İki orta yaşlı, iyi giyimli kadının konuşmasıyla açılıyor film. Biri diğerine kızgın olduğu oğlunu anlatıyor. Oğul sorumsuz, vefasız falan. Annesinin onaylamadığı biriyle birlikte ve ailesini de bu yüzden ihmal ediyor anneye göre.
Soğuk cümle
Filmin ilk tokadı burada geliyor: “Keşke iki çocuk yapsaydın, o zaman birini seçme şansın olurdu.” Annelikle çok bağdaşmayan soğuklukta bir cümle bu.
Ailenin üst sınıf yaşamına konuk oluyoruz bir süre; gösterişli partiler, operaya gitmeler, seçkin bir çevre görüyoruz etraflarında. Sonra asıl meselesi başlıyor filmin; bir trafik kazası ve sonrasında yaşananlar. Oğul iyi, yaralanmamış ama bir çocuğu öldürmüş. Ve hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden karakol sahneleri, polislerle yapılan görüşmeler, bilirkişiler, hatırlı tanıdıklarla yapılan telefon konuşmaları ve derken rüşvet verip olayı örtbas etme çabaları başlıyor.
Oğluna kızgın anne onu hapisten kurtarmak için adeta bir kaplan kesiliyor ve yanlış da olsa her şeyi göze almış, ölen çocuğun hakkını, adaleti hiçe sayarak. Bu sahneler uzun tutulmuş, başta zorlanıyor insan ama sebebi var. Bozuk düzeni, gecikecek hatta belki hiç gelmeyecek adaleti görelim; ölen yoksul biri olunca çarkların hep zenginden yana döndüğünü anlayalım diye var bu sahneler.
Ölen öldüğüyle kalır
Fakat bir tuhaflık var ortada; oğul bütün bu çabalara rağmen anneden memnun değil, hatta soğuk davranıyor, annesini azarlıyor yer yer. Başta kızdığımız bu tavır senaryo oya gibi işlendikçe anlaşılır hale geliyor. Bu düzen aile ilişkilerini de bozuyor. Evlatlarımızı nasıl yetiştiriyoruz, her imkanı sağlarken neler eksik kalıyor, iletişim nasıl bozuluyor onu sorgular hale geliyoruz.
Anneyi oynayan Luminita Gheorghiu’nun performansı müthiş. Oğlu için çırpınan bir anne ama ne anne ne de insan olarak empati kuramıyoruz, özdeşleşemiyoruz karakterle, Gheorghiu bunu nefis kotarıyor her jesti, mimiğiyle. Sonuçta kol kırılıp yen içinde kalıyor; aile bir şekilde çözüyor kendi sıkıntısını, buna çözüm denirse elbet. Ölen çocuğun ailesiyle görüşülüp günah çıkarılıyor, yardım teklif edilip vicdanlar temizleniyor. Ölen öldüğüyle kalacak, imkanı olan kurtulup yaptığı yanına kâr kalacak. Tatmin edici değil, hatta rahatsız edici bir son bu; adalet yok çünkü. Tıpkı hayat gibi.
"Sevgiyle büyüttük"
Filmi Türkiye’de seyretmek, hele de bu günlerde sizi başka türlü rahatsız edebilir. Çünkü tanıdık gelecek… Çünkü bu günler yolsuzluk, hırsızlık, adaletsizliklerle dolu.
Parası, çevresi olan herkesin her şeyi yapabildiği sonra da hayatına devam edebildiği günler. Hatta çok da uzak olmayan bir geçmişte yaşanan ölümlü bir trafik kazası ve bundan kolayca kurtulan bir oğul hatırlayacaksınız. İsim veremiyorum, önemli birinin oğluydu diyelim siz anlarsınız elbet.
Festivalde kaçırdıysanız Başka Sinema’da mutlaka yakalayın Çocuk Pozu’nu. “Biz onu sevgiyle büyüttük” diyen bir annenin karşısında timsah gözyaşı döken, oğlunun gittiği okulları, kayak şampiyonluklarını anlatıp böbürlenen küstah anneyi görünce boğazınıza düğümlenenleri düşünmek için… / Bianet
Güncelleme Tarihi: 12 Ocak 2014, 21:35