Bir Şemdinli çocuğuydu: Behzat Özer

Çatışmaların içinde büyüyen ve çatışmalar yokken ölen bir çocuktu Behzat. Ne yaşı gerçek, ne soyadı, silik haberlerde geçen... El bombasının pimini çıkartıp oynayabileceğini düşünen saf ve masum bir çocuktu... Ölüverdi bir Şemdinli akşamında....

Bir Şemdinli çocuğuydu: Behzat Özer
Gökçer TAHİNCİOĞLU / MİLLİYET

Çatışmaların içinde büyüyen ve çatışmalar yokken ölen bir çocuktu Behzat. Ne yaşı gerçek, ne soyadı, silik haberlerde geçen... El bombasının pimini çıkartıp oynayabileceğini düşünen saf ve masum bir çocuktu... Ölüverdi bir Şemdinli akşamında....

Bir an için düşünün.    Acıktığı için eline bir parça 
ekmek tutuşturduğunuz ve kapının önüne bıraktığınız çocuğunuzun birkaç dakika sonra yok olacağını.

Son yüzüne bakma şansınızın olamayacağını, bir el bombasıyla öldüğünü, el bombasının pimini çıkartıp oynayabileceğini düşünen bir çocuk saflığının yok olduğunu.

Çatışmaların içinde büyüyen ve çatışmalar yokken ölen bir çocuktu Behzat.
Ne yaşı gerçek, ne soyadı, silik haberlerde geçen.
Kimliğine bakılıp 8 denildi ama geç yazıldığından, 9,5 yaşındaydı aslında.
Kimliğine bakmadan babasının soyadı yazıldı ama iki eşli babasının ikinci eşinden olduğundan Sevim’di Herkesin Özer bildiği kimliğindeki soyadı esasında.
Kibrit kutusu kadar haberlerdeki bilgilerinin bile doğru yazılması şansı olmayan çocuklardandı Behzat.
Ölüverdi bir Şemdinli akşamında.

16 kardeşi vardı

Hakkari Şemdinli
 Altınsu Köyü İncesu Mezrası’nda doğdu.
Elbette birileri çok kızsa da bir Kürtçe adı da vardı doğduğu yerin: Sereru.
Behzat da orada doğan bütün çocuklar gibi okula gidene kadar sadece konuşabildiği dildeki bu ismi biliyordu.
Babasının ikinci eşinden olan 5 çocuktan ortancası. Annesinin, kara gözlü, zeki yoldaşı.
16 kardeşi vardı toplamda.
Bazen arıcılık, bazen tamiratla çocuklarını okutmaya çalışan bir baba.
Sürüp giden hayallerle dolu bir yaşam, ailesinin deyimiyle; “kral gibi olmasa da.”
Ve bitmek bilmeyen silah sesleri.
Burada doğan çocuklar, korkmuyorlar silah seslerinden.
Gece karanlığında çıkan havan sesiyle tüfeğinkini, tüfekle tabancanınkini ayırt edebiliyorlar mesela.
Görmedikleri silahların ateşleneceği saatlere göre ayarlı olduğundan oyunları, sokağa ne zaman çıkmaları gerektiğini de öğreniveriyorlar erkenden.

6 parmaklı çocuk

Behzat da annesinin dizinde uzanıp, karanlığa açılan 
küçük pencereden yıldızlara bakıp,öğretmen olup uzaklara gideceği günleri düşlerken, ayırt edebiliyordu yaşıtları gibi seslerinden silahları.
Ve ninniler yerine o seslerin ritmiyle uyuyordu Şemdinli çocukları.
Bir de bir elinin doğuştan 6 parmaklı olmasına kızıyor ve beş parmağa insin diye dua ediyordu akşamları. Babası ameliyat ettirdiğinde o fazlalığı, kendini dünyadaki en şanslı çocuk saymıştı.

Öğretmeni ağabeyi

Ve şimdi barış gelmişti.

Onca yıldan sonra o geniş yaylalar, o büyük ağaçlar, köyün ve dağların o büyük sınırsızlığı.
Behzat, daha bir neşeyle gidiyordu artık okula.
Kolay değil, 3. sınıfa gelmişti. Ve “okuyup da öğretmen çıkan ağabeyi” artık kimselerin gelmek istemediği o okulun vekil ve gönüllü öğretmeniydi.
Bu sene ve gelecek sene okudu mu, 5. sınıf dersleri mezrada verilmediğinden 3-4 kilometre ötedeki köy okuluna gidecek, orayı da bitirdi mi Şemdinli’de liseye gönderilecek, sonra ağabeyi ve ablaları gibi büyük büyük kentlerde üniversiteyi bitirecekti.
Okuldan çıktığında, korkusuzca, yaklaşan silah seslerini duymadan mezranın sınırlarını aşana dek arkadaşlarıyla koşuşturabiliyor, kırık dökük, her yanına bir şeyler taktığı arabalarıyla dağ-bayır gönlünce oynayabiliyordu.
Oyundan sonra babasının yanı.
Babası tamirat yapıyorsa da yanıbaşındaydı, kovanlara baktığında da.
Dönerken, babası bakkaldan bir küçük çikolata aldığında, kendine almamışsa o da yemiyordu. Madem ki birlikte yorulmuşlardı, birlikte yemek gerekti çikolatayı.

Sadece oynamak istedi

O gün, yani 29 Ekim Cumhuriyet 
Bayramı’nda.
Yani bütün o Marmaray, Cumhuriyet Bayramı, ant ve diğer bütün tartışmalardan çok uzakta babasına yardım ediyordu Behzat.
Caminin çatısını tamir eden babasının yanında sıkıldı bir an. Eve gideceğini söyledi, acıkmıştı.
Ayağını sürte sürte, canının sıkıntısının nasıl geçeceğini düşünüyordu ki eve giderken arkadaşını gördü. Evlerinin biraz ilerisindeki ahırdaki ineğe bakması gerekiyordu ve yardım istiyordu Behzat’tan.
“Bekle” dedi, “karnım çok aç”.
Koşarak eve gitti, yemek var mı diye bakınırken, “otur da yemek yiyelim” diyen babasının ilk eşinden bir parça ekmek isteyiverdi. İçine bir şeyler koyup verdi Behzat’a anneliği. Ama Behzat arkadaşı için bir parça daha istedi.
Ekmekle öyle koşuşurken, ayağına takılıverdi patlama sesini duysa tanıyacağı ancak kendisini bilmediği el bombası. Ekmeklerini yerken arkadaşıyla bir yandan ellerinde bomba, ahıra doğru yürüdüler. O kadar ilginçti ki ellerindeki ineği boşverip, ahırın karşısında, yolun kenarındaki tepeye geçtiler.

Rus yapımı el bombası

Sonra, arkadaşı bakarken öyle biraz geriden, Behzat’ın ilgisini bombanın üstündeki yüzüğe benzer kısım çekiverdi. Bir çıkarsa, kimbilir belki de arabalarından birine takacak, eskimiş arabası, diğerlerinden çok 
farklı görünecekti.
Gücü yettiğince çekmeye başladı o kısmı. İki eliyle sımsıkı sarılı, parmağıyla yukarıya doğru itiyordu ki.
Nicedir silah seslerini unutmuş Sereru patlamayla yankılanıverdi.
Herkes tepeye doğru koşmaya başladı.
Baba daha işini yeni bitirmiş, evinde abdest alırken duymuştu sesi.
Herkes gibi tepeye koşarken, “ölmüş” mırıltılarını duydu önce. Adımlarını hızlandırdı kimse kimin öldüğünü söylemeyince.
Tepeye doğru koşar adım geldiğinde, beyaz bir örtünün altında küçük bir bedenin yattığını farketti.
Ve örtüyü açtığında bir cesaret, oğlunun güzel yüzünü son kez ölüyken bile göremeyeceğini.
Elleri ve kafatası parçalanmış, organları dışarıda o güzel oğluna sarılamadı.
Hastanede refakatçi kalan annesi geldiğinde de sadece Behzat’ın konulduğu sedye ile vedalaşacaktı.
“Rus yapımı, bizim değil” dedi asker el bombası için.
“Kimseler başka bomba var mı?” diye aramaya gerek görmeden ayrıldı mayın ve bombaların, doğal bitki örtüsü sayıldığı mezradan.
Behzat, bütün köyün dualarıyla uğurlandı soluklanmaya bile fırsat bulamadığı dünyadan.
Behzat birkaç gün önce öldü.
Daha 3. sınıfa gidiyordu.
Babasına göre “zehir gibi yazıp okuyordu.”
Kimseler, öyle fazla duymadı. Geriye o kara kara gözleriyle bakan o tek fotoğrafı kaldı.
Güncelleme Tarihi: 05 Kasım 2013, 10:22
YORUM EKLE
YORUMLAR
ÖğRetmen
ÖğRetmen - 11 yıl Önce

acılarımızın üstüne bir acı daha eklendi ne yazıkki.. allahtan rahmet diliyorum :( ailesine sabır diliyorum ama en içten dileklerime sabır diliyorum allahtan geldik yine ona gidiyoruz.. hiç kolay değildir bunları söylemek ama ne yazıkki o söylüyoruz :( üzüntünüz üzüntümüzdür.. allah sabredenlerle beraberdir

SIRADAKİ HABER