili yapıdan çok tek bir partiye tabi, tek bir parti organizasyonuyla siyaset yapma ihtiyacından hareketle HDP'ye geçtik.

BDP 8 Haziran'da kongreye gidecek. Muhtemeldir ki bayrak amblem ve isim değişikliğine gidecek. İsmi de Demokratik Bölgeler Partisi ya da Demokratik Halklar Partisi şeklinde dönüştürülecek. Daha çok Kürdistani bir siyaset yürütecek. Bu manada da akademisyenler üzerinden siyasal birikim edinmeyi amaç edinen, ideolojik ve felsefi eğitimi esas alan, kadrosal bir parti olacak. Seçime dayalı bir parti olmaktan çıkıp toplumun demokratik siyaset üzerinden nasıl örgütleneceğini, onun felsefesini, ideolojisini ve örgütlenmesini yürüten bir siyasal organizasyona dönüşecek. Bu yönüyle de BDP'nin boşaltacağı alanları 22 Haziran'dan itibaren HDP doldurarak, demokratik siyasetin üzerinden toplumun özne olmasını, kendisini yönetecek mekanizmalara kavuşması yapılaşmasına gidecek.

'YERELDE YOKSULLUK, AÇLIK, İŞSİZLİK GİBİ SORUNLARI ÇÖZECEĞİZ'

- "BDP Kürdistani bir parti olacak" dediniz. Demokratik Özerklik'in hayata geçirilmesinde daha aktif bir pozisyonda olacak bu anlamda BDP. Bunu somutlayacak olursak yani Demokratik Özerkliği nasıl somutlamak gerekir? Yani BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, seçim sürecindeki bir konuşmasında "Kürtçe kitaplar basılacağından" bahsetti. Bu anadilde eğitim talebinin artık Kürtlerin bizatihi kendisinin gerçekleştireceği anlamını taşıması açısından yasal anlamda olmasa da meşru bir adım bağlamında nasıl anlaşılması gerekir?

Zaten o düşüncenin bir ürünü olarak Demokratik Özerkliği 14 Temmuz 2011'de DTK olarak ilan ettik. Devletin ulus-üniter devlet reflekslerinden ötürü egemenliği paylaşmayacağını biliyorduk. Biz de meşru ve demokratik hakkımızdan hareketle egemenlikçi devletin icazetine, insafına terk edemezdik. Meşru talep sahibiysek bu hakkı uygulamanın, kazanmanın bir kısım mekanizmalarını devreye koymalıydık. O tarihten sonra bölgede demokratik özerkliğin ekolojik, ekonomik, hukuk, öz savunma gibi boyutlarını devletin yanı başında devlete rağmen meşruiyeti esas alarak, toplumun sivil demokratik esasına dayanarak bunu örgütlemeye çalışıyoruz. 3 yılda katettiğimiz mesafe var. Ancak bu başarı, nitelikli toplumsal muhalefeti yaratmış değil. BDP ve DTK üzerinden Demokratik Özerkliği inşaya çalışacağız. Sosyal politikalar boyutuyla işsizliği, yoksulluğu, açlığı çözüme kavuşturacak bir kısım çalışmaları yürütmüş olacağız. Aynı zamanda devletin ve otoriter zihniyetin Kürdistan'ı insansızlaştırıp, yoksullaştırarak kendine muhtaç bırakma algısını kıran, kendi ekonomisiyle ayakları üzerinde duran bir Kürdistan var etmek istiyoruz.

ÇOK KİMLİKLİ KÜLTÜR REALİTESİ

Yanı sıra biz devletten daha ne kadar bekleyeceğiz? Anadilde eğitim yasak diyor. Türkçenin dışında başka dillerle eğitim yapılamaz diyor. Biz yerimizde oturup ses çıkarmadığımız, itiraz etmediğimiz sürece bir 50 yıl daha gerçekleşmeyecek bu. O nedenle  devletin bu inkarcı, katı merkeziyetçi yapısı değişmediği sürece buna razı gelmeyecekse devleti de kendi çözüm projemize razı edecek bir mücadele hattı örgütlememiz gerekir. Madem yerelde iktidarız, madem kendimizi de kentimizi de yöneteceğiz kentin dinamikleri kimlerdir? Kürtlerdir, Ermenilerdir, Süryanilerdir, Azerilerdir. Yani toplum çok kimlikli çok kültürlü bir realite üzerine oturuyor. Onların çok dilli çok kültürlü hizmet alma haklarını devlet vermiyor. Biz bunu esirgemeyiz. Biz tekçiliğine itiraz ediyoruz. Bu alenen yerel yönetimler üzerinden eğitim destek evlerinde insanlar anadillerinde eğitim alabilmeli.

KAMUDAKİ ANADİLİN ÖNEMİ

Anadillerinde eğitim alan kişiler okul önceside anaokulunda kreşlerinde çocuklara anadilleri öğretilmeli. Bunun içinde kitabıdır, eğitimcisidir, pedagoji eğitimi almış öğretmenidir, bunların yetiştirilmesi için harekete geçilmesi önemlidir. Keza sağlık günümüzün kapitalist modernitesi tarafından piyasallaştırılmış, metalaştırılmış ticarileştirilmiş, alınıp satılan mal haline getirilmiştir. Bundan en fazla zararı gören Kürtlerdir. Kürtler öncelikle anadilinde sağlık hizmetinden yoksun bırakılıyor. Sağlık güvencesinden bu manada da yoksun, sağlığa ulaşmak için büyük bedeller ödüyor. Maddi ve manevi biz belediyelerin de olanak ve imkanlarını anadilde erişilebilir, ulaşılabilir, parasız ama bireyin psikolojik ve biyolojik, siyasal, sosyal ve kültürel iyi hizmet etmekle yetinmiyoruz. Toplumunda ruhsal, sosyal, siyasal iyi haline hizmet edecek bir sağlık politikasını devlet vermez. Amacı sermaye ve iktidardır.

- Bu noktada nasıl yaklaşılması gerekiyor?

Devletten bu manada bekleyeceğimize, madem parasız, anadilde, nitelikli, erişilebilir bir sağlık istiyorsak, belediyeler üzerinden götürelim. Kültür aynı şekilde on binlerce yıllık insanlık mücadelesinin tarihi birikimidir. Ama Süryaninin, Acemin, Kürdün, Alevinin kültüründen bahsedilemiyor. Ya kendisine benzeştirerek içini boşaltarak bir şekilde egemen kültür diye bize sunuluyor ya da inkar ediliyor. Madem öyle biz o haliyle süreci tersine çevirip kadim halkların bu tarihsel birikimi olan kültüre erişimi kolaylaştıran kendi kültürel değerleriyle toplumu buluşuturan sanatta, resimde, edebiyatta, müzikte Kürtler başta olmak üzere rönesansı, toplumsal aydınlanmayı sağlayan bir noktadan yaklaşmak gerekir. Bütün bunları devlet bize sağlamayacak, engellemeye çalışacak. Aksine yasaklamaya çalışacak. Bizde meşruiyetten doğan haklardan dolayı bunlara ulaşmaya çalışacağız. Keza Kürdistan'ın birçok yerinde 400 civarında hidroelektirik santrali yapılıyor irili ufaklı. Gerekçe ise "enerji sağlayacağız" oluyor. Türkiye'de toplamda 700'e yakın hidroelektirik santrali var.

'DEVLET İRADEMİZİ KIRMAYA ÇALIŞACAK'

Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu enerji ihtiyacının sadece yüzde 8'ini karşılayacak bu projeler. Ama 700 hidroelektirik santrali ile Kürdistan, Karadeniz, Toroslar başta olmak üzere Türkiye'nin florası yani bitki örtüsü, faonasını yani hayvan çeşitliliğini bitirip oraları insansızlaştırıp, metropollere İstanbul'a, İzmir'e, Adana'ya ve Mersin'e insanları yığmanın sorunların karmaşası içerisine, insanları psikolojik, siyasal, kültürel mağduriyetler ve yoksunluklarla karşı karşıya bırakır. Bu nedenle Demokratik Özerkliğin önemli boyutlarından biri ekolojik boyutudur. Ekolojisi ile barışık olan bu barışıklık içerisinde nükleer enerji kaynaklarına, santrallerine, hidroelektirik ve fosil yakıtlarına karşın yaşadığımız yerelleri, yerleşkeleri sakin, yaşanabilir eko kentlere dönüştürmek istiyoruz. Devlet yapmayacaktır. Devlet aksine iktidar odağı olsun diye kentlere bizi toplayacaktır, yoğunlaştıracak, her gün ideolojik aygıtlarıyla bizi şekillendirip irademizi kırmaya çalışacaktır.

Bu nedenle de itaat eden itiraz etmeyen isyan etmeyen, talep, arzu, dilek sahibi olmayan, verilenle yetinen, güdülen bir topluma dönüştürmek istiyor. Demokratik Özerklik bu yönüyle Kürt ve Kürdistan için bir proje değil aksine Türkiyenin demokratikleşmesinin, demokrasiye duyarlı hale gelmesinin projesidir. Bu yönüyle de demokratik özerkliğin etnik kimliğe, coğrafi sınırlara dayalı, coğrafi sınırlara indirgenmiş olarak görmüyoruz.

Günümüzün katı merkeziyetçi, otoriter devletlerinden giderek egemenliğin paylaşması anlamına, ademi merkeziyetçiliğe doğru bir gidiş var. Hizmetin bireye en yakın birim tarafından yerine getirilmesi, hizmetin doğal ve insan odaklı olması, dikey birikimi yerine yatay dağıtılması aynı zamanda hizmetin üretilmesi ve yürütülmesi kadar maddi kaynakların tüm dünyada rasyonel kullanılmasına, katılımcılığa gidiyor.

- Türkiye bu gidişe karşı ne durumda?

Diyalog ve müzakerenin öne çıktığı günümüz dünyasında Türkiye, bundan uzak, buna rağmen kendi başına ayakları üzerinde durabilme koşuluna sahip mi? Dünyanın 16. ekonomik gücü ama dünyada insani yaşam endeksi bakımından 92. sırada! Zenginlik var ama nüfusun yüzde 20'si tarafından el konuluyor. Yüzde 80'i yoksul. O nedenle bu yoksulların, ezilenlerin projesidir. Dış sınırlarla uğraşmak yerine içeride 25-26 bölgesel yönetimle halkların, kimliklerin, inançların, kültürlerin kendi kendini yönetmesi statüsü anlamında Demokratik Özerkliği ifade ediyoruz.

Bu statü merkez Ankara'ya eşit haklara sahip halkalarla bağlı olmasını, ortak bir anayasa, bu anayasanın altında herkesin kendini nasıl yöneteceğine dair bölgesel anayasa, bu bölgesel anayasanın turizm, sağlık, eğitim, kültür, iç asayiş, güvenlik konularında karar sahibi olmasından bahsediyoruz. Dışarıda diplomasi, maliye ve savunmada merkeze bağlı kalması. Onun dışında her bölge özerk olmalı. Kendini bu şekilde yönetebilmeli.

- Dile getirdiğiniz tüm bunlar ciddi altyapı gerektiren konular. Kürt siyasetinde de bunun altyapısı ciddi oranda var. Ancak Demokratik Özerklik dendiğinde Türkiye kamuoyunda "bölündük, parçalandık" paranoyası hortlatılıyor. Bu noktadan ele alınacak olursa nasıl yaklaşılması gerekiyor? Çünkü özgünlükleri olsa da dünyada on yıllar önce bunlar tartışıldı ve bölünmenin yaşanmadığı örnekler duruyor yanı başımızda.

Öncelikle o paranoyadan insanları kurtarmamız gerekiyor. Ulus-üniter devlet, "milletin bölünmezliğini, vatanın bölünmezliği" üzerine kendisini topluma dayatmış. Toplumun zenginliklerine, değerlerine el koyarak kendini yaşatmıştır. Gelinen noktada bunun gerçek olmadığı, topluma huzur getirmediği, adalet ve barışı yaşatmadığı gerçekliği var. Bize düşen bu gerçeği siyasi formülasyonumuzla toplumu ikna eden yönden yaklaşmamız. Özerklik bizden önce dünyada örnekleri yaşandı. O toplumlar bugün ilerlediler. Almanya, İspanya, İtalya, İngiltere, Rusya, ABD. Bunlardan başka devletleri biliyor muyuz? Bilemiyoruz. Hepsi özerk, federatif, konfederatif yapılarla, yetkileri, sorumlulukları bölgelere devrederek, hem yüksek maliyetten kendilerini kurtarmanın, hem de bölgelerdeki toplumsal dinamiklerin sinerjisinden azami ölçüde yararlanmanın yoluna baktılar.

TÜRKİYE'NİN 40 YILDIR GÖREMEDİĞİ

İrade kırarak, inkar ederek, halkıyla, kimlikleriyle çatışarak mı büyürsün? Onlarla barışarak, barış içinde diyalog eksenli mücadeleyle mi? Türkiye bunu görmediği için Kürtlerle 40 yıldır çatıştı. 1 trilyon dolar savaş maliyeti; asker, polis, gerilla yaşamını yitirdi. Birçoğu cezaevinde mağduriyet yaşadı. Sosyal ve siyasal travmaya neden oldu. Toplum bunu derinliğine yaşıyor. Bölünmenin stratejisi olmadığını bizim öncelikle ötekilerini ikna etmemiz gerekiyor. Demokratik özerklik Türkiye'nin demokratikleşmesi halidir. Bu yönüyle de sadece Kürtler kendileri için istemiyor. Türkiye'deki 36 etnik kimliğin, 3 semavi dinin mensubunun, Alevi ve Süryaniler gibi farklı inançların çıkarına uygun. Bir köyde neyin öncelikli ihtiyacı var. Ankara'daki sivil, askeri bürokrasi yerine öncelikle köy komünü karar versin. Bağlı olduğu kent meclisi, onun da bağlı olduğu bölge meclisi söz sahibi olsun. Bu ilişki işlerin, az maliyetle azami faaliyetle hızlı biçimde gerçekleşmesini sağlar.

'DALGA DALGA YAYILACAK'

- BDP'li belediyelerin yerellerde kimi çabaları söz konusu. Güncel bağlamda tabloyu değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?

Biz şu an sıfır kilometrede değiliz. 2011'den beri katettiğimiz mesafeler var. Bizim kreşlerde, anaokullarında eğitim amaçlı kullandığımız kitaplar, materyaller var. Anne kucağından alınıp asimilasyon politikalarına tabi tutulmasının acısını yaşadık. Dövünmek yerine alternatifini yaratmak durumundayız. Anadilin öğretildiği kreşler, okullar açmak zorundayız. 101 belediyenin önemli sayıda belediyede kreşler, anaokul faaliyetleri var. Çocuklarımızı asimilasyon politikalarından kurtarıp doğuştan gelen haklarının kullanılmasını istiyoruz. En nihayetinde doğuştan gelen insan hakkıdır. Dil olmadan edebiyat, sanat, kimlik, halk olmaz. Bunun için ulus-üniter devletler inkar edip, asimilasyonla ortadan kaldırmaya çalışıyor. Siyasal entegrasyona tabi tutuyor. Bizim itirazımız buradan olmalı. Karşı olmak yetmiyor. Alternatifimizi yaratmamız gerekiyor. Bugün olanaklarımız el vermiyor olabilir. El verdiği belli ölçüde belediyede başlayarak, göle atılan taş misali dalga dalga yayılacak.

Belediye bünyelerimizde kadın destek evleri, kültür evleri, çeşitli kültür birimleri var. Yeni bir çığır, iddia, umudu söylemekle kalmıyoruz. Ete kemiğe büründürecek çalışmalar yapıyoruz. Türkiye'deki öğrenci nüfusuyla Kürdistan'ı karşılaştırdığımızda daha az bir oran var. Ancak maliyeti, kadrosu bakımından büyütmek zorundayız. Toplumun kendi meşru demokratik örgütlülüğe kavuşturup, devletten beklemek yerine kendinin yürüttüğü duruma getirmek zorundayız. Devlette daraltma, engelleme adına, resmiyetle meşruiyetin çatıştığı bir beş yılı da geride bıraktık.

Tarih karşısında haklı olan meşru olandır. Kanun toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyor. Özgürlüklerine el vermiyor. Yerinde beklemek yerine değiştirecek, zorlayacak noktadayız. Faşist diktatörlüğün anayasasıyla yönetiliyoruz. Kaldırmak istiyoruz kaldıramıyoruz. Ondan beklemek yerine meşruiyeti çoğaltan, büyüten, devleti küçülten toplum ihtiyaçlarının meşruiyeti üzerinden bu örgütlülüğü var etmemiz lazım. İşte BDP bunu yapacak. DTK de yasama faaliyetini Kürdistan'ın geleceğinin bugünü olduğu için Kürdistani meclis olarak bugünün yasama faaliyetini yürütecek. Kültürlerin kendini örgütleyeceği, anadilde eğitim ve sağlığı örgütlediği bir mekanizmaya kavuşturmak istiyoruz.

SÜREÇ İKİ KARAKTERLİ

- Söylediklerinizden çıkan sonuç; Haziran ayındaki kongrenin ardından bu çalışmanın ivme kazanacağı yönünde. Bu doğrultuda Demokratik Özerkliğin daha da sirayet etmesi bağlamında kısa, orta ve uzun vadede tartıştığınız planlamalar var mı?

Bu yönlü kısa, orta, uzun vadede her örgüt gibi planlamalarımız var. Bu sürecin ikili karakterinin olduğunun altını çiziyoruz. İkili iktidar var. Biri toplumun kendi özgücüne kavuşacağı sivil demokratik örgütlülük, diğeri ise devletçi iktidar zihniyeti. Bunlar çatışacak. Sivil toplum üzerinden devleti küçülten, toplumsal muhalefeti geliştiren pencereden bakacağız. Ama aynı zamanda her adımımızı devletin yasasına, anayasasına bağlı kaldığı, güvenceye tabi tuttuğu bir ilişkiye de götüreceğiz. Demokratik siyasetin gereği olarak mücadeleyle kazandıklarımızın devletin yasası ve anayasasında güvence altına alınması. Devletin kazanımlarımızı çalmaması, inkar etmesin adına HDP üzerinden demokratik siyasetle meclisi aktif hale getirip bölgesel yönetimlerin yasasını çıkarmaya çalışacağız.

Aynı zamanda Kürdistan Demokratik Özerkliğin yasal anayasal güvenceye kavuşturulması mücadelesini vereceğiz. Bu yönüyle de yerel yönetimlerin Avrupa Konseyi'nin (AK), Bölgesel Yerel Yönetimler Şartı'ndan hareketle idari mali özerkliğe kavuşturulması. Bununla da demokratik özerkliğin boyutlarını daha nitelikli inşası çalışmasını birlikte yürüteceğiz. İç içe geçmiş bir süreç. Bir yandan devleti çözüme zorlayan, diğer yönden toplumu kendi özgücüyle buluşturan mücadeleyi birlikte yürüteceğiz. Kürdistan bir ayağı olacak. BDP ve DTK üzerinden götüreceğiz. Diğeri Türkiye olacak. Türkiye'deki diğer halklar demokratik ortak vatanda birlikte yaşama iradesini gösteriyoruz. Devletin değil toplumun demokratik örgütlülüğünü öngörüyoruz. Bize ve topluma katkısını HDP ve HDK üzerinden Türkiye halklarıyla buluşturan rolü yürütelim istiyoruz. Önümüzdeki birkaç ay ya da birkaç yıl önemli gelişmelerle bizi karşı karşıya getirebilir.

NESNE DEĞİL ÖZNE OLAN BİR TOPLUM

- Ne türden gelişmeler olabilir bunlar?

Görünen o ki, Türkiye dünyadaki gelişmelerden muaf olamaz. Kürtlerin yarattığı sinerjiyi görmezden gelemez. Yüksek sinerji içeren bir muhalefeti söz konusu. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı yeni dinamiklerle devletin küçüldüğü toplumun ihtiyaçlarının büyüdüğü bir dünya. Devlet bu noktada çözüme gidecek. AKP'nin 12 yıllık durumu kurtaran, idare eden, çözümsüzlükte ısrar eden politikası iflas edecek. Kemalist çizgide olan CHP, milliyetçi söylemde olan MHP olamayacağına göre halkların çizdiği üçüncü yol ile bugün Rojava'da olduğu gibi halklar bir geleceği paylaşıyorsa, katı devlet anlayışında ısrar eden AKP, tekçi mantıkla yaklaşan Başbakandan umut beklemenin beyhude olacağı noktasından HDP ile toplumu buluşturacağız. Toplumu nesne olmaktan çıkarıp özne haline getiren, politikayla buluşturan, elitlerin elinden alarak toplumun eline dönüştürmek tek seçenek olarak duruyor.

- Bu noktada parlamento da önemli bir sac ayağı konumunda. Türkiye'deki genel kamuoyuna yansımaları açısından haliyle salt Kürdistan'ı değil geneli kapsayan bir proje olan Demokratik Özerkliğin anlaşılır kılınması, demokratikleşme ve katılımcı toplumsal yapının inşası sürecinde nasıl anlaşılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Demokratik ulus ilkeleriyle, ulus-üniter devletin empoze ettiğinden farklı olarak demokratik cumhuriyete erişmek istiyoruz. Bölgelere siyasi özerklik olmalı. Hepimizin eşit haklarla merkeze eşet özgür vatandaş haklarıyla bağlı olduğumuz demokratik cumhuriyet olmalı. Kürdistan'da bunu inşa edip, Türkiye sathında demokratik özerklikten bölgesel yönetime geçişin halklara neler kazandıracağı siyasetini yapacağız. Demokratik ulus ve demokratik cumhuriyetin ne anlama geldiği, kültürlerin neler kazanacağı meselesi haline getireceğiz. Yetinmeyeceğiz. Nüfusun yüzde 10'u işsiz. Bunun çoğunluğu genç. Enerji dolu, değişime sahip. Çoğu üniversite mezunu. 25 milyon insan açlık sınırı altında yaşamını idame ettirmeye çalışıyor. Bu paradokstan hareketle Türkiye'nin dokunulmayan, dile getirilmeyenler bizim sorunumuz. Çukurova'daki pamuk, Ege'deki incir, Karadeniz'deki HES'ler, yıkılıp yakılan coğrafya bizim sorunumuz. Parlamentoda oluşumuzla bunu fırsata dönüştürerek, birikimlerimizin gereği sorunları dile getiren, çözümü, alternatifi de hayata geçirme parti imajını göstermemiz gerekiyor.

'ALTERNATİFİMİZLE TOPLUMA GİDECEĞİZ'

Önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimi var. Toplum AKP, MHP, CHP'ye mahkum değil. Tüm mazlumların, ezilenlerin, emekçilerin, yoksulların kendini gördüğü şahsiyetle toplumun karşısına kendi adayımızla çıkmak istiyoruz. Mecliste bunun siyasetini yapacağız. Sokakta, tarlada bunu anlatacağız. Emek hareketiyle, yoksul halkımızla, düzeyli, seviyeli, demokratik siyaseti yürüteceğiz. Az sayıdaki elit insan olmayacak. Başbakanın iki dudağı arasında kaç çocuk doğuracağımızdan ne yiyip içeceğimize nasıl yaşayacağımıza kadar, neye inanıp inanmayacağımızın kararını ondan beklemeyeceğiz. Toplumun binlerce yıllık birikimi söz konusu. Ne egemenlerin hukuku, ne kültürü belirleyemez beni. Bu binlerce yıllık etik ve toplumsal hakikatler belirler beni. Bu noktada ekolojik, demokratik topluma ulaşabilirim. İnsanların adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesini başarıya ulaştırabilir. Devletsiz, sömürüsüz, hiyerarşiden uzak, özgürlükçü, demokratik topluma erişebiliriz.

- AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, "Başbakan Cumhurbaşkanı olduğunda yasadan doğan tüm haklarını yürütecek" diyerek fiili bir başkanlık sistemi olacağının işaretlerini verdi. Başbakan Erdoğan'ın bu konudaki yaklaşımı zaten biliniyor. Cumhurbaşkanı olursa kendisi de başkanlık sistemini fiili gerçekleştirme eğiliminde. Bunun karşısında sizin öngörünüz, yaklaşımınız nedir?

AKP'nin ajandasından çok bizim ajandamız, öngörülerimizin neler olduğunu dile getireceğim. Doğası gereği AKP iktidarcı, egemenlikçi, devletçi, inkarcı, tekçi, katı merkeziyetçidir ve devleti kutsar. Devlet adına kendi istikbalini düşünür. Bir gecede MİT yasasını değiştiriyorsa, bir gecede HSYK yasasını değiştirerek ailesine kendisine dokunulmasını engellemeyi hak görüyorsa bunu da hak görecek. Bununla da yetinmeyecek. Fiili olarak başkan statüsüne sahip, altyapıdan yoksun otoriter, totaliter bir başkan. Bundan da bizim anlayacağımız padişahlık, krallıktır. Onun ötesinde bir anlamı yok. Kuvvetler ayrılığı olmayacak. Yürütme yasama faaliyeti olmayacak. Yürütme yasamaya el koymuş yetkileri kendinde toplamış, adı Cumhurbaşkanı ama fiiliyatta başkan olacak.

'DEVLET ÖZERKLİĞE AÇIK OLMALI'

- Bir nevi bugünü de aratan, gerisine düşen bir durum oluşacak.

Çok daha geri. Bu sorunu daha da çözümsüz karmaşık yapar. Bu toplumsal ve siyasi krize yol açar. Bunu hatırlatacağız. Ciddi siyasal krizin halkların kırımına yol açacağı kaygısını taşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı sürecinde topluma anlatacağız bunları. Bunun propagandasını yapan noktada olacağız. Devlet özerkliğe açık olmalı. Bunu yasal güvenceye alan yerde olmalı. Burada 1930'ların Mussolonisini, Hitlerini yaratmak demektir. Halk bu kadar kör olamaz. Biz demokratik siyaset yürütücüleri, bunun nereye gideceğini vizyonu olan kendi adayımız üzerinden topluma anlatacağız. Tek seçeneğin ne Erdoğan'ın tekçiliğinden geçtiğini, ne statüko ve militarizmden yana CHP ve MHP'den geçmediğini aksine mazlumların adayının, bizim göstereceğimiz aday olacağını, toplumun alternatifsiz olacağını göstermek. Bize Cumhurbaşkanlığını kazandırmayabilir ama geleceğe dair bir umut yaratması açısından önemli. Bu noktada toplumun kendi kendini yönetebileceği umuduna ivme kazandıran bir noktadan yaklaşacağız. / anf

Güncelleme Tarihi: 02 Mayıs 2014, 16:19
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER