20 yıllık bir adalet arayışı: Vartinis

Önce "PKK yaptı" denildi. Ardından zaman aşımı kararıyla "faili meçhul"e ihale edilen Öğüt ailesinin 7'si çocuk 9 ferdinin diri diri yakıldığı Vartinis katliamı davası, yüzleşme ve adalet arayışının çarpıcı bir öyküsü ve örneği.

20 yıllık bir adalet arayışı: Vartinis
Önce "PKK yaptı" denildi. Ardından zaman aşımı kararıyla "faili meçhul"e ihale edilen Öğüt ailesinin 7'si çocuk 9 ferdinin diri diri yakıldığı Vartinis katliamı davası, yüzleşme ve adalet arayışının çarpıcı bir öyküsü ve örneği. 


12 Eylül askeri darbesinin ülke genelindeki işkence ve katliamlar konsepti, 1990'larda Kürdistan'da çok daha yoğun ve etkin biçimde sivilleri hedef aldı. Bu katliamlar, ya "PKK yaptı" ya da "faili meçhul" denilerek, üzeri örtülmeye çalışıldı. Muş'un Korkut ilçesinin Vartinis (Altınova) beldesinde 3 Ekim 1993'te yaşanan vahşet de bu silsilenin bir parçası. 9 kişilik Öğüt ailesi, diri diri yakılarak katledildi. 
Soykırım derecesindeki katliamda Nasır Öğüt (43), hamile eşi Eşref Öğüt (43), çocukları 13 yaşındaki Sevim Öğüt, 12 yaşındaki Sevda Öğüt, 11 yaşındaki Şakir Öğüt, 8 yaşındaki Mehmet Şirin Öğüt ile 1 ve 4 yaşları arasındaki Cihat Öğüt, Aycan Öğüt, Cihan Öğüt yanarak can verdi. Bu katliamdan Aysel Öğüt ise sağ kurtuldu. Aysel Öğüt, 2003 yılında katliamın sorumlularının yargılanması için başlattığı hukuk mücadelesiyle adalet arayışını sürdürdü. Fakat bu hukuk mücadelesi 2003'ten önce de ısrarla yürütülmeye çalışıldı.

Katliamın zaman aşımına uğramasına ramak kala Muş Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Ancak Muş'ta görülen ilk duruşmanın ardından mahkeme "güvenlik sorunu olduğu" gerekçeli kararının ardından dosya Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi. Dava kapsamında sanıklar dönemin Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı olarak görev yapan Jandarma Yüzbaşı Bülent Karaoğlu, Hasköy İlçe Jandarma Komando Bölük Komutanı Piyade Kıdemli Üstteğmen Hanefi Akyıldız, Muş Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü Şerafettin Uz ve Jandarma Başçavuş rütbesiyle Gökyazı Jandarma Karakol Komutanlığı görevini yapan Turhan Nurdoğan, tutuksuz yargılanıyor.

'ÖRGÜT YAPTI' İDDİASIYLA ARAŞTIRILMADI

20 yılı aşkın süredir süren bir adalet arayışının öyküsü olan Vartinis katliamından sonra konuyla ilgili etkili soruşturma yapılmadı. Olaydan sonra köyde gözaltına alınan bazı şahıslara "örgüt üyeliği", "yardım yataklıktan" dava açıldı. Soruşturma makamlarının baştan beri "çatışma içinde ve örgüt üyeleri tarafından gerçekleştirildiği" iddiası olduğu belirtilen katliam hakkında 1993-2003 arasında 10 yıl boyunca failleri arama, delilleri etraflıca araştırma ve failleri bulma anlamında etraflıca bir araştırma yapılmadı. 
Süreç içerisinde de katliamın ihale edilmek istendiği şahıslar, yargılandıkları "örgüte yardım yataklık" ve "örgüte üyelik" davalarından da beraat ettiler. O dönemin tanığı olanlar ise tanıklıklarını yapamadı. Nedeni ise korku ve baskı. Ciddi biçimde "faili meçhul" ya da "kayıp" olarak tanımlanan yüzlerce gözaltında kayıpların yaşandığı OHAL'li zamanların baskı ve sindirme politikasının yoğunca işletildiği bir dönemdi. 

GÖREV UYUŞMAZLIKLARI!

2003 yılında Öğüt ailesi, faillerin bulunup, yargılanması konusunda şikayetçi olmak istedi. Korkut Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusu başvurusu yapıldı. Bu sırada bu tür davalarda yargının klasik refleksi söz konusu oldu. Halen devam eden bu refleks; cezasızlık politikası! Olayın askeri savcılığın görevine girdiği kararıyla yapılan şikayete görevsizlik kararı verildi. Karşılıklı görevsizlik kararlarından önce de görevle ilgili bir uyuşmazlık ortaya atıldı. "Askeri mahkemeler görevlidir" şeklinde Elazığ Askeri Savcılığı ile Korkut Cumhuriyet Savcılığı ve sonrasında Korkut adliyesi kapatıldıktan sonra Muş Cumhuriyet Savcılığı arasında sürekli bir görevsizlik kararı döngüsüyle dosya bir türlü hukuki zemine oturtulmadı. Bir süre askeri savcılıkta, sonra Korkut, ardından da Muş Cumhuriyet savcılığında kalan dosya, görev hususuyla ilgili uyuşmazlık mahkemesine gitti ve genel görevli mahkemede olmasına karar verildi. 

HUKUK ADINA SKANDAL

Göreve ilişkin suç olması nedeniyle istenen soruşturma izni de Muş Valiliği'ne takıldı. Valilik soruşturma izni vermezken sonrasında verilmeyen soruşturma iznine karşı taraflar itiraz edince Bölge İdare Mahkemesi, "söz konusu suçun göreve girse dahi zaman aşımına uğradığı" yönünde bir karar verdi. Hukuk adına bir skandal olarak yorumlanan dosyanın "kasten adam öldürme" olmasına karşın böylesi bir karara imza atıldı. Ardından takipsizlik kararı verildi. İtiraz edilince bu defa Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi'ne giden dosyadaki takipsizlik kararını kaldırıldı ve soruşturma devam etti. 

OPERASYON PLANLI AMA BELGELER YOK!

Gelinen aşamayı ise Öğüt ailesinin avukatı Kadir Karaçelik, şöyle anlattı: "Kaplumbağa hızıyla, tarafların basıncıyla ilerleyen süreç söz konusuydu. En son iddianame hazırlandı. Etkili soruşturma söz konusu olamadı. Parçalı, sistematiği olmamış, tanıklara ulaşma gibi özverili çalışma yapılmamış. Konjonktürün etkisiyle böyle oldu. 2010'dan bu yana biçimsel bir yüzleşme oluyor. 12 Eylül davası gibi. Bu davada deliller somut. İlgili yerel birimler, askeri ve emniyet birimleri, tutanakları, görev emirlerini, operasyona ilişkin herhangi bir kayıt kalmamıştı. Planlı bir operasyondu. Belgeler, karar örnekleri istenmesine rağmen böyle bir kararın olmadığını ya da ilgili evrakların imha edildiği yönünde yanıtlar verildi." 

'AFAKİ, SOYUT 'GÜVENLİK' GEREKÇESİ'

Bu tür davalarda klasik bir tutum olduğu gibi sanıkların "güvenliğimiz yok" diyerek davanın naklini istediğini kaydeden Av. Karaçelik, "Muş Ağır Ceza Mahkemesi, savcılık aracılığıyla Muş Valiliği ve emniyetten görüş soruyor. Emniyet bir tutanak tutup gönderiyor. Olayın üzerinden uzunca zaman geçse bile trajik bir olay olduğu, bazı kesimlerce istismar edileceği, afaki, soyut ve içi boş gerekçelerle nakledilmesi yönünde görüş belirtiliyor. Bu görüş neticesinde mahkeme, Adalet Bakanlığı'na davanın nakline ilişkin yazı yazıyor. Bakanlık da Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nden talep ediyor ve bu şekilde davanın nakli gerçekleşti" diye konuştu.  

CEZASIZLIK ZIRHI

Gerekçe "kamu güvenliği" olduğunu ancak güvenlik kaygısını içeren bir emare, delil olması halinde naklin gerçekleşebileceğine dikkat çeken Av. Karaçelik, "Böyle somut bir tehdit söz konusu olmadı. Öğüt ailesinden sadece bir fert tesadüfen hayatta kalabildi. Aysel Öğüt bir kadın, bugüne kadar ne sanıklara bir şey yapabilme şansına, imkanına ne de öyle bir güce sahip değil. Tamamen mağdurdu. Buradan yola çıkarak davanın nakline karar verildi. Hukuki anlamda bir ihtiyaç üzerine mi gelişiyor, hayır. Cezasızlık politikasına karşı oluşturulan bir zırhtır" dedi. 

'BÖLGEDEKİ CİNAYETLERİN YÜZDE 95'İ ZAMAN AŞIMINA TERK EDİLDİ'

"Çünkü bugüne kadar bu tür davaların failleri özel şekilde korundu" diyen Av. Karaçelik, şunları söyledi: "Öncelikle olay açığa çıkmışsa örgüte ihale etmek, bu becerilmezse faili meçhul bir durumda bırakmak, etkisiz soruşturma neticesinde zaman aşımına terk etmek. Bunlar 20 yıllık zaman aşımına tabidir. Buna ilişkin herhangi bir işlem yapılmışsa zaman aşımı kesen bir durum ortaya çıkarsa 30 yıla çıkabiliyor. Bizim mücadelemiz ile kısmen başarı sayılabilir. Şüpheliler hakkında dava açıldı. 20 yıllık zaman aşımı 30 yıla çıktı. Şu an bu davanın karara bağlanması süresinde 9 yılımız daha var. Bu bir şans. Bölgede işlenen cinayetlerin yüzde 95'i zaman aşımına terk edildi." 

'ADİL YARGILAMA İHLALİYLE ELİNİZDEKİ İMKANLAR ALINIYOR'

Davanın naklinin bir yığın sıkıntı yarattığını ifade eden Av. Karaçelik, bunun aynı zamanda mağdur tarafın hak arama özgürlüğüne de darbe olduğunu vurguladı. Mağdur taraf ve avukatlarının sürgün edildiğini dile getiren Av. Karaçelik, "Davayı takip etme şansınız kalmıyor. Delilleri sunmanız zorlaşıyor. En önemlisi de doğal yargıç ilkesi. Bunun karşısında suçun işlendiği yerin mahkemesi keşfi yapacak, dosyayı inceleyecek, nihayet davaya dair hüküm kuracak. Dolayısıyla verilecek kararda güçlü bir gerekçe oluşturmak zorunda. Delillerle buluşturmak zorunda. Kendisinin temas edeceği delillerle ortaya çıkabilir. Ceza mahkemesi vicdani delil sistemiyle çalışan mahkemelerdir. Sanıklara VIP muamele yapılarak, korunuyor. En önemli hadiselerden biri şuydu; Muş ve Kırıkkale'deki mahkemelerden toplanacak bir sürü delil var. Sanıkların kimliği, nüfuzları, bölge insanı üzerindeki baskıları ve tanık olacak askerlere ulaşma, delilleri yönlendirme nüfuzlarını kullanma ihtimalleri vardı. Biz tutukluluk talep ettik bu nedenle ve her seferinde reddedildi. Türkiye'de böylesi nitelikteki katliam davasının duruşmasında sanıklardan birisi Muş'a gelip, kendine tanık temin etmeye yönelik çalışması oldu. Bir nevi yalancı tanık ayarladı kendisine cezadan kurtulmak adına. Bunların hepsi başlı başına adil yargılama ve hak arama özgürlüğü ihlallerini doğuruyor. Bu imkanlar elinizden alınıyor. En önemlisi delilleri karartma gibi açık durum var. 9 kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan sanıkların tutuksuz yargılanmasının izahı yoktur" diye belirtti. 

'TANIKLAR TEHDİT EDİLDİ'

Av. Karaçelik, ilerleyen aşamalarda bir tanık üzerindeki yönlendirmeyi ve kurgusal bir ifadeyi netleştirmek üzerinde olduklarını dile getirerek, "Bunu kanıtladıktan sonra suç duyurusunda bulunacağız. Önemli olan geçmişle yüzleşiyorum diyorsanız bu samimi olmalı. Biçimsel olmamalı. Uğur Kaymaz cinayeti başta olmak üzere bu tür davaların beraatla sonuçlandığının toplum olarak tanığıyız. Polis-asker söz konusu olunca yargı bürokrasisince ciddi zırhlar örülüyor. Kısıtlı imkana rağmen onlarca tanık dinlenildi. Bu trajediyi, vicdanlarda yara bırakan bu katliam karşısında tanıklık etti insanlar. Daha önce tehdit ediliyorlardı. Dosyanın tanıklarından biri olay tarihinde savcıya verdiği ifadenin şu an sanık olarak yargılanan dönemin İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu tarafından tehdit edildiği, köprü altına götürüldüğü bunlar dava dosyasında mevcut. Konjonktürün değişmesiyle ailede ve ailenin yakınlarında davanın sahiplenilmesiyle, kamuoyunun oluşmasıyla güven oluştu. Yersiz bir endişe değildi hakkını aramaya çalışan insanların başına nelerin geldiği hepimizin malumudur" dedi.

OLAYIN VAHİM BOYUTLARI

Gündüz yaşanan çatışmanın ardından sanıklardan birinin gelip köylüleri "Bu köyü başınıza yıkacağım. Köyü yakacağım" diye tehdit ettikten sonra gece 03.00'da baskın yapılarak katliamın yaşandığını söyleyen Av. Karaçelik, "Örgüt üyelerinden biri Tatvan'da teslim oluyor. Yüzbaşı Bülent Karaoğlu, görev ve yetkisi olmadan bu örgüt üyesini alıp, operasyona çıkıyor. Olayın vahim boyutunu sergiliyor. Örgüt üyesi teslim olmuşsa tahkikatı cumhuriyet savcısı yapar. Kendi sınırları dışında teslim olan şüpheliyi alması, gelmesi, tek başına arazide yer göstermesi yaptırması, bazı arayışlara girmesi, o dönem ki kolluk kuvvetlerinin pervasız, sorumsuz tutum içinde olduklarını da gösteriyor bu. Oradaki örgüt üyesiyle birlikte köyün kuzeyinde faaliyet gerçekleştirirken bir çatışma yaşanıyor 2 Ekim 1993'te. Bir astsubay yaşamını yitiriyor. Köyden geçerlerken intikam alacağı tehdidinde bulunup birkaç el havaya ateş açıyor. Gece de özel harekatçılar, komando ve jandarmalardan oluşan büyük bir operasyon yapılıyor. Öğüt ailesinin evi yakılıyor. Çatışmanın öfkesiyle aile katlediliyor. Köyü sindirmek, yıldırmak, sizin de sonunuz böyle olur mahiyetinde bir katliam da olabilir. Köylüler Öğüt ailesine yardım etmek istiyor, evdeki iki çocuğun camdan çıkmak isterken havaya ateş açılarak engelleniyorlar. O çocuklar da çığlık çığlığa can veriyorlar" diye ifade etti. 

'ADALET ARAYIŞIMIZI SÜRDÜRECEĞİZ'

Yaşam hakkı ihlali açısından yine etkin bir soruşturmanın yapılmayışındaki ihlalleri, reddedilecek talepleri karşısında adil yargılama ihlali noktalarından hareketle Anayasa Mahkemesi'ne de başvuracaklarını dile getiren Av. Karaçelik, "Olumlu yanıt alamazsak AİHM sürecini de başlatacağız. Yaşam hakkı ihlali söz konusudur. Türkiye yargısı bu konuda halen eski tutumunda ısrar etmektedir. Öldürürüm, parası neyse öderim şeklinde benim adıma suç işleyen, tetik çekenleri yargılatmam anlayışı hakim. Biz mahkemede şunu ifade etmeye çalışıyoruz. Klasik bir ceza davası değil. Bu dava savaş hukukunun bile çiğnendiği, ihlal edildiği bir iklimde yaşandı. Bu bir konseptti. Köy boşaltmalar, faili meçhuller, kayıplar, işkenceler, bir halkın kimliğine karşı geliştirilen bir konseptti. Bunu anlayamazsanız tarihsel arka yüzünü anlaşılır kılmazsanız, davayı da çözemezsiniz. Biz onca delile rağmen halen mahkemede çatışma sırasında gelişen olay mıydı, tek taraflı baskın sonucu yapılan eylem miydi tartışmasını yaşıyoruz. Bizler sanki sanığız, sanıklar mağdurmuş gibi durum söz konusu. Çapraz sorgu yöntemlerinde sorularımızın engellenmesi, müdahalelerle karşı karşıyayız. Son iki yıldır yaşanan çatışmasızlık sürecinin barış sürecine evrilmesinde bu tür davalar önemli. Geçmişle yüzleşme, affetme. Mağdurda bu gelişse bile karşısında affedeceği bir katil yok ki. Faili, katili göstereceksiniz. İnsanlar gerçeği bilmek istiyor. Olayın yakıcı boyutları ortada" dedi. 

'ASKERLERİN 'O EVİ ASKERLER YAKTI' ŞEKLİNDE BEYANLARI VAR'

"20 yıl geçse de bölge insanın zihninde olay canlıdır. Sanıkları koruyan yargısal tutum karşısında da ikinci bir trajediye sebep oluyor. Mağdurlar ikinci trajediyi yaşıyor" diyen Av. Karaçelik, şunları ifade etti: "İğne kazarak elde edilen bir süreç var. Ciddi mücadeleler sonucunda. Buna karşı halen sanıkları koruyan, beraatini hedefleyen bir anlayışla karşılaşıldığı vakit mağdur bir kez daha yaralanma, ızdırap çekiyor. Bu davanın mahkumiyetle sonuçlanması konusunda yeterli düzeyde o dönemde etkili soruşturma olsaydı güçlü olabilirdi dosya. Ama tanıkların anlatımları da önemli. Onlarca tanık bu durumu ifade etti. O sanıkların birliklerinde görev yapan askerlerden birkaç tanesi açık biçimde operasyon yapıldığını, inkar eden sanıkların orada olduğunu, herhangi bir çatışmanın yaşanmadığını ifade ediyorlar. Askerlerden birinin operasyona katılan askerlerin koğuşlarına geldikten sonra aralarında o evi askerlerin yaktığına dair duyumlar var ve o asker bunu belirtiyor dosyada. Halen örgüt mü yaptı saçmalığı hukuk adına ucubedir."

'BİR AMAÇLARI DA KAMUOYUNUN İLGİSİNİ AZALTMAK'

Av. Karaçelik, kamuoyundaki ilginin minimize edilmek istendiği için de Kırıkkale'de görüldüğüne işaret ederek, "İnsanların etnik kimliğinden ötürü gerçekleşen bir olaydır. Kamuoyunun dikkatle izlediği bir dava. Ancak nakille birlikte insanların süreci takip etmesi de zorlaşıyor. Sığındıkları bahane suni, yapaydır. Muş'taki duruşmada insanlar sokaklara dökülüp eylem mi yaptılar? Gerçekleşse bile barışçıl bir protesto hakkıdır. Toplumun vicdanını kanatan bir olay. Ama gayet normal geçti. İnsanlar davayı takip etmek istediler. Sanıklara karşı farklı saldırı duygusuyla bir durum gelişmedi. Uğur Kaymaz cinayetinin ilk duruşması Mardin'de yapıldı. Mağdur taraf böyle bir şey gerçekleştirmedi. İnsanların adalet arayışı söz konusu. Toplum sahiplenecektir. Buna ilişkin tek bir örnek sunamazsınız. Sanıklara saldırı yok. Cezasızlık politikasına hizmet eden gerekçelerden biridir. Sistemli bir şekilde bu tür davalarda uygulanıyor. Kamuoyunun ve basının ilgisini dağıtmak hedeflenen olaylardan biridir" diye konuştu. 

'ULUSLARARASI ÖLÇEKTE GÖZLEM VE TAKİP OLMALI'

Uluslararası Af Örgütü'ne ve CHP'li vekillere de dosyaya ilişkin bilgilendirmeler gönderdiklerini dile getiren Av. Karaçelik, "Bu tür küresel ölçekte, uluslararası düzeyde gücü, etkisi olan kurumların bu davaları sahiplenmesi lazım. Gözlemlemesi, süreci takip etmesi lazım. Kürdistan'da yüzlerce böyle toplu katliamlar var. Cumhuriyet tarihinde de var. Yakın zamanlardaki en önemli katliamlardan biridir. Dikkati üzerine çekme konusunda potansiyeli olan davadır. Vartinis'te ne oldu? 7'si çocuk olmak üzere 9 insan yakılarak öldürüldü. Nazi Almanyasında gerçekleşen vakalardan biridir" dedi.

AV. VARGÜN: AMAÇ BERAAT ETTİRMEK

Davanın avukatlarından Halil İbrahim Vargün de Vartinis davası gibi 8 ayrı yargılamanın İç Anadolu'daki mahkemelerde devam ettiğini söyleyerek, "Kürdistan'da askerlerin sivillere yönelik katliamlardır bu dosyaların ortak özelliği. Hepsinde esas olarak subaylar yargılanıyor. Emniyet görevlileri de var. Görevlerinde yükselenler de var. Musa Çitil dosyası Çorum'da görülüyor. O da bir katliam dosyası. Mardin'de gerçekleşen katliam dosyasından yargılanıyor. Olayların üzerinden ortalama 20 yıl geçmiş. Çoğu zaman aşımına uğramasına az bir süre kala bölgedeki avukat arkadaşlarımızın çabasıyla davalar açıldı. Kamuoyunda bilinen dosyalar değil. Güvenlik gerekçeleriyle İç Anadolu'daki illerde görülüyor bu dosyalar. Bu gerekçeler her ne kadar güvenlik adı altında ortaya konsada somutluk yok. Özünde davaların bulundukları yerlerden kaçırılarak gözden ırak biçimde sessiz bir yargılama yaparak beraat etmelerini sağlamak. Asıl niyet bu. Güvenliği etkileyecek bir örnek de yok. Keyfi olarak getiriliyor" diye konuştu. 

'SİSTEMATİK CİNAYETLER'

Av. Vargün, bu suçların insanlık suçları kapsamında nefret cinayetleri olarak değerlendirdiklerini belirterek, "Bu nefret suçları Türkiye'de düzenlenmemiş. Bunu şöyle tanımlayabiliriz; bir kitlenin ya da grubun etnik, dinsel, cinsel durumuna yönelmiş suçlar. Bunlar insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilir. Öldürülenlerin temel özelliği Kürt. En temel neden bu. O dönemde o atmosfere baktığımızda gerek kırsalda gerek kentlerde binlerce JİTEM, kontrgerilla, koruculuk aracılığıyla binlerce cinayet işlendiğini görüyoruz. Bunların devlet tarafından işlendiğinin herkes tarafından bilinmesine rağmen korunduklarını görüyoruz. Bunu yapanlar askeri bürokrasi. Kimseden emir almadan bu tür cinayetleri işlemeleri çok zor. Bunlar münferit de değil, sistematik cinayetler" dedi.

'KATLİAMIN FAİLLERİ 4 KİŞİ DEĞİL'

Bu cinayetleri işleyenlerin yargılanmayacaklarını bildiklerini ve cezasızlık politikasının bu güvenceyi verdiğinin altını çizen Av. Vargün, "Tansu Çiller döneminde yoğunlaşan cinayetler bunlar. Çiller'in elinde Kürt iş adamlarından, Kürt gazetecilerden hesap soracağız diye medyanın önünde listeleri salladığını biliyoruz. Emrindeki askeri ve polis bürokrasi bunu emir telakki edip, ondan cesaret bulmuştur. 20 yıla yakın sadece Başbakanla sınırlı kalan bir husus değil. O dönemde Süleyman Demirel'in de benzer beyanatları olmuştur. Özellikle gazetecilere yönelik cinayetlerde bunlar oldu. Aşama aşama en alttaki subaydan Genelkurmay'daki hiyerarşi, OHAL, İçişleri Bakanı o dönem Mehmet Ağar'dı. Hepsinin sorumluluğu var. Tetiği subaylar çekse de azmettirenler bu bürokratlar ve siyasetçilerdir. Asli faili bunlardır. Her ne kadar Vartinis davasında 4 subay yargılanıyorsa da o sanık sandalyesinde dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, İçişleri Bakanı, sıralı amirler dediğimiz yani o dönemde cinayeti işleyen Bülent Karaoğlu yüzbaşı. Jandarma komutanı ama o dönemde görev yapan amirleri konumundaki binbaşıların, albayların ve o bölgenin bağlı olduğu kolordu komutanlığının da parmağı var" ifadelerinde bulundu.

'ÜÇ BEŞ SUBAYI YARGILAMAKLA YÜZLEŞME VE BARIŞ SAĞLANMAZ'

Yargılamanın eksik olduğunu kaydeden Av. Vargün, şunları dile getirdi: "Üç beş subayın yargılanmasıyla yüzleşme olmaz. Katliamı gerçekleştirenler devletin üst katmanında olanlardır. Emri verenler onlar. Bunlara ulaşılmadan kara kutunun çözülebileceğini düşünmek safça olur. Her ne kadar 8-9 dava olsa da binlerce dosyanın çıkacağını biliyoruz. Ciddi bir yüzleşme sağlanacaksa devletin en üst kademesine kadar ulaşılmalı. Birinci derecede asli failleridir. Birçoğu hayattadır. Ben bunu şuna benzetiyoruz; meşhur Nüremberg duruşmaları vardır. Orada nasıl ki 5-10 Nazi subayını yargılayarak soykırımda sorumlu olanlarla hesaplaşılamazsa Türkiye için de geçerli bu. Bu şekilde toplumsal barış sağlanamaz." / anf

Güncelleme Tarihi: 13 Mayıs 2014, 17:36
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER