'Ağabeyimin Öldüğü Yerden Check-in Yapıyorlar'

Barış Kıyak, Marmara Park AVM inşaatında kaldığı çadırda yanarak öldü. Geride kalan annesi Ayşe ve kardeşi Damla Kıyak soruml

'Ağabeyimin Öldüğü Yerden Check-in Yapıyorlar'
Nilay VARDAR / BİANET

 "İnsanlar bilmesine rağmen çok rahat gidiyor Marmara Park alışveriş merkezine. Benim arkadaşlarım falan da orada olduklarını duyurmak için akıllı telefonlarıyla check-in yapıyor. Oysa benim ağabeyimle birlikte 11 işçi öldü orada."

Barış Kıyak, 30 yaşında bir inşaat işçisiydi. 

Altı yıl önce kardeşi Damla ve annesi Ayşe Kıyak ile Muğla'dan gelmişlerdi İstanbul'a. Yeni bir hayat kurmak için.

Barış ilkokul mezunuydu. Daha önce fabrikada, tarlada çalışmıştı. İnşaattaki ilk işiydi; henüz altı ayı dolmamıştı. Evi inşaattan uzak olduğu için bazı günler çadırda  kalıyordu.

Zaten lise son sınıftaki Damla'nın dershanesi bitince inşaatta devam etmeye çok da niyeti yoktu.

Ama öyle olmadı.

İki yıl önce, 11 Mart 2012'de İstanbul Esenyurt'ta Güzelyurt Mahallesi 12. Cadde üzerindeki Marmara Park alışveriş merkezinin inşaat şantiyesinde işçilerin yatakhane olarak kullandığı çadırlarda yangın çıktı.

Barış Kıyak ile birlikte 11 işçi, Bayram Ege Pehlivan (48),Çetin Coşkun (42),  Seyfettin Topal (38), Abdurrahman Deniz (42),  Sevdin Özen (28), İsa Topal (22), Ahmet Yağal (30), Hakim Akçam (46), Fatih Acun (24) çadırlarda yanarak öldüler. 

Yurtiçi ve yurtdışında "en iyi AVM" seçilen Marmara Park için işçilere naylon bir çadır uygun görülmüştü. 

Türkiye işçi ölümlerinde Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü. Günde en az dört işçi ölüyor; çoğu da inşaatta. Geçen yıl en az 1235 işçi öldü, 291'i inşaat ve yolda. Barış Kıyak da onlardan biri. 

Geride kardeşi Damla ve annesi Ayşe Kıyak kaldı. Barış, yokluğuyla birlikte hayatteyken sırtlandığı yükü de onlara devretti.

Onlarsa birbirine kenetlendi; çünkü önlerindeki mücadele uzun ve zordu. 

Damla, bu apansız ölümün ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Matematik Mühendisliğini kazandı. 

Şimdi hem okuyor, hem çalışıyor. Ve 55 yaşındaki annesiyle birlikte ağabeyinin hesabını sormak için mahkeme salonlarında koşturuyor. Her ayın pazar günü Galatasaray Lisesi önünde Vicdan Nöbeti'ne katılıyor. 

Marmara Park AVM'nin sahibi Almanyalı Ece firması. İnşaatı taşeron şirket Kayı ve onun da taşeronu Kaldem yürütüyordu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, üçünü de ölümlerden sorumlu tutmuştu. Ancak bilirkişi raporu ne AVM'nin sahipleri, ne de Kayı inşaatı kusurlu buldu. 13 kişinin yargılandığı davada tutuklu sanık yok.

Damla ve Ayşe Kıyak için bu artık sadece Barış'ın değil, hayatını kaybeden ve kaybedecek olan tüm işçilerin davası.

Onların Sefaköy'deki evlerine konuk oldum. İnşaat firmasının "kan parası" diye ödediği parayla aldıkları bir ev. Mütevazı; çok eşyası ve henüz yaşanmışlığı yok.  

"Avukatlara güvenemedik"

Ölüm haberi gelince...

Kardeş: Ağabeyim çadırların pis, güvensiz ve soğuk olduğunu söylerdi hep. Biz ilk başta olayın şokundaydık. Hem maddi hem manevi anlamda çökmüştük. Bir yanda duruşmalar, bir yanda şu bu, öyle bir koşuşturmacanın içine giriyorsun ki, acın bir kenarda kalıyor yani yasını tutamıyorsun. Hep sanki ağabeyim Muğla’da yaşıyormuş gibi geliyor. Ama duruşmalara gidince anlıyorum ki gerçekten ölmüş. Kendimi kandırmamın bir anlamı yok. 

Anne: Göz göre göre 11 kişiyi öldürdüler. Devamlı bir film gibi bebekliğiyle beraber gözümün önünden geçip duruyor. Ölenin, gençliği gidiyor geride kalanlara tükenmek bilmeyen bir acı kalıyor. Bir de geride yetim çocuk bırakanlar var. Bizimki evlenmek istemedi...

Hukuki süreci nasıl başlattınız? 

Anne: Çaresizlik bitirdi. Bir avukat bulamadık güvenecek. 

Kardeş: Hiçbir bilgimiz yoktu, ne nasıl olur, ne yapmak gerekir. Avukatımız yok. Güveneceğimiz kimse yok. Bir sürü avukat arıyordu tazminat davasına bakalım diyorlardı. Ama yüzde 20-25'ini alırız falan. Biz onlara güvenemediğimiz için bir avukat tutamadık

Sonra? 

Kardeş: Kayı inşaat bütün aileleri arayıp, baş sağlığı dileyip 200 bin lira para verdi. Aslında bunu yardım amaçlı verdiklerini söylediler ama bunu verirken de ibraname imzalattılar. Yani bunu imzaladıktan sonra şikayetçi olamayacaksın. Aslında bu bizim yasal hakkımız,  ama onlar bize bunu bir lütuf gibi veriyor. 

Siz de aldınız. 

Kardeş: Aslında şikayet etmemize engel olur diye almayı düşünmüyorduk.  O zamanlar kiradaydık, kimse çalışmıyor. Ben öğrenciyim. Para yok; zaten dağılmış durumdayız. Mecburen kabul ettik. Bu evi aldık o parayla, gerisi de ben sınava hazırlanırken çalışmadığım için harcadık. 

"Bir Umut Derneği sayesinde şikayetçi olduk" 

Sonra şikayetçi olmaya nasıl karar verdiniz?

Kardeş: Zaten ceza davası kendiliğinden açılıyor. Biz şikayetçi olamayacağımızı düşünsek de ilk duruşmayı izlemeye gittik. Bir Umut Derneği'nin gönüllü avukatları ile tanıştık duruşmada. Bize bunun aslında şikayetçi olmamıza bir engel olmadığını söylediler. Onların desteğiyle dört aileyle birlikte şikayetçi olduk. 

Anne: Allah razı olsun Bir Umut Derneği’ne onlar olmasa halimiz perişandı. Hiç karşılık beklemeden, gönüllü olatak avukatlık yapıp her türlü yardıma koşuyorlar. Hiç yalnız bırakmadılar hiç. 

Diğerleri?

Kardeş: İşçi aileleri "patronlar bize para verdiler, daha ne yapsınlar" gibisinden düşünüyor. Bunu bir kader gibi görüyorlar. Biz zaten bunun bir kaza olmadığını, önlem alınmadığını biliyorduk. Sorumluların yargılanması için şikayette bulunduk.

"Göz göre göre olmuş"

Kim sizce sorumlu?

Kardeş: En başta en tepedeki işveren suçlu. Marmara Park'ın Almanyalı sahibi şey diyor, "ben anahtar teslim anlaşması yaptım, gerisine karışmam, sadece parayı veririm." Sonuçta şu an o alışveriş merkezi işliyor ve para senin cebine giriyor. Sen orada çalışanlardan sorumlusun. Kayı şirketi de Kaldem’in suçudur ben bilmem diyor. Herkes suçu birbirine atıyor. 

Kaldem’in patronuna barınma için en ucuzunu kullan demişler. Çok büyük bir masraf değil oysa, çadır yerine bir konteynır kullansalar, iki üç bin lira fazla ver, ne olacak ki. Bu gerçekten değer vermemek. İşçiler  sanki robot gibi, makine gibi aman ölür bedelini öderiz, yerine yenisi gelir. Böyle görülüyor. 

"Avukatlar işçileri suçluyor"

Çadırda hiçbir şekilde önlem yok. İş güvenliği uzmanı defalarca uyardım diyor. En azından elektrik kaçağı için bir şey takın buraya. Onu bile yapmamışlar. Elektrikçi basit bir şey döşemiş. Tabii işçiler, soba, su ısıtıcı her şeyi bu şekilde kullanmışlar. Yangın çıkmaması mümkün değil.  Acil çıkış kapısı yok. Bir tane kapı var, zaten yangın anında da kapının önündeki yataklar devrilince çıkış kapısı da kalmamış. Bunların hepsi konuşulmuş daha önceden raporlanmış. Eksikler yani her şey ortadaymış. Göz göre göre olan bir şey. 

Karşı taraf avukatları, "yok su ısıtıcı kullanmasalardı, bunu kullanmasalardı" diye işçileri suçluyor. Ne kullansın işçi? Zaten mart ayında buz gibi hava ne yapsın? Hem işçiye düzgün barınma sağlama, hem de işçiyi suçla. 

Avukatlar mı suçluyor?

Kardeş: Evet. Mesela karşı tarafın avukatlardan biri şey diyor; "yangının boyu, ateşin boyu bilmem ne kadardı, istese kaçabilir miydi işçi?" Sanki bilerek kaçmamış gibi. Bir diğeri, "işçi bilinçsiz diyor, ne yaptığını bilmiyor." Ee sen eğitim vereceksin; bunu yapmak zorundasın zaten. Yasalarda da var. Hiçbir eğitim verilmemiş. Ötekisi diyor, "biz parasını verdik, hala niye konuşuyorsunuz". Yani bunu duruşmalarda açık açık çekinmeden yüzümüze karşı söyleyebiliyorlar. 

"Bilirkişi işçinin halinden anlamaz"

Hakimin tavrı nasıl?

Kardeş: Duruşmalarda ilk gittiğimizde hakim şaşırmıştı. Niye burada bu aileler diye. Normalde iş cinayetlerinde bir olay oluyor, avukatlar gidiyor hallediyor; birkaç duruşma sonra halloluyor işler. Parayı alıyor çekiliyor aileler. 

Yani bizim şikayetçi olup davalara gitmemiz alışılmadık bir şeymiş. İşte hakim de başta çok şaşkındı, tavrı çok iyi değildi. Hani biz derdimizi anlattıkça onların da bakış açışı değişti. Başta bizi hep susturmaya çalışan hakim artık karşı taraf bize saygısız bir şey söylediği zaman susturmaya çalışıyor. Ne biçim konuşuyorsun işçiler hakkında, nasıl insan ayırıyorsun, burada aileleri var saygılı ol falan diye. 

Anne: Zaten avukatlar da söylüyor sizin mücadeleniz sayesinde bu dava devam ediyor diye.  

Dava iki yıldır devam ediyor? 

Kardeş: Dava çok yavaş ilerliyor. İTÜ’de bilirkişi heyeti oluşturuldu. Onlar bütün duruşmalarda konuşulan şeyleri görmezden geldiler. İşvereni aklayacak bir rapor hazırlamışlar, buna itiraz ettik. Aynı heyet inceleme yapıp aynı raporu geri yolladılar. Buna da itiraz ettik tabii. Şimdi yeni bir heyet oluşturuldu. 

Ne diyor bilirkişi? 

Kardeş: Suçlu görünen bir elektrikçi, bir tekniker yani bunların üzerine yıkılmış. Onlar da suçlu değil. Mesela oradaki elektrikçi kaç ay önce işten ayrılmış. Oradaki tekniker bütün eksiklikleri raporlamış, yani işini falan yapmış ama suç onlara kalıyor, onlara da haksızlık. İşçiler ölüyor yine işçilere kalıyor suçu. İlk başta onların da avukatları bizi anlamıyordu. Sanki biz herkesin asılmasını istiyormuşuz gibi oysa bizim derdimiz asıl sorumlu kimse o yargılansın. Daha sonra onlar da bizi anladı. 

"Hakim, devlet, medya herkes işçiye karşı"

Anne: Bilirkişiler işçilerin halinden ne anlar. Kendileri işçilerin zorluklarını bilmiyorlar. Patronlar gibi okumuş insanlar da birbirlerini destekliyor.

Kardeş: Hepsi. Hakim de medya da devlet de onları destekliyor. Hani parası olanı, gücü olanı. Sanki böyle şey gibiler işçilere karşı böyle bir örgüt var gibi karşımda. Sendikalar da hiçbir şekilde destek olmuyor. Oysa hukuk devletindeyiz ama biz acımızı bir kenara bırakıp kendimiz uğraşmak zorunda kalıyoruz.

Anne: İşçilerin değeri yok, oysa işçiler olmasa patronlar para kazanmaz. Bu iş yerlerinin denetlemesini devlet güzelce yapmalı. Uygunsuz yerleri kapatmalı. Millet ekmek parası kazanmaya gidiyor, canından oluyor.

Siz duruşmalar dışında her ayın ilk pazar günü Vicdan Nöbeti'ne de gidiyorsunuz.

Kardeş: İlk başta bizim davamız bu suçlular yargılanacak diye bakıyordum. Sonradan diğer işçi aileleriyle tanıştım, sadece bunu bizim yaşamadığımızı gördüm. Bu genel bir sorun. O yüzden vicdan nöbetlerine gidip konuşuyoruz. Başkalarının da artık başına gelmesin diye. Aileler de dayanışma içinde. Herkes birbirinin duruşmasını takip ediyor, anmasına geliyor, başsağlığına gidiyor. Bu dava sonuçlandıktan sonra ben çekilmeyeceğim oradan.

Anne: Orada bize destek çıkmaları bunlar bize iyi hissettiriyor. Orada derdimizi bölüyoruz. Hoş oluyoruz. Yalnız kaldığımızda çok kötü.

"O AVM 11 işçinin mezarı"

O AVM'nin açılışına da gittiniz. 

Anne: Ölümlerden altı ay sonra gösterişli açılış yaptılar. 11 ölen işçiyi anmadılar bile. Sanki orada hiçbir şey olmamış gibi. 11 kişinin mezarı o alışveriş merkezi. 

Kardeş: İnsanlar bilmesine rağmen çok rahat gidiyor o alışveriş merkezine. Benim arkadaşlarım falan da orada olduklarını duyurmak için akıllı telefonlarıyla check in yapıyor. Oysa benim ağabeyim, 11 işçi öldü orada. (NV)

* Yeni bilirkişi raporunun beklendiği Esenyurt davasının bir sonraki duruşması 12 Haziran'da Bakırköy Adliyesi'nde görülecek. Aileler de orada olacak. 

** İş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin yakınları 28 Nisan'ın "İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü" olarak ilan edilmesi için bir imza kampanyası başlattı.

Güncelleme Tarihi: 28 Nisan 2014, 17:35
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER