Tuncel: Meclis'in kalıbına girmemeyi tercih ettim

Tuncel, Meclis günlerini anlattı, "Meclis'in ve milletvekilliğinin kalıbına sığmamamayı tercih ettim" dedi. Tuncel'in en çok yaptığı vurgusu ise şu: Milletvekilliği bitti ancak mücadele bitmedi. Bu daha başlangıç mücadeleye devam

Tuncel: Meclis'in kalıbına girmemeyi tercih ettim
 İki dönem milletvekilliği yapan Sebahat Tuncel, Meclis günlerini anlattı, "Meclis'in ve milletvekilliğinin kalıbına sığmamamayı tercih ettim" dedi. Tuncel'in en çok yaptığı vurgusu ise şu: Milletvekilliği bitti ancak mücadele bitmedi. Bu daha başlangıç mücadeleye devam.

İki dönem milletvekilliği nasıl geçti? Cinsiyetçi saldırılarla nasıl baş etti? Çaresiz kaldığı anlar oldu mu? Günlük hayatı nasıl değişti? Meclis'in kalıbına girebildi mi? Aşkı nasıl tanımlıyor? Bundan sonra ne yapacak?

Tuncel, evinde bu sorulara yanıt verdi. Meclis'in ve vekilliğin kalıplarına girmeden milletvekilliği yaptığını anlattı. Çok zorlandığı günlerden bahsetti. "Bu can bende olduğu müddetçe unutmayacağım" dediği olayları anlattı. Ancak hep, "Devrimci mücadelem devam ediyor" dedi ve ekledi: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.

Her anı son derece keyifli olan ve Tuncel'in çoğu zaman gülerek yanıt verdi röportaj şöyle:

İki dönem milletvekilliği yaptın. Su gibi mi akıp gitti, yoksa kabir azabı gibi uzun mu sürdü? Nasıl geçti vekillik günleri?

Kadın özgürlük mücadelesi açısından baktığımda önemli deneyimlerle geçti. Devrimci siyasetin içinde olan biriyim. Hayatımda hep sokakta kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesini daha görünür kılma çabası içerisinde oldum. Bunun yanında Kürt özgürlük sorunu da, kadın özgürlük sorunu ile başat gitti. Parlamento bu mücadeleyi görünür kılmak açısından önemli bir zemin oldu. Kürt kadın hareketinden gelen kadınlar olarak ilk dönem 8, ikinci dönem 11 milletvekili arkadaşımızla bu süreci götürdük. Parlamenter sistem her şey değil ama parlamentoda yapılan yasalara müdahale etmek, sözünü görünür kılmak, komisyon toplantılarında parti politikasını anlatabilmek önemli bir kazanımdı. Biz daha öncesinde hep sokakta, Meclis kapısında eylem ve etkinlikler yapıyorduk. Bu defa Meclis'in içinde bir mesai harcadık. Bence önemli olan kadın hareketi ile bağını koparmadan Meclis'te çalışmayı yürütmüş olmak. Sokakla ile Meclis'in bağını hiç koparmadım. O günlerde Demokratik Özgür Kadın Hareketi, bugünkü adıyla Özgür Kadın Kongresi'nde (KJA) ürettiğimiz politikaları parlamentoda gündemleştirdik. Bunun da çok etkisini gördük. Diğer siyasi partiler de, kadın hareketinden gelen kadınların Meclis'te siyaset yapma tarzını takdir etti. Bize 'Çok güçlü danışmanlarınız var galiba' diyenlere hep 'Güçlü bir kadın hareketimiz var' yanıtını verdim. 

İLK BİR YIL BENİM İÇİN ÇOK ZORDU

Araya giriyorum. Çünkü ben senin biraz da duygularını öğrenmek istiyorum. Nasıl bir milletvekili olduğuna tanığım, sokaktaydın. Meclis'te de ezilenlerin temsilcisiydin. Cezaevindeyken milletvekili seçilen, Meclis dışında siyaset yapma alışkanlığı olan birisin. Ancak halkın vekili de olsan parlamentonun bir takım kabul ve kalıpları var. Örneğin bunlara uyum sağlamak senin için kolay oldu mu?

Kişisel tarihim açısından çok güçlü olanakların ortaya çıktığı bir dönemi de yaşadım. Bir kadın devrimci olarak cezaevi süreci, ardından Türkiye'de 550 insanın içinde yer almış olmak... Kendimi daha çok baskı altında hissettiğim dönem oldu. Cezaevinden çıkmış olmak ve kampanyayı başka arkadaşların yürütmesi, halka karşı sorumluluğumun çok daha fazla olduğunu bana hissettirdi. Her hareketimde, halkla ilişkilerde, parlamentodaki duruşta bunu çok yoğun yaşadım. İlk bir yıl benim için çok zordu. Medyanın sürekli bir yere çekiştirmek ve politik kimliğinden arındırarak magazinleştirmek istediği döneme karşı da bir duruş oldu. Halkın beklentileri ile karşılaşmaya, parlamentonun dönüştürücülüğüne teslim olmadan devrimci siyaset içinde kalmaya çalışırken, belli kalıplarla da karşılaşıyorsun. Kılık kıyafetinden duruş biçimine kadar. Eskisi kadar özgür olmuyorsun. Sürekli göz önünde olduğun için bunun yarattığı başka bir baskılama durumu ile karşılaşıyorsun. Tüm bunlara hep kolektif bir yerden baktım. Kadın hareketinin temsilcisi olarak ürettiğimiz politikaların nasıl temsil edilmesi gerekiyor? Buradan baktım. Artık kamuya mal olmuş bir insansın, 'Sebahat' olmaktan, 'Sebahat Tuncel'e dönüşmüşsün. Aslında bu durum doğal olanı da bir şekilde ortadan kaldıran bir durum oluyor. Her iki taraf açısından da böyle. Kendi kamuoyumuz; Kürt hareketinin ve devrimci/sosyalist hareketin, aynı zamanda sistemin de sana biçtiği bir rol, duruş oluyor. Dikkat edersen aslında 8 yıl boyunca benim ne kadar sert birisi olduğum kamuoyuna yansıdı. Sokakta karşılaştığım insanın söylediği ise; hiç ekranda göründüğü gibi değilsin.

Çok karşılaştın mı bu değerlendirme ile?

Çok fazla. 'Medyada bize tanıtıldığın gibi değilsin' diyen çok çok oldu. Medya bizim ideolojik politik perspektifimizin ve siyaset yapma tarzımızın yeni bir rol model olmaması için bizi hep başka türlü gösterdi. Özgür kadın rol modeli toplum tarafından kabul edilmesin diye, Aysel Tuğluk'tan Emine Ayna'ya, bizde siyaset yapan tüm kadınları hep negatif göstermeye çalıştılar. Bu iki kadın rol modelin çatışması. Sistemin, kadına biçtiği "edilgen, geleneksel cinsiyetçi rolleri devam ettiren ve sadece aile içerisinde kalan" rol ile özgür, sadece kadın politikalarında değil genel politikalarda da etkin olan, eşbaşkan olan kadın rolü arasındaki çatışmaydı. Daha çok kadınlar gündemde oldu. Kadınların yaptıkları sistem tarafından daha çok sorgulandı, ana akım medya hep negatif gösterdi. Bunu kişisel olarak daha yoğun yaşadım ama bütün kadın arkadaşlarımız bu saldırılarla karşı karşıya kaldı. Parlamento sonuçta sizi sistem içine çeken bir yer haline de geliyor. Belli kalıplara girmek zorundasınız. Meclis'e girerken, döpiyes giymek zorundasın. Neyse ki pantolon yasağını kaldırdık. Ancak sonuçta belli kurallara uygun giyinerek genel kurula geliyorsun. Yoksa Genel Kurul'a giremiyorsun. Bu bir kere seni başka türlü olmaya zorluyor. İkincisi, sistemin siyaset yapma tarzı ve anlayışı ile bizimki çok farklı. Erdoğan'ın 'Bunlar sokağı da Meclis'e taşıdı' sözü bir öfkenin ancak aynı zamanda bir gerçeğin ifadesi. Çok öfkelendiler çünkü Meclis'i sokaktan çok ayrı, bir grup elitin siyaset merkezi haline getirmelerini engellemeye çalıştık.

Kendini Meclis'e ait hissettin mi hiç?

Benim zorlandığım çok şeyler oldu. Kavgayla geçti aslında. Kendimi anlatma derdim vardı. DTP dönemi daha zordu. En çok mobing uygulanan gruptuk. Irkçı yaklaşımla karşı karşıya kaldık. İkinci dönem biraz daha rahattık. Ürettiğimiz politikalar, siyaset yapma tarzımız toplumda da bir karşılık bulmuştu. Çözüm sürecinin başlaması atmosferi de etkiledi. Kadınlar olarak, ırkçı ve cinsiyetçi yaklaşımları daha yoğun yaşıyorsunuz. Ama parlamentoda DTP ve HDP'li kadınların çok önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Yeni dil yaratmak, kadın politikaları bakımından siyaset üstü bir duruşu sergilemek açısından katkılarımız çok oldu. Türkiye'nin demokratikleştirilmesi ve Kürt sorunun çözümü konusunda da çok büyük katkıları olduğunu düşünüyorum. 

Sabırsız birine benziyorsun, nasıl tahammül ettin bu yaklaşımlara?

İnsan, kişiliğine yönelik saldırılarda cevap vermek durumunda kalıyor. Meşru savunma insanın en temel hakkı sonuçta. Sürekli bir cevap verme hali olunca, medyanın yarattığı "sert vekil" algısı da güçleniyor. Ancak bu tip saldırılara da cevap vermen, tavır göstermen gerekiyor, aksi halde durumu kabullenmiş oluyorsun. Parlamentoda sürekli bir gergin hava yok aslında. Konuşmalar sırasında herkes televizyonlar vasıtasıyla kendi kitle tabanına da seslendiği için hava gerilmiş oluyor. Ayrıca en küçük grup olmamıza rağmen herkes bizim üzerimizden siyaset yaparak, kendi seçmenine sesleniyordu. 

Meclis'te "kadınlık" ortak bir payda oluyor mu?

Sadece kadınlarla ilgili sorunlarda oluyor ancak genel siyasette olmuyor. 4 partideki kadınlar açısından bir ortaklaşma oldu ama genel politikada kadın bakış açısı için bir ortaklık kurulduğu söylenemez. Kaldı ki, kadına yönelik şiddete karşı mücadelede, iktidar partisinin yöntemi, geleneksel roller içine kadını hapsederek, şiddeti azaltmak. Oysa biz bu geleneksel rollerin şiddet ürettiğini söylüyoruz ve bunun değişmesini istiyoruz. Bu durumda zaten ortaklaşma yaratmak mümkün değil. Türkiye siyasetinde kadın özgürlüğü konusunda çok önemli öncülük ettiğimizi düşünüyorum. Bununu hakkını diğer siyasi partiler de temsil ediyor. 

Ancak bu dönem kadın vekil temsiliyeti yüzde 40'da kaldı. 

Bu önemli bir temsil. Hedefimiz eşit temsil. Geçen dönem hedefimiz yüzde 40'tı ama yüzde 36'da kaldık. Şimdi eşit temsil hedefledik, yüzde 40 çok önemli bir kazanım. Ancak yüzde 50 eşit temsil oranında aday gösterildi. Kadınların seçilebilir yerlerden aday gösterilmesi, yüzde 40'lık temsiliyet Türkiye açısından bir devrim. Diğer siyasi partilerde durum vahim.

Diğer siyasi partiler ile karşılaştırma yapmadan, HDP'nin kendi ilkeleri bakımından yüzde 40'ı hatırlattım.

Bu bir ilke. Parti bunun için mücadele ediyor. Ön aşamalarından birini parti yüzde 40 ile gerçekleştirdi. Önemli olan kadın arkadaşların kadınların eşit temsili konusunda verilen mücadeleyi görünür kılması ve kadın politikalarını hayata geçirmesi. Bunlar toplumda kabul gördükçe 'Evet kadınlar da kazanıyor' diyor. 2002 seçimlerinde seçilebilir yerden 50 kadın adayımız vardı. Baraj altında kaldığımızda, 'Kadınla kaybettik' denildi. Daha sonraki seçimlerde ve yerel yönetimlerde kadınların gösterdiği performans üzerine 'kadınla kazandık' denildi. 'Kadınla kaybettik'ten 'kadınla kazandık' noktasına gelinmesini ve artık eşit temsiliyetin kabul edilmesini sadece Kürdistan değil, bütün Türkiye açısından büyük bir kazanım olduğunu düşünüyorum. 

HDK/HDP'DE ISRAR ETMEK EN İYİ YAPTIĞIM İŞ OLDU

Geride kalan vekillik döneminde 'İyi ki de yaptım' dediğin ne oldu? O yaptığın hareket tartışılmış olsa bile... 

Çok özel bir şey yok. Ancak en iyi yaptığım şey; HDK ve HDP'de ısrar etmek oldu. Bu projenin sahibi Sayın Öcalan. O'nun desteği çok oldu. Ben de başından beri çalışmasında yer alan biriyim. Bugünde barajı aşarak 80 milletvekili ile parlamentoda temsil edilince, 'İyi ki de ısrar etmişim' diyorum. Zorlayıcı bir süreçti benim açımdan da. Sonuçları açısından çok iyi oldu. Genel olarak yaptığım şeylere 'İyi ki yaptım' diyorum. Bazen senin dışında gelişerek yapmak zorunda kaldığın şeyler oluyor. Parlamentoda, kadın, ekoloji ve emek alanlarında daha çok çalıştım. Bunları da isteyerek yaptım. 'Keşke şöyle olmasaydı' dediğim şeyler var mı...

Çokça konuşulan polise tokat atma olayı...

Tahmin ettim onu soracağını...

O GÜN BENİM REFLEKSİM DEVLETE İSYANDI

Ama sorulur bu soru.. 

O da benim dışımda gelişen bir durumdu. Ben genelde kontrollü biri olduğumu düşünüyordum. Ama bazen yapılanlar karşısında kontrolünü kaybedebiliyor insan. Bu konuda konuşmadım. Çünkü tasarlanarak, planlanarak yapılmış bir eylem değildi. İnsanların bir yürüyüş talebi bile devletin çok yoğun şiddeti ile karşılanmıştı o gün. Benim ki bu şiddete isyandı. Benim refleksim devlete karşıydı. İnsanların devletin kullandığı gazdan baygınlık geçirdiği bir andı. Gezi direnişi ile birlikte Batı'nın bu devlet şiddetini anladığını düşünüyorum. Devletin şiddeti hep Kürdistan'daydı ve halkın yaşadıklarını Batı çok da iyi anlamıyordu. İnsanların öfkesi, isyanı, devlet kurumlarına karşı duyulan güvensizliğin nedeni anlaşılmıyordu. Gezi'de devlet şiddeti ile hayatlar söndükten sonra anlaşıldı. Tokat meselesi üzerinden konuşmadım, dikkat edersen benim dışında konuşmalar oldu. 'İyi yaptım ya da kötü oldu' diye bir tartışma da yürütmedim. İki temel tepki ile karşılaştım. Bir kesim, 'Devlete nasıl el kaldırılır' diyerek nefret etti. Bu tepkiye sahip kesimin daha küçük olduğunu düşünüyorum. İkincisi ise devletin şiddetin maruz kalan insanlardaki rahatlama duygusuydu. 

Be bu gruba giriyorum.

Çok karşılaştım bu duyguyu dile getirenlerle. Bu nedenle çok ezildiğim zamanlar oldu. 'Tokatı hangi elle attın' diyerek elimi öpmek isteyen insanlar oldu. 

Kişisel duygumu aktarmak istiyorum. Üniversitede öğrenciyken gözaltına alındığımda, işkenceci polislerin ilk yaptığı, tokat atarak aşağılamaya çalışmak olmuştu. Ben senin attığın o tokatla, bana yapılan o işkencenin hesabı soruluyor duygusu çok yaşadım açıkçası. Her zamanda 'Halkın vekili böyle olur, yanında değilken de duygularına tercüman olur. Helal olsun' dediğim çok oldu. Neyse bunu konuyu bitirelim. Başka bi sorum var; milletvekilisin ve insanlar senden bir şeyler bekliyor. Çaresiz kaldığın anlar oldu mu?

2012 yılı o açıdan bizim çok zorlayıcı bir yıl olmuştu. Çok fazla şehadetin olduğu bir dönemdi. 'Engelleyebilir miydik' diye çok düşündüm. Devletin çok kapsamlı saldırıları vardı. Bir yandan KCK operasyonları, diğer yandan gerillaya yönelik operasyonlar. Biz sürekli sahadaydık, engellemeye çalışıyorduk. İnsan 'Bunları engelleyebilmek için daha ne yapabilirim' diye soruyor kendine. Canlı kalkan eylemlerine katıldık. Ama yaptıkların yetmeyebiliyor. İnsan hayatı o kadar kolay gidiyor ki. Hala da öyle. Kobanê'de büyük bir zafer kazanıldı ancak çok büyük kayıplarla oldu. Diyarbakır'daki mitingde yaşanan büyük bir katliam girişimiydi. Bunları engelleyebilir miydim, diye çokça düşündüm tabi ki. Çünkü her bir ölüm aynı zamanda senden bir şey götürüyor. 

Milletvekilliğinin bu gibi durumlarda beni bağladığı anlar oldu mu?

Ben klasik anlamda hiç milletvekili olmadığım için... Genel olarak bana dayatılan reddettim; giyimde kuşamda. Herkes benim dağınık olduğumu söyler. Medyada çirkinlik üzerinden en çok tartışması yürütülen kişi benim galiba.

Bence çok güzel bir kadınsın.

Bu da ideolojik bir mesele. Sosyal medyada sürekli 'Çirkin kadın yoktur, BDP'liler vardır. En çok da Sebahat Tuncel vardır' diye çokça yazıldı. Cinsiyetçi milliyetçi yaklaşımın ifadesi. Fiziksel yönünle belden aşağı bir siyaset tarzıyla seni vurmaya çalışıyor. Sinop'u yaşadığım sürece unutmayacağım. Belki ileride bir gün yazarım o günleri. Benim üzerimden geliştirilen 'Diğerlerini bırakın Sebahat Tuncel'i verin' şeklindeki cinsiyetçi saldırılar çok kötüydü. Nasıl baş ediyorum? Görmezden geliyorum. Ancak insanın yaşamında düşündüğünde farklı duygulara dönüşebiliyor tabi ki. 

Sevenin çok ama sevmeyenin de çok. Güvenlik kaygısı yaşamıyor musun?

İlk seçildiğimde 3 ölüm listesinde ismim vardı. Kişisel bir kaygıdan ziyade, ortaya çıkacak bir durumun toplumsal sonuçlarını da düşünerek kendi tedbirimi almaya çalışıyorum. Ama bu tip saldırıların bir merkezi organizasyon ve karar olmadan çok gerçekleşmeyeceği ortada. Her zaman için de bir risk var tabi ki. Ancak siyaset de risk almadan yapılmıyor. Korkularım bugüne kadar bana hiç yön vermedi. Tehditler bugüne kadar beni gerileten, sokaktan, mücadeleden çeken bir etki yaratmadı üzerimde. Aksine halkın bana yüklediği sorumluluğu yerine getirerek en önde olma konusunda net oldum. Devrimciler açısından parlamenter siyaset amaç değil araçtır. Benim için esas olan sokakta, mahallede, halkın içinde ürettiğim politika. Parlamento da bunu görünür kılmak açısından önemli. Milletvekilliğinde benim için en önemli olan şey, devleti denetleme görevini yerine getirmekti.

Siyasetin dışında soruyorum; "Sebahat" ile "Sebahat Tuncel"in günlük yaşamı nasıl değişti?

Benim aslında siyaset dışı bir günlük yaşamım yok. 'Milletvekilliği bitti, kendime belki zaman ayırırım' dediğimde, aileden herkes önce yüzüme bakıp, sonra 'Sen mi?' diyorlar. Çünkü beni işkolik olarak tanımlıyorlar. Benim yaşamımla devrimci siyaset çok başat gidiyor ve hiç özel olanım olmadı. Olmayacak gibi de görünüyor. Sebahat olarak yapmayı sevdiğim şeylere bazen fırsat buluyorum. Örneğin sinemaya, tiyatroya gidiyorum. 

SEBAHAT TUNCEL'İN HAYATINDA SİYASET DIŞINDA BİR ŞEY YOK

Tek başına yapabiliyor musun ki bunları?

Yanımda bir arkadaşımla ancak. Bir kadın arkadaşla çalışıyor olmanın bu anlamda avantajı oldu. Milletvekilliği ile sosyal çevre hem çok genişliyor hem de çok daralıyor. Gerçi ben sosyal çevremi, ilişki tarzımı hiç değiştirmedim. 

İki dönem vekilliğe rağmen, önceki mahallen olan 1 Mayıs Mahallesi'nin gençlerinde "Bizim Sebahat" diye bahseden hala çok. Buna tanık oldum. Milletvekili gibi bir yapay yüceltme ile bahseden yok açıkçası. 

Doğru. Ben de öyle milletvekili gibi davranmadım zaten. Herkesin gittiği yerlere gittim. İnsanlar çok şaşırıyor. Gençlerin gittiği bir yere yemek yemeğe gittik bir gün. Dediler ki; milletvekili. Yanındaki ise, 'Yok milletvekili buraya gelmez' diyor. Bütün kalıplara, kendini yurttaşlardan ayıran elit siyasete karşı direndim. 

Özgürlük alanları ortadan kalkmıyor mu?

Kısıtlamalarım da oldu tabi ki. Eskiden arkadaşlarla bir yerde oturup sohbet ederken, bunu çok yapamadım. Gittiğin yerde zaten rahat oturamıyorsun, her gelen sohbet etmek ya da fotoğraf çektirmek istiyor. O zaman ortamın doğallığı kalmıyor. Konser, tiyatro, sinemaya gitmeye çalışıyorum, kitap okuma alışkanlığımı devam ettiriyorum. Aslında Sebahat Tuncel'in hayatında siyaset dışında başka bir şey yok. Bir de benim alanım çok genişti; ekoloji, kadın ve emek alanları. Bu alanlardaki her yere gitmek durumunda kaldım.

MÜCADELE İÇİNDE OLMAK BENİ MUTLU EDİYOR

Doğrusu bu mu? LGBTİ Sebahat Tuncel, kadın öyle, ekoloji öyle... Milletvekili azlığından mı böyleydi, senin siyaset yapma yöneliminle mi ilgiliydi?

Kişinin siyaset yapma yaklaşımı ile de alakalı bir durum. Bir de bizde bu alanlara ilgi duyan arkadaş sayısı azdı. Kürt sorunu herkesin üzerinde söz söylediği bir alan. Ama diğer alanlarda aynı derecede olmadı. Bu kadar çok yoğun olmak bir de devrimci yaşam dışında hayatına başka bir seçenek koymamakla da alakalı bir durum. Ben hangisi ile mutlu oluyorum? Mücadele içerisinde olmak beni mutlu ediyor. Başka bir arayışım olmuyor. Aksine, devrimci yaşamın dışında düşününce kendimi kötü hissediyorum. Bir iki gün boşluk olunca 'Ne oluyor?' diye düşündüğüm zamanlar oluyor. 

Aklımdan geçen bir iki soru daha var ancak özel alana girer mi kestiremiyorum.

Sor, sor. Aklında kalmasın.

'Özel yaşam' derken neyi kastediyorsun?

Geleneksel olarak bize öğretilen aile ilişkilerini kast ediyorum. Hayatını kendine göre planlamak. Ben ise kendimi hayata göre planlıyorum. Kendimi yaşanan siyasal gelişmelerin ihtiyaçlarına göre konumlandırıyorum. 

Seninle ilgili merak edilenlerden biri de şu; evli misin, nişanlı mısın ya da sevgilin var mı?

Evli değilim, evlenmeyi de düşünmüyorum. Geleneksel bir yaklaşımla 'Davamla evliyim de' demiyorum. Bu çok gerçekçi de gelmiyor bana. Kadın/erkek ilişkilerine, kadın özgürlüğüne baktığımız nokta önemli. KJA'nın genel yaklaşımı kadın özgürlük perspektifidir. Hayata yeniden bakmak, geleneksel ilişki tarzını değiştirmek. Bugüne kadar kurulan ve sürekli eşitsizlik ve şiddet üreten ilişki tarzını yeniden sorgulamak. Örneğin, demokratik aile kavramını yeniden tartışmaya açmak. Esas olan kadınların özgür bir birey olarak toplumda yer edinmesi. Bu kişisel olmaktan ziyade toplumsal bir mesele. Aşka da böyle bakıyorum. Kişisel olarak değil, toplumsal olarak güzel olana, doğru olana, iyi olana aşık olmak. Bu toplumsallaştıkça aslında bakış açınız değişiyor. Bireyden çıkıyor, toplumsallaşıyor. O zaman hayata başka bir perspektiften bakıyorsunuz. Bu zor bir konu. Gelenekselliği sürdürülen alanlardan biri. Kadın/erkek çelişkisi, tarihin en eski çelişkisi. Bu iktidar, tahakkümü de sorgulamak gerekiyor. Bireysellikten çıkınca bütün kavramlar işin içine giriyor, mesele de siyasallaşıyor ve toplumsallaşıyor. Yaşama dair hedeflerin değişiyor. Kürt hareketine ilk girdiğim yıllar -1998-1999 süreci- HADEP döneminde, benim açımdan devrimsel süreç dediğim şey; kadın özgürlük meselesiydi. Sosyalist bir aileden geliyordum. Sol, sosyalizm mücadelesi benim için daha esas bir mücadeleydi. Kadın olmak o kadar çok öncelikli bir durum değildi. Ancak Kürt hareketine girdiğim andan itibaren benim için devrimsel bir durum oldu. O günden sonra ben hep kadın politikası yürüttüm. 

Kendi özgürleşmenle de ilgili....

Çok alakalı bir durum. Sistem sorgulamasını kendi kişiliğinde yapıyorsun. Seni ne kadar esir almış? O dönemde yaşadığımız gerçeklikle yaşanması gereken gerçeklik arasında çok ciddi bir fark olduğunu gördüm. Erkek egemen sistem bizi o kadar çok esir almış ki ve farkına varmadan hepimiz bu sistemin bir işbirlikçisi haline gelmişiz. Bunu fark edince iliklerinize kadar kendinizi yeniden sorguluyorsunuz. Bu kez sistemin sana 'doğru' dediği yalanlardan arınmak, sonra yenisi kurmak için mücadelen başlıyor. 

Söylediklerinin bazılarına katılmakla birlikte, bazılarına katılmıyorum. Aşk konusunu idealize ettiğini düşünüyorum. Ayrıca bu tanımlama içinde, şu dünyada kimse kimseyi sevemez, sonucu çıkıyor.

İdealize etme değil aslında. Devrimci siyaset içinde yer alınca ona göre koşullar ve ilkeler belirleniyor. Bu koşullar ve ilkelere göre yaşamaya başlıyorsun. İdealize edilen bir yerden ziyade bir gerçekliği ifade ediyor. Buradan bakınca anlaşılabilir ancak geleneksel bir yerden bakınca anlaşılması zor bir durum. 

İŞİMİZ DAHA YENİ BAŞLIYOR

Milletvekilliği bitti. Bundan sonra ne yapacaksın?

Daha yeni başlıyor iş. Bizim açımızdan yeni bir dönem. HDK'nin bağrından çıkmış HDP, Türkiye siyasetinde çok etkili bir noktaya geldi. Parlamentoda daha güçlü temsiliyeti olacak. Ancak asıl işimiz sokakta, halkı örgütlemek, yeni bir yaşam diye tarif ettiğimiz kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi inşa etmek gibi bir sorumluluğumuz var. O nedenle işimiz yeni başlıyor. Seçimler bize kullandığımız aracın doğru olduğunu gösterdi. O zaman bu aracı güncelleyerek devam edeceğiz. HDK'nin kendini yeniden yapılandırması, bugüne kadar ortaya çıkardığı deneyimi değerlendirmesi lazım. İleriye doğru nasıl adım atacağız? HDK/HDP ilişkilerini nasıl aktif hale getireceğiz? Bunları tartışacağız. Kasım ayında büyük bir olasılıkla HDK'nin genel kurulunu yapacağız ve Kasım ayına kadar da delegelerin seçilmesi, yerel meclislerin oluşturulması gibi çalışmalarımız olacak. İkincisi; Kadın Özgürlük Meclisi'nin çalışmalarında yer alıyorum. KJA'nın çağrısıyla oluşturulan feminist hareket ve sosyalist hareketten kadınlar ile Kürt kadın hareketinin çözüm sürecine müdahalesini ifade eden bir çalışma bu. Diğer alanda, Sayın Öcalan'ın çağrısıyla toplanan Demokrasi ve Barış Konferansı var. Ekim'de gerçekleştirebilirsek, 3. dönem konferansını yapacağız. Eğer olmazsa da ara dönem toplantısı gerçekleştireceğiz. İş çok. Bu üç temel çalışma içinde yer alıyorum. HDK'nin eş sözcülüğünü şimdilik yürütüyorum. 

Davaların vardı. Tutukluluk tehdidi devam ediyor mu hala?

Yaptığım konuşmalar nedeniyle Meclis'te hakkımda 62 fezleke var. Bunlar yeni başlayacak. Ancak asıl yargılandığım ve bir süre tutuklu kaldığım davada da Anayasa Mahkemesi "yeniden yargılanma" kararı verdi. Bu durumda tutuklanma durumu ortadan kalktı. Mahkemenin yeniden yargılama sürecinde belli olacak durum. Ancak hukuki olarak ele alınsa beraat etmem gerekiyor ama siyasi olarak davranılırsa durum farklı olur tabi ki. Şimdilik yakın süreçte tutuklanma riski görünmüyor ama hiç riskin olmadığı bir durumda yok tabi ki. 

Sen bu risk altında Türkiye'de siyaset yapmaya devam edeceksin...

Evet. Cezaevinde olan binlerce olan arkadaşımız var. Önemli olan çözüm sürecinin başarıya ulaşması ve onların serbest bırakılması. Ama bulunduğum yerde zorlukları ne olursa olsun siyaset yapmayı tercih ediyorum. Ama siyaset de risk işidir. Emek, ekoloji, kadın ve barış mücadelesini burada devam ettirmek niyetindeyim, ömrümüz yeterse, başımıza bir iş gelmezse, cezaevine girmezsek.  / Firatnews

Güncelleme Tarihi: 16 Haziran 2015, 09:09
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER