15 Ağustos'un 30 yıllık serüveni!

15 Ağustos 1984’te efsanevi komutanı Agît (Mahsum Korkmaz) öncülüğünde gerçekleştirilen atılımın 30. yıldönümünü değerlendiren KCK yetkilileri, 15 Ağustos Atılımı’nın tarihe damgasını vurduğunu belirterek,

15 Ağustos'un 30 yıllık serüveni!
ANF'de yer alan habere göre; 15 Ağustos 1984’te efsanevi gerilla komutanı Agît (Mahsum Korkmaz) öncülüğünde gerçekleştirilen atılımın 30. yıldönümünü değerlendiren KCK yetkilileri, 15 Ağustos Atılımı’nın tarihe damgasını vurduğunu belirterek, günümüzde Kürt Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu ve tüm dünyada ezilen tüm halkların özgürlük ve demokratik yaşam umudu haline geldiğinin altını çizdi. 


15 Ağustos 1984 tarihi Kürdistan başta olmak üzere Ortadoğu’da tarihin seyrinin değiştiği bir gün olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı. PKK öncülüğünde gelişen Kürt Özgürlük Hareketi, 12 Eylül askeri faşist darbenin Türkiye ve Kürdistan toplumunda yarattığı korku atmosferinde, silahlı mücadelenin de ilanının yapılacağı tarihi bir atılım başlattı. Efsanevi gerilla komutanı Agît (Mahsum Korkmaz) öncülüğünde Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçelerine yönelik eylem gerçekleştiren Kürdistan özgürlük gerillaları zihinlerde kurulan karakolları basıp yüreklere işleyen karanlığı cesaretin kurşunlarıyla dağıttı. Üzerinden tam 30 yıl geçen bu tarihi atılımın yıldönümünde, 15 Ağustos öncesi Kürt ve Kürdistan gerçekliği ve durumu, 15 Ağustos Atılımı’nın amacı, önemi ve ortaya çıkardıkları, atılım sonrası yaşanan gelişmeler ve tarihsel akış içinde yarattığı değişim ile birlikte günümüzdeki yansımalarını siyasi, ideolojik, toplumsal, askeri, kültürel, kadın ve gençlik açısından KCK yetkililerine sorduk. KCK Genel Başkanlık Konseyi üyeleri Ali Haydar Kaytan ve Sozdar Avesta, KCK Yürütme Konseyi üyeleri Mustafa Karasu, Sabri Ok ve Fatma Adır sorularımıza verdikleri cevaplarla 15 Ağustos’un Kürt, Kürdistan, Ortadoğu ve tüm insanlık açısından ne anlama geldiğini ortaya koydu. 

Sayın Ali Haydar Kaytan, 15 Ağustos 1984 Atılımı başlamadan önce Kürdistan’da nasıl bir süreç yaşanıyordu. Kürt toplumunun siyasal ve toplumsal durumu ve Türkiye’de genel siyasi atmosfer neydi? 

A.H. Kaytan: Atılım öncesi Türkiye’de korkunç faşist bir zulüm, zorbalık sistemi hüküm sürüyordu. Ordu iktidarı ele geçirmişti ve dört dörtlük faşizm uyguluyordu. Bunun adı da toplumu şiddet temelinde yeniden düzenlemekti. Zaten devrimci güçler üzerinde korkunç saldırı ve baskılar vardı. Binlerce insan tutuklanmış, işkencelerden geçiriliyordu. Kürdistan’da durum daha da kötüydü. Daha önce gelişen işgalleri aratan şekilde yeni bir işgal yaşanıyordu. Toplumda pasifikasyon uygulamaları sonucu devlet sessizliği hakim kılmıştı. 

‘KÜRDİSTAN’DA SAF ŞİDDET HAKİMDİ’

PKK’nin bu süreç içindeki öngörüsü tuttu. PKK’nin, Önder Apo’nun öngörüsü neydi? Böyle bir darbenin gelişebileceğiydi. O dönemde Maraş’ta katliam gerçekleşmişti. Bu öngörüye bağlı olarak Önder Apo, Filistin güçlerinin olduğu Lübnan topraklarına çekilmişti. Yine 80’e yakın arkadaşlarımız da kısmi geri çekilmişti. Ancak darbe gelişir gelişmez diğer güçlerimiz de, daha güvenli alanlara,  Ortadoğu’nun sıcak mücadele alanlarına çekildi. Bu gerçekten anlamlıydı bizim açımızdan. Belki darbenin saldırıları, daha sonraki süreçler için bir gücün varlığını koruması anlamına geliyordu. Ancak aynı başarı diğer güçler açısından uygulanmadı. Bu nedenle darbe sol, sosyalist güçlere yönelik birçok açıdan sonuç aldı. Özellikle Türk solundaki örgütsüzlük darbenin sonuç almasını kolaylaştırdı, sistem tüm örgütleri dağıttı. Yine bu dönemde Kürdistan’da saf şiddet hakim kılınmıştı. Öyle bir sistem ki daha önceki darbelerde görülmemiş bir şekilde siyasi partiler kapatıldı, meclis kapatıldı, cezaevlerinde müthiş bir baskı vardı. Toplum bu zulüm ve zorbalığa karşı direnemiyordu. İşkence altındaki tutsakların çığlıklarından başka çığlık duyulmuyordu. Cezaevlerinde müthiş bir direniş vardı. 15 Ağustos öncesi, devlet tam pasifikasyonu geliştirmek için zindanlarda idam politikalarını başlattı. 60’a yakın tutsak idam edildi. Bunlar arasında birkaç tane sağ milliyetçi de vardı, ama ağırlıklı sol güçlerdi. Bu koşullarda geleceği düşünerek bu zulüm ve zorbalığı durdurmak, direnişe geçmek anlamında PKK’nin hazırlığı vardı. Önder Apo’nun bu anlamda hazırlığı vardı. Maraş Katliamı olduğunda Önder Apo, ilk değerlendirmesinde bunun darbe hazırlığı olduğunu söyledi. Bunu dikkate almadan Kürdistan’da mücadele etmenin sonuçları korkunç olacaktı. Bu amaçla Önderlik 1979 sonlarında yurtdışına çıktı. Diğer güçlerimiz hazırlık için geri çekildi. Daha sonra güçlerimiz, mevcut güçleri örgütleyerek darbeye karşı mücadele edebilmek için geri dönmüşlerdi. Gerilla mücadelesi başlatılmak istendi. Bu hazırlıklardan Kemal Pir arkadaşın yakalanması, Delil Doğan arkadaşın yaralanması ve şehit düşmesi nedeniyle sonuç alınamadı. Delil Doğan arkadaşın şehadeti üzerine, darbeden bir ay sonra tüm alanlardan güçlerimizin çoğunluğu geri çekiliyordu. Amacımız darbenin amaçlarını boşa çıkarmak ve direnişi tüm alanlarda hakim kılmaktı. Önder Apo’nun belirlemesi vardı; devrimcilik sıradan bir haksızlığa karşı bile mücadele etmeyi gerektirir. Ama orada bırakın sıradan bir haksızlığı korkunç bir haksızlık, işkence, baskı vardı. Bu nedenle buna karşı en üst düzeyde bir hazırlıkla güçlerimizi Kürdistan’a göndermek ve direniş bayrağını yükseltmek gerekiyordu. 

Sayın Mustafa Karasu, Sayın Kaytan zindanlardan darbeye karşı ilk direnişin geliştiğini belirtti. Zindanlarda 12 Eylül sonrası yaşanan durum neydi?

M. Karasu: Tabii 12 Eylül darbesi belirli bir plan ve projeyle gelmişti. Bu da Kürt Özgürlük Hareketi’nin kökünü kazımaktı. Çünkü PKK’nin gelişimini ve Kürdistan’da toplumsallaşmasını kendisi için tehlike olarak görmüştü. Ağrı direnişi sonrası kendi gazetelerinde çıkan bir karikatürde “Hayali Kürdistan burada meftundur” algısını, ki ülkede bu algı vardı, bunu PKK kırdı. Kürdistan’ın hayali olmadığını, mezara konulamayacağını gösterdi ve toplumda Kürt ve Kürdistan bilincini, sahiplenmesini geliştirdi. PKK’nin Kürt toplumunda yarattığı özgürlük düşüncesi, özgür ve demokratik yaşam düşüncesi çok gelişmişti. Buna karşı 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bütün PKK kadro ve taraftarlarını zindanlara alarak, zindandaki  önder kadrolar şahsında PKK’yi zindanın betonlarına gömmek ve Kürdistan’da gelişen özgürlük umudunu tekrar bitirmek istiyorlardı. Zindanlar bunun için bir alan olarak kullanıldı. Tabi Kürdistan başlı başına bir zindan haline getirildiği gibi Amed Zindanı da Kürt Özgürlük Hareketi’nin boğulacağı bir mekan haline getirilmek istendi, böyle bir politika izlendi.  

‘BU POLİTİKA AMED ZİNDANI’NDA VAHŞİCE UYGULANDI’

Özellikle hareketimizin geliştiği Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Batman başta olmak üzere her tarafta tutuklamalar yapılarak zindanlara konuldu. Bu yönüyle Amed Zindanı tutsakların teslim alınıp pasifikasyonun tümden Kürdistan’a yayılacağı bir merkez yapılmak isteniyordu. Tabi Amed Zindanı'nda PKK’liler teslim alınsa, itirafçılık, pişmanlık geliştirilecek, zaten bu konuda önemli adımlar atılmıştı, bunu tüm tutsaklara yayarak, Amed Zindanı şahsında Kürt toplumunda teslimiyet yaygınlaştırılıp geliştirilecekti. Ben bunu zaman zaman şöyle değerlendiriyorum. Nasıl ki Dersim’de halkın direnişi ezilip bastırılıp Dersim’de asimilasyon, beyaz soykırımla Dersim Türkleştirilmek, Kürt gerçekliğinden tümden koparılmak istenmişse aslında 12 Eylül rejimi de askeri darbeyle tüm Kürdistan’ı sindirip, ezip Türkleştirme politikası içine sokmak istiyordu. Bunun yayılacağı yer de Amed Zindanı'ydı. Amed Zindanı'nda gerçekten bu politika vahşice uygulandı. Orada Kürt halkının umudu zindana gömülmek isteniyordu. Şöyle bir politika izleniyordu, işte PKK özgürlükten, bağımsızlıktan, sömürgeciliği yıkıp Kürt'ün özgür ve demokratik yaşamını kurmaktan bahsediyordu, bunu militanca büyük özgürlük tutkusuyla söylüyordu, işte bu militanları pişman kılarak, işte bakın en yiğitleriniz, en militanlarınız pişmanlık gösterdi, teslim oldu diyerek, bunu topluma olumsuz model olarak koyarak gerçekten de Kürdistan’ın genelinde bir teslimiyet, pasifikasyon, Türkleştirme projesini etkili bir şekilde pratikleştirmek istiyorlardı. Amed zindanına 12 Eylül’ün verdiği rol bu çerçevedeydi.

Sayın Sabri Ok, 15 Ağustos 1984 hamlesinin hem hazırlık sürecinde hem de birliklerin içinde yer aldınız, bize bu süreçten bahsedebilir misiniz? Ülkeye dönüş kararı nasıl alındı, nerelerde hazırlıkları yapıldı, eylem hedefleri nasıl belirlendi, bilinçli hedefler miydi?

Sabri Ok: 15 Ağustos’un 30. yıldönümünüdür, öncelikle Heval Agît’in şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerini saygıyla anıyorum. 15 Ağustos Diriliş ve Mücadele Bayramı’nı Önderlik şahsında tüm halkımıza kutluyorum. Tabi 15 Ağustos kararı birden alınmadı. Güçlerimiz Ortadoğu’ya çekilmişti, tabi buraya çekilme de tesadüf değildi. Birçok hareket de bilinçli veya bilinçsiz kendilerini zorlanmış hissederek geri çekildiler. Ama bizim hareket, Ortadoğu’yu seçti, çünkü Ortadoğu mücadele alanıydı, Filistin hareketi vardı. Dünya ulusal kurtuluş hareketlerinin merkeziydi. Önderliğin Ortadoğu’yu seçmesi bilinçlidir ve zaten sonuçlar da görüldü. Baştan itibaren bütün eğitimler, 1. Konferans’tan sonra yönümüzü Kürdistan’a dönmek, okuduğumuz halk kurtuluş mücadelesinden çıkardığımız derslerle kendi özgürlük mücadelemizi geliştirmeye dönüktü tüm hazırlıklarımız. Bu süreçte birçok kitap okundu, Vietnam, Çin ve birçok ülkelere dair... Bunlar olumlu etki yapsa da biz kendimizi tam olarak bu kitaplarda bulamadık. Kürdistan daha ayrıydı, özgünlükleri vardı. Hareketimiz, Önderliğimiz bunları değerlendirdi, örgütlenme sorunlarını, ulusal kurtuluş cephesini, silahlı mücadele stratejisini, ittifaklar sorununu, bütün bunları kadro yapımıza yedirerek, eğitim vererek, 1982 Ağustos ayında gerçekleştirdiği 2. Kongre ile resmileştirdi, hareketin görüşleri haline getirildi. 

‘BİZİM YÖNÜMÜZ KÜRDİSTAN DAĞLARIYDI’

Kongrede ülkeye dönüş kararı alındı. Bizim yönümüz Kürdistan dağlarıydı. Şuan bulunduğumuz Xinere, Lolan bilinçli seçilmiş alanlardı. Zagrosların önemli yeriydi. Önderlik bu alanları mücadele alanları olarak önümüze koydu.  Öncelikle ilişkiler geliştirilmeye çalışıldı. Çünkü ilişkilerimiz yoktu, Karasungur arkadaşın öğretmenlik yaptığı dönemlerde Hakkari’de tanıdığı kimi kesimler vardı, sınırlı sayıdaydı. Kuzey’de nasıl ilişki geliştireceğiz, nasıl bir coğrafyaya yerleşeceğiz, bunun çalışmasını, tartışmasını yürütüyorduk. Hatırlıyorum; Lolan’da 83’ün Mart ayında günlerce yaptığımız toplantılarda önümüzde bir harita vardı, harita üzerinden yoğunlaşıyorduk, hazırlıklar yapıyorduk. Tabii ondan sonra öncü gruplar oluşturularak, Kürdistan’ın birçok alanına gönderildi. Hazırlıklar tabi iyiydi. 15 Ağustos Atılımı daha önce yapılmalıydı, hazırlıklar buna yeterliydi ki Önderlik bunu eleştirdi. 1983 yılında Önderlik bu atılımın yapılmasını istiyordu, ama bizim yetersiz yaklaşımlarımız nedeniyle geç kaldı, 15 Ağustos 1984 tarihinde yapıldı.  

15 Ağustos bilinçli bir tarih miydi, tercih miydi? 

Bu karar alındığında ben yoktum, Heval Agît ile birlikte Botan’daydım. Bu karar Lolan’da alındı. Aslında 14 Temmuz hedeflenmiş, ancak zamanın yetmeyeceği düşünülerek uzatılmış. Yani sanırım çok bilinçli değil, yani 14 Temmuz’dan 15 Ağustos’a kaydırılıyor. Çünkü Botan’daki güç ancak kendini hazırlayabilirdi. Hedefler bilinçli seçildi. Eruh ve Şemdinli bilinçli seçilen hedeflerdi. Aslında Çatak da vardı. Eruh’ta 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği’nin başında Agît arkadaş vardı, Şemdinli’de 21 Mart Silahlı Propaganda Birliği başında Abdullah arkadaş  vardı. Çatak’ta da başka birlik vardı başında Terzi Cemal vardı, ama bunlar farklı gerekçeler ile yapmadılar. Yani bilinçli yapmadılar. Eruh sınırdan biraz uzaktır, kuzeyin iç kesimlerindeydi. Tam sınırın üzerinde böyle bir eylem çeşitli propagandalara yol açacaktı, yani dışarıdan geldiler vurdular diye. Bu nedenle iç kesimler daha uygundu, kendine güven ve Kuzey’e yerleşme açısından önemliydi. Hedef olarak da uygundu. Agît arkadaşla bu tür tartışmalar yapıldı ve Önderliğe önerimizi yaptık. Aslında Uludere önermiştik, ama arkadaşlar daha uygun olanı düşündü ve Eruh’u belirledi. Şemdinli ve Çatak da uygundu. Hazırlıklarımız çok muazzam sayılmaz, ama iyi olanaklar vardı. 12 Eylül faşizmi aslında yıpranmıştı, hepsinden önemlisi Amed Zindanı direnişinin hareketimize, halkımıza verdiği mücadele ruhu, başarma azmi idi. Fedai bir ruhla daha yurtdışında iken bile ısrarla bir an evvel Kürdistan’a gidip silahlı mücadele başlatma kararlılığını her seferinde ifade ediyorlardı. 

‘SİLAH HİÇBİR ZAMAN BELİRLEYİCİ DEĞİL’

Hazırlıklarımız öyle çok yüksek silahlarla değildi. Silah hiçbir zaman belirleyici değil, biz bunu Giap’tan biliyoruz. Meşhur 34 kişilik silahlı propaganda birliği vardı, elinde sopası olan bile vardı. Buna rağmen 3 emperyalist gücü dize getirmeye başardılar. Yani bu nedenle silah belirleyici değildi. Bizim daha çok iç hazırlıklarımız, zamanı geriye çekmek, daha önce başlatma gibi bir gecikmemiz oldu. Zaten tarihi eylemlerde yer alanların çoğu milislerdi, yurtseverlerdi. Böyle iyi bir hazırlık vardı. Halkın bu atılımla birlikte 12 Eylül faşizmine karşı gösterdiği direniş ve bize katılımı yükseldi. Harekete karşı o zamana kadar yapılan propaganda, işte Türkiye’de silahlı mücadele başlatılamaz, PKK Kürt gençlerini Kürdistan dağlarında öldürtecek şeklinde anti propaganda geliştiriliyordu. Bu anlamda da hareket zamanında tarihsel bir çıkış yapmak ve pratikte bu tür yalan yanlış propagandaya cevap vermek açısından önemli bir atılım yaptı. Atılım, asgari olanaklarla tarihin akışını değiştiren, Kürt halkının işgalcilere karşı direnebileceğini gösteren ve Kürt halkının özgürlüğünü bugünlere taşıyan bir rol oynadı. Tabii 15 Ağustos hakkında çok değerlendirme vardı; işte ilk kurşun karanlığa sıkılan kurşun gibi. Ama en gerçeği tarihte Kürt halkının iradesinin ortaya çıkarılması, özgürlük ve kurtuluş yolunu açılması, mücadele azmi kadar özgürlüğe bağlanmasıdır. Daha sonra da büyük siyasi, askeri, toplumsal gelişmelere yol açtı.

Sayın Kaytan, biraz o dönemki ruhtan bahsetmenizi istiyoruz. Motivasyon ve kararlığı neydi PKK kadrolarının? 

A.H Kaytan: Şimdi Kürt insanında cesaret, yiğitlik, fedakarlık inkar edilemeyecek gerçekler. Bunlarda çok sorun yok, kendisini her şey için feda edebilir ama  yitmenin eşiğinde olan, kendine yabancılaşan, adeta talihsiz ve tarihsiz bir halkı yeniden ayağa kaldırmak için özelliklere sahip midir sorusu çok önemlidir? Ben çok iyi hatırlıyorum. 14 Temmuz Direnişi olduğunda Amed zindanından çıkan arkadaşlar vardı. Kongre ortamına geldiler. Bu direnişin başladığını onlar söyledi. Üzerinden bir ay gibi bir süreç geçmişti. Tabi 14 Temmuz Direnişi bir yönüyle yurtdışına çıkan PKK kadrolarına direniş bayrağını devralma, Kürdistan dağlarına taşıma çağrısıydı. Bu çağrıya aynı anda yanıt veriliyordu. Güçlerimiz Kürdistan’a dönmeye başlamıştı. Kongreye bu mesaj gelince tüm arkadaşlar Kürdistan’a gitmek istiyordu. Ama bu yetmiyordu, Önder Apo’nun değerlendirmelerine bakmak gerekir. 15 Ağustos Atılımı Kürdistan’da işgal ve imha politikalarını yürüten güçlere karşı yapılan bir eylem değil, bu eylemin bir boyutuydu. Önemli boyutu ise kendine yabancılaşan bir toplumu diriltmek, özgürlük yoluna koymak, mücadeleyi süreklileştirmek ve dağlara taşımaktı. Yani içe yönelik de bir anlamı vardı. Yani Kürtlerde cesaret, fedakarlık var, ama bu yetmez. Ahmet Arif’in şiirinde de var; teke tek dövüşte yenilmediler, diye. Tamam, ama işgalci devletleri yenecek bir direnişi geliştirebilir misin? Sorun budur, Kürdistan tarihinde daha büyük isyanlar vardır, ama bunların ömrü 3 ayı geçmemiştir. Yani uzun soluklu bir mücadeleyi ortaya çıkaran ruh nasıl bir ruhtur? PKK’ye, Kürt gençlerine bu ruhu kim vermiştir, onu sorgulamak lazım. Bizi maceraperest olarak değerlendirenler vardı. PKK maceraperest bir hareket, öne atıldı, şansı da yaver gitti, yaptı diye. Öyle değil. Önder Apo’nun deyimiyle iğne ile kuyu kazar gibi bu gelişmeler yaratıldı. Gerçekten de öyleydi, yani macera falan değil. Sistem her şeyi vaat ediyor, bugün bile sıradan bir ücret için ülkelerini bırakıp el aleme çalışıyorlar. Peki aynı sistem içinden çıkan bir genç sisteme karşı direnen bir noktaya nasıl getirilmiştir? Önemli olan her türlü zulüm ve zorbalığa, baskıya karşı ısrar, irade ve kararlılığa getirmekti. İşte bu başarılmıştır. Apocu ruh dediğimiz de budur. Başarıya götüren de budur.

‘ATILIM 1982’DE YAPILMALIYDI’

Normalde bakıldığında Önderliğin son değerlendirmeleri ışığında, aslında atılım 1982’de yapılmalıydı.  1981’de birinci konferansta güçlerin ülkeye geri dönüşü kararı alınmıştı. Öyle olsa belki 14 Temmuz olmayacaktı. Birinci Konferans parti tarihimizde hazırlık ve toparlanma durumu olarak değerlendiriliyor. İdeolojik, siyasi, askeri çizgi netleşiyor. Ciddi bir netleşme yaşanıyor. Politik rapor var. Bugün için bile önemli bir belge. O dönemde grupların ülkeye geçişi kararı var. Gerçekten o zaman başarabilseydik belki yoldaşlarımız şuanda yaşıyor olacaktı. Ama Önder Apo neden o zaman göndermedi? Çünkü güçlerin durumuna bakıyor, mücadeleyi süreklileştirecek bir yapının ortaya çıkmadığını, hazır olmadığını görüyor. Birinci konferans temelinde güçleri eğitip hazırlıyor, derinleştiriyor. 2. Kongre’de 6 aylık bir planlama yapıldı, atılımın gelişmesi gerekiyordu. Ama üzerinden 1 yıl gibi bir süre geçti. Bu gecikme de bizim eksikliklerimiz, yetersizliklerimiz sonucu ortaya çıktı. Önder Apo bunu çok ciddi eleştirdi. 

Karasu: Belki aynı eksiklikler halen tarafımızdan yaşanıyordur! 

Kaytan: Evet aynen öyle! Önder Apo bizi geri çekti, Abbas arkadaş ve ben tekrar Önderlik sahasına döndük. O zaman Şubat toplantısı vardı, ağır eleştiriler yapıldı. Abbas arkadaş belgelerle geri döndü, ben kaldım. Dönüşte, Haziran ayı  ortalarında Xinere’de toplantı yapıldı, HRK (Hêzên Rizgariya Kurdistan) kuruldu. Yine Şkefta Birîndara’da yapılan bir toplantı var, ama öncesi kararların alınması, bildirilerinin hazırlanması yapıldı. Bu atılım kısacası Önder Apo’nun şu deyişinden de anlaşılabilir; 15 Ağustos Atılımı Önderlik şahsında büyük bir inadın, büyük bir inancın ve büyük bir iradenin atılımıdır. Bu inat, inanç ve irade ile yapılan atılım sadece dışımızdaki düşmana değil, içimizdeki yetersizliklere karşı da yapıldı. 

Ok: Bir şey ekleyebilir miyim? Heval Fuat da (A.H. Kaytan) anlattı. Atılım aslında 82’de olacaktı. Gerçekten bu atılım 82’de olsa, hatta 83 de olsa bizim tarihimiz çok daha farklı olabilirdi. İçimizden çıkan Semir gibilere de cevap olacaktı. Yine cevap oldu, ama biraz gecikmeli oldu. Yine de sonuçları büyük oldu. 

Sayın Ok, bu eylem Eruh’ta planlandığı gibi oldu, Şemdinli’de kısmen gerçekleştirildi. Bu eylemlerde yer alanlar olarak o an duygularınız neydi?

Ok: Biz Botan'daydık. Eylemi koordine eden ve başında olan Heval Agît’ti. Biz o zaman başka yerde bekliyorduk, eylemde yoktum yani. Heyecanla bekliyorduk. Biz zozanlara gidiyorduk. Bildiriler hazırdı; Kürtçe ve Türkçe olarak. İşte, BBC haberi verecek, biz de dağıtacağız. Ama bir gün geçmesine rağmen BBC haberi vermeyince biz kaygılandık. 3 gün sonra Agît arkadaşlarla buluşunca eylemin çok başarılı geçtiğini öğrenince çok sevindik. Yani ilk eylemler çok önemlidir. Bu mücadelenin tutacağı, gelişeceği demektir. Arkadaşların kendine güveni, bu çizginin tutacağı, mücadele edilebileceği, kazanılabileceği inancı, kararlığı gelişiyordu. Tabii içimizde zayıf unsurlar da vardı, söylemek gerekir. Zorluğa dayanmayan, açlığa dayanmayan kişiler vardı. Ama genel olarak hareketin gerçekten toparlanması, yeni bir hamle başlatılması bilincindeydi. Başta bir rehavet de oluştu. 

‘ASKERLER KORKUDAN MEVZİLERİNE ÇEKİLMİŞTİ’

15 Ağustos’un düşman üzerinde yarattığı etki gerçekten de şoktu.  Bırakalım Kürdistan’da, metropollerde bile askerler korkudan mevzilerine çekilmişlerdi. Yani klasik bir isyan zannedenler de vardı. Korkuya kapılanlar da rehavete kapılanlar da bu temelde düşünüyordu. İşte daha önce de isyan oldu, bastırıldı gibi yaklaşım vardı. Nitekim Özal 3-5 çapulcuya pabuç bırakmayız demesi bu amaçlaydı. Tabi buna karşı biz tarihi bir eylem yaptık, önemli bir eylem yaptık, ama devamını getirmek yerine; düşman bir hışımla üzerimize geldi, kazanımları koruyalım yaklaşımı oldu. Daha da geliştirme imkanları vardı. Eksiklikti tabi. Buna rağmen 15 Ağustos eylemi tarihiydi. Kürdistan toplumunun zihinlerindeki korkuyu yıkan, kılıç vuran, ayağa kaldıran, kendine güvenini geliştiren etkisi oldu. Sonrasındaki diyalektiğini biliyoruz. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bugünlere kadar gelişi kolay olmadı. O zamanlarda gücü daha fazla arttırma imkanları vardı, büyümekten korkmak mı, gelişmeleri tam anlamamak mı diyelim gelişmelere tam cevap olamadık. Önderlik eylem nedeniyle bizi kutladı ama devamı gelmediği için de eleştirdi. Fuat arkadaş da söyledi; Zap’ta Şkefta Birindara’da  ülkeye gidecek güçlerle tek tek görüşüldü, kararlılık düzeylerini anlamaya çalışarak mevzilendirmeye çalışıyorduk. Bir atılım yaklaşımı ile Kuzeye gönderme durumumuz vardı. Atılımın kararlaşması ise Lolan’da olmuştu. 

Sayın Sozdar Avesta, 15 Ağustos Atılımı’nı ilk duyduğunuzda bir kadın olarak ne hissettiniz? İlk nasıl duydunuz?

Sozdar Avesta: 15 Ağustos Atılımı’nın 30. yıldönümü başta Önder Apo’ya, Agît arkadaş şahsında şehitlerimize ve tüm halkımıza kutlu olsun, diyorum. 15 Ağustos’un her yıldönümünde büyük bir moral ve heyecan duyduğumu söyleyebilirim. Arkadaşlar anlattılar, zaten bizzat içinde yer alan arkadaşlardı kapsamlı değerlendirmeler yapıldı. Tabi bu dönemde ben Kürdistan’da, Beşiri’nin bir köyünde karşıladım 15 Ağustos’u. O zaman uçakların, helikopterlerin alana sevkiyat yapması ile bir şey olduğunu düşündük, televizyonda PKK’lilerin Eruh ve Şemdinli eylemlerini aktardı. Tabi o zaman yan yana olduklarını düşünüyorduk bu yerlerin, çünkü Kürdistan coğrafyasını bilmiyorduk. Önceki dönemlerde silahlı propaganda gruplarının olduğunu, gençlerin yardım ettiğini, bazı eylemlerin gelişebileceği bilgiler vardı. 15 Ağustos Atılımı olunca, içinde yer alan milisler bu eylemi “bizimkilerin” yaptığını söyledi. Bizimkiler denilince bunun Apocular olduğunu anlamıştık. Çünkü o zaman sadece onlar faaliyet yürütüyordu.

‘SABAHA KADAR KUTLAMA YAPTIK’

Büyük bir heyecan ve moral yarattı. Gençler olarak sabaha kadar birlikte kutlamalar yaptık. 12 Eylül öncesi Beşiri, Batman gibi yerlere arkadaşlar sık sık uğruyordu. 12 Eylül öncesi Mazlum Doğan arkadaşın orada çalışma yürüttüğünü biliyoruz. Gençlerde büyük bir sempati vardı. 15 Ağustos hamlesini böyle karşıladım, hissiyatım buydu. Ciddi bir güven ve moral, coşku yarattı. İlk kurşun sömürgeciliğin zihinlerde yarattığı korkuyu parçalar, yıkar. Ben bunu bulunduğum alanlarda çok net gördüm. Korkuya, inançsızlığa sıkılan bir kurşundu. Umut ve direnişin yeşerdiği bir gün oldu ve bunu o gün netçe yaşadık, diyebilirim. 

Sayın Fatma Adır, bir genç olarak o dönemde duygularınız neydi? 15 Ağustos Atılımı’nı nasıl duydunuz ve neler hissettiniz?

Fatma Adir: Ben de başlarken Agît yoldaş şahsında 15 Ağustos'un 30. yıldönümünde tüm şehitlerin anısı önünde saygı ile eğiliyorum, Önder Apo ve halkımızın 15 Ağustos'unu kutluyorum. Ben 15 Ağustos Atılımı’nın heyecanını metropollerde yaşadım. Bir genç olarak PKK’ye yabancı değildim. Bildiğim, tanıdığım, bir biçimde çocukluğum mücadele içinde şekillendi. Amcam Şükrü Sever 13 Temmuz 1981’de şehit düşmüştü. Yine Kemal Sever de Amed Zindanı'nda PKK militanı olarak tutukluydu. Böyle bir ortamda büyüdükten sonra ailenin köyden göç edip metropole yerleşmesi; bizde acaba bu kadar mıydı psikolojisi yaratmıştı. Gördüğümüz, amcamızın arkadaşları ile acaba yeniden bir araya gelme, görme olur mu beklentisi vardı. Çocuktum, ama arkadaşları görmüştüm. Delil arkadaşı çok iyi hatırlıyorum. Bir tarlanın ortak biçilmesine öncülük etmişti. Bu nedenle acaba bir daha arkadaşları görebilir miyim, bu bir efsane, hayal miydi, bitti mi sorgulaması, arayışı vardı. Türk medyasında, kamuoyunda bu anlamda 15 Ağustos ciddi bir etki yarattı. İşte, Apocular bitmedi, geri döndü, duygusu bende çok güçlü oluştu. Bedel vermiştik, duygusal olarak bir bağlılık ve beklenti vardı. Çocuk, genç yaşta etkilenmiş kesimler üzerinde umudun bitmediğini, süreceğine dair bir ruh, moral, motivasyon ve duygu verdi. Ben ilk defa bir Türk gazetesinde 15 Ağustos Atılımı’nı öğrendim. O duygularım halen taptaze. Daha sonraki mücadele motivasyonumu da etkiledi.  / Firatnews

Güncelleme Tarihi: 14 Ağustos 2014, 17:29
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER