Gazeteci Ferhat Tepe'yi Anıyoruz

Ferhat Tepe 28 Temmuz 1993’te Bitlis’te kaçırıldı, 4 Ağustos’ta Elazığ’ın Hazar Gölü kıyısında ölü bulundu. Ölümünün 21. yılında Ferhat Tepe'yi anıyoruz.

Gazeteci Ferhat Tepe'yi Anıyoruz
 Ferhat Tepe, Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabiriydi. 28 Temmuz 1993'te Bitlis'te kaçırıldı, 4 Ağustos'ta Elazığ'ın Hazar Gölü kıyısında bir balıkçı tarafından ölü bulundu, 19 yaşındaydı.

Bitlisliydi, 1974'te doğdu. Annesi evde dört çocuğunu büyütmek için çalıştı; babası müftülük şefliği ve müteahhitlik yaparak evin geçimini sağladı, Anavatan Partisi (ANAP), Halkın Emek Partisi (HEP) ve Demokrasi Partisi'nde (DEP) siyasetle uğraştı. Ferhat Bitlis Lisesi'ni bitirdikten sonra Özgür Gündem'de bir yıl muhabirlik yaptı ve üniversiteye hazırlandı. Tepe'nin boğulduğu iddia edildi.

Faillerin bulunmasına yönelik adım atılmayınca aile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu. AİHM, Ferhat Tepe davası ile ilgili 9 Mayıs 2003'te karar verdi. Mahkeme "yaşam hakkının ihlali hususunda etkin ve yeterli bir soruşturma yürütülmediği" (AİHS 2. madde yollamasıyla 13. madde) ve "etkili bir iç hukuk yoluna başvurma hakkı"nın ihlal edildiği (AİHS 13 madde) gerekçesiyle Türkiye'yi 14 bin 500 Euro ödemeye mahkûm etti.

Ferhat Tepe'yi babası İshak Tepe anlatıyor.

Babası İshak Tepe anlatıyor

Oğlumu liseyi bitirince İstanbul'da ablalarının yanında dershaneye gönderdik. Orada Gündem gazetesiyle tanıştı ve birkaç ay işi öğrendi. Gençti, hevesliydi. O dönem bölgede köyler yakılıyordu, insanlar kaçırılıp öldürülüyordu. Herkes korkuyordu, Ferhat cesaret etti ve sınavdan sonra Bitlis'te muhabirliğe başladı.

28 Temmuz'da eve dönmeyince çok endişelendik. Akrabalarımızı ve tanıdıklarımızı aradık, haber çıkmayınca kaçırıldığını düşündük. Aynı gece sabaha karşı eve telefon geldi. Kendini "Türk Osmanlı İntikam Tugayı" olarak tanıtan biri, Ferhat'ın ellerinde olduğunu söyledi ama oğlumla konuşturmadı. Bir milyar fidye vermemi, DEP şubesini kapatmamı, PKK'nin kaçırdığı dört turistin serbest bırakılmasını ve kimseye haber vermememi istedi.

Olaydan on on beş gün önce Ferhat'ı Bitlis Çarşı Karakolu'na götürmüşlerdi. Ferhat o gün kendisini sebepsiz yere karakola götürdüklerini, polislerin "Tanışalım, otur çayımızı iç" gibi şeyler söylediğini, sonra da gitmesine izin verdiklerini anlatmıştı. Kaçırılınca o gün Ferhat'ın birilerine gösterildiğini tahmin ettik.

Hemen dönemin Bitlis Emniyet Müdürü Orhan Bey'e telefon açtık. Emniyet'te kendisiyle ve Bitlis Valisi Fethi Tunç ile görüştüğümüzde, bize faillerin bulunacağının teminatını verdiler. Ferhat'ın resmini çoğaltıp Emniyet'e verdim, Valiye, Jandarma Alay Komutanlığı'na ve Cumhuriyet Savcılığı'na dilekçeler yazdım. Ev telefonunun dinlenmesi için de Savcılığa başvurdum.

İlk görgü tanıkları

Olayı araştırırken, bazı tanıklar bulduk. O gün Şemsi Bitlis İlkokulu bahçesinde oynayan çocuklar Ferhat'ı görmüştü. Fatih Olcay'ın anlatımına göre oğlumun yanına biri yaklaşmış ve koluna girmiş, birlikte uzaklaşmışlar. Hatta Olcay, polise o kişinin eşkâlini verdi. Bir başka tanık iki sivil polisin yazıhanemin civarında beni soruşturduklarını anlattı. Ama korktu ve ifade vermedi.

Tanıdıklar 65 AD 095 plakalı beyaz bir Renault'nun Mahallebaşı Karakolu civarında dolaştığından bahsetti ve aynı otomobilin Ferhat kaçırıldığı sırada olay yerinde görüldüğünü anlattılar. Emniyet Müdürü'ne o otomobilden bahsettiğimde, aracın eskiden Emniyet'e ait olduğunu ama satıldığını söyledi. Araştırma sözü verdi.

"Sesini kaydettik, PTT'ye haber verdik "

İkinci gün yine telefon geldi. Arayan kişiye sesini Tatvan Tugay Komutanı Korkmaz Tağma'ya benzettiğimi söyleyince küfür etti. O gün sesini kaydettik ve bacanağım İsmet Güzelsoy, ben telefondayken üst kattaki evine çıkıp PTT Başmüdürlüğü'ne haber verdi. Telefondaki kişi sesini kaydettiğimizi anladı ve kendini bulamayacağımızı söyledi.

O dönemde Tağma yörede toplantılar düzenlerdi. Parti yöneticilerini çağırdığı toplantıya ben de katılmıştım. Cem Ersever'in takma isimle yazdığı "Şeytan Üçgeni" kitabından alıntılar yapmıştı. Biz de bunları bize anlatmasına gerek olmadığını, hepimizin siyasetçi olduğunu söylemiştik. Sonra ufak bir münakaşamız olmuştu.

Türkiye'nin demokratik, laik bir hukuk devleti olduğundan bahsedince itiraz etmiştim. Köylerin yakıldığını, insanların öldürüldüğünü anlatmıştım. Tartışma üzerine Tağma bana mesleğimi, kaç çocuğum olduğunu, çocuklarımın ne iş yaptığını sormuştu. O zaman bu ilgisini anlayamamıştım.

Ferhat'ı ararken 1 Ağustos'ta Tağma ile de görüşmeye çalıştık, izinli olduğunu söylediler. Görüşebildiğimiz iki Albay, Tağma hakkında basında çıkan ifadelerimden ötürü beni eleştirdi.

Devam eden günlerde Ferhat'ı ararken sendikalar, demokratik kitle örgütü yöneticileri, siyasi parti başkanları bildiriler yayımladılar, resmi makamlarla görüştüler, açlık grevine başladılar.

4 Ağustos'ta sabaha karşı yine telefon geldi. Karşımdaki ses ertesi gün akşama kadar söyledikleri adrese, Hasan Değer ve Mehmet Şenol'un evine 17.00'ye kadar parayı götürmemi istedi.

"Müdürün tavrı değişmişti"

Konuşmadan sonra gece Bitlis Emniyet Müdürü'ne haber verdim, istenen parayı bulacaklarını söyledi. Çok umutlandık. Sabah gazeteden Değer ve Şenol'u soruşturunca Özgür Gündem muhabirleri olduğunu öğrendik. Yeniden Emniyet'i haberdar ettim. O konuşmada müdürün tavrı değişmişti, parayı temin edemediklerini söyledi. Son çare parayı tanıdıklardan topladık.

Öğlene doğru Emniyetle Elazığ'a doğru yola çıktık. Yolda 65 AD 405 plakalı bir araç bizi izledi. Ama polisler bir şey yapmadı. Elazığ polisi adresi kontrol ettiklerini, evin boş olduğunu söyledi. Yine de gitmek istedik. Evde kimse yoktu. Komşular, ev sahibi iki gencin 15 gün önce taşındığını anlattı. Sonra gazetenin Elazığ bürosuna gidince Değer'in üç gün önce Erzincan'a, Şenol'un ise bir gün önce Diyarbakır'a gittiğini öğrendim. O gece Elazığ Emniyeti bizi ısrarla göndermedi, ancak ertesi gün Bitlis'e döndük.

"Oğlunun cenazesini alın"

8 Ağustos'ta yine telefon geldi, malum kişi "Oğlunun cenazesi Elazığ Devlet Hastanesi'nin morgunda, gidin alın" dedi. İnanmak istemedim, uzun süre münakaşa ettik. Emniyet Müdürü'ne ve tanıdıklarıma olayı anlattım. Müdür soruşturunca Elazığ'da bir ceset olduğunu öğrendik.

Yeğenim Talat Tepe Elazığ'da otopsi fotoğraflarından Ferhat'ı teşhis etmiş. Elazığ Cumhuriyet Savcılığı cenazenin sahipsiz olduğunu ve üç gün önce defnedildiğini söylemiş. Oğlumun cenazesi Kimsesizler Mezarlığı'ndan alınırken eşim Zübeyde oradaydı, derme çatma bir mezara öylece gömüvermişler.

Biz akşam Bitlis'e yakın yerde cenazeyi karşıladık. O sırada oğlum Serhat ve karşılamaya gelenlerden bazıları gözaltına alındı. Polisler Ferhat'ın hemen defnedilmesi için baskı yaptı, kabul etmedik. Ertesi gün kitlesel törenle gömdük.

"Yüzme bilmiyormuş, boğuldu" dediler

Ferhat'ın cenazesi bulunduğunda üzerinde sadece iç çamaşırı varmış, kıyafetleri kıyıdaymış. Balıkçı jandarmaya haber vermiş, cenaze Sivrice Savcılığı'na götürülmüş, otopsi raporu hazırlanmış ve aynı gün Elazığ'a gönderilmiş. Biz Elazığ'dayken Ferhat'ın cesedi de Elazığ'daymış ve bizim haberimiz olmamış. Hâlbuki biz Ferhat'ın fotoğrafını çoğaltıp Emniyet'e vermiştik.

Bize Ferhat'ın ölümüyle ilgili "Yüzme bilmiyormuş, göle girmiş boğulmuş" dediler. Detaylı bir otopsi yapılmamıştı, sadece "nefessiz kalmaya dayalı olarak..." ifadesi geçiyordu. Halbuki ellerinin bağlandığına ve dar edildiğine dair izler vardı.

Sonradan Ferhat'ın Diyarbakır'a götürüldüğünü öğrendik. Diyarbakır Emniyeti'nde o sırada gözaltındakilerin, Mümtaz Çerçel ve arkadaşlarının anlatımına göre, Ferhat kendilerine gazeteci olduğunu ve kaçırıldığını söylemiş. O tanıkların ifadelerini Ferhat'ın dosyasına eklemiştik. Fakat o kişiler ifadelerinden önce vazgeçti, sonra yine kabul ettiler.

"Hırsız evden olursa şahit bulunur mu?"

Bu davayla ilgili detaylı bir soruşturma yapılmadı, tanıkların ifadesine başvurulmadı. PTT kayıtlarının akıbetini bile öğrenemedik. Bunun üzerine Ferhat'ın devlet yetkilileri veya onların bilgisi dâhilinde hareket edenlerce kaçırıldığı, gözaltında işkence edilerek öldürüldüğü ve hükümetin etkin bir soruşturma yürütmediği iddiasıyla AİHM'e başvurduk.

Bize göre yaşam hakkının ihlali bizzat devletin içindeki gizli ya da yarı açık yapı ve kişiler tarafından gerçekleştirilmişti ve dosyada bu ihlali gösteren pek çok delil mevcuttu. Ama mahkeme, doğrudan 2. madde ihlalinin (yaşam hakkı ihlali) devlet tarafından gerçekleştirildiğine yönelik iddiamızla ilgili bir karar vermedi. Zaten hırsız evden olursa şahit bulunur mu? 

Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar içintıklayınız.

* Bu haber 24 Kasım 2012'de bianet'te yayınlandı. Ferhat Tepe'nin 21. ölüm yıldönümü dolayısıyla yeniden yayınlıyoruz.

Güncelleme Tarihi: 28 Temmuz 2014, 16:56
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER