Prof. Dr. Cem Terzi: Neden HDP'liyim?

Sol, sosyalistler (kendimi de katarak) Kürt meselesi savaş biçiminde devam ederken eksik ya da fazla hep Kürtlerin yanında yer aldı. Ama ne zamanki Kürtler müzakere için devletle masaya oturdular; barış ve ardından yeni bir toplumsal sözleşme yaratma ihtimali belirdi, solda, sosyalistlerde de ikircikli tutumlar ortaya çıktı.

Prof. Dr. Cem Terzi: Neden HDP'liyim?
Sol, sosyalistler (kendimi de katarak)  Kürt meselesi savaş biçiminde devam ederken eksik ya da fazla hep Kürtlerin yanında yer aldı. Ama ne zamanki Kürtler müzakere için devletle masaya oturdular; barış ve ardından yeni bir toplumsal sözleşme yaratma ihtimali belirdi, solda, sosyalistlerde de ikircikli tutumlar ortaya çıktı. Bunu hem sosyalist partilerde, örgütlerde hem de kendi yakın çevremde, arkadaşlarımda gördüm. İrkildim. Ve hemen Halkların Demokratik Partisine (HDP) katıldım. Bu yazının amacı soldaki ikircikli tutumları irdelemek değil. O yüzden bir analiz işine girişmeyeceğim. Kendi partileşme öykümü yazıyorum sadece. Barış ihtimaline ve tek bir insanın ölmemesinin her şeyden daha önemli olduğuna inandığım için, Kürt meselesinde ikircikli olmayan bir tavır sergilemek ve yaşamımın geri kalanını barış ihtimaline adamak için HDP’li oldum. Biricik nedenim budur ve bana yetiyor!

DEMOKRATİK CUMHURİYET İHTİYACI

Kürtlerin Türkiye’de inkar, imha ve asimilasyondan bir daha asla olmayacak biçimde kurtulması, artık kaçınılmazdır. Kürtlerin özgürleşmesi Türkiye’nin diğer ötekilerinin de özgürleşmesi için hem bir fırsat hem bir bağımlılıktır. Yok sayılmış, isyanları bastırılmış, ezilen bir halk olarak Kürtler, kendi kaderlerini tayin etme hakkını ayrılmadan yana değil beraber yaşamadan yana kullanmak istediğini ilan ettiler.  Ancak, bunun için nefret ve ayrımcılık saçan tekçi, asimilasyoncu devlet yapısını değiştirmek zorundayız. Bunu sadece Kürtler için değil tüm ezilen halklar, din ve mezhep mensupları ve emekçiler için; örneğin Ermeniler, Aleviler ve taşeron işçiler için de yapmak zorundayız. Çünkü bugünkü yapısıyla devlet, tekçi, asimilasyoncu olduğu kadar militarist, merkeziyetçi ve bürokratiktir. Bu nedenle bütün kaynakları yutacak kadar müsriftir.  Rant kaynağıdır ve Türkiye’de iktidar mücadelesi rantı ele geçirme savaşından ibarettir. Bu devlet yapısını değiştirmek ve bir demokratik cumhuriyet kurmak için Türkiye tarihi bir aşamadadır. Emir Kusturica, ‘Underground’ filminde bir kahramanına  “Kardeşin kardeşi öldürmediği bir savaş, savaş değildir’’ dedirtmişti.  Yugoslavya gibi olmak istemiyorsak, kardeşin kardeşi öldürdüğü bir savaşa saplanmak istemiyorsak bu son şansımız!  

Kürtlerin inkar ve imhadan kurtulması şart, ama bu yetmeyecektir. Bunu Güney Afrika örneğinden biliyoruz. 

GÜNEY AFRİKA ÖRNEĞİ
Güney Afrika, 300 yüzyıl emperyalist sömürü ve 50 yıla yakın ırkçı barbarlıktan sonra elde edilen bağımsızlığa rağmen hâlâ korkunç bir durumda. Irkçı, ayrımcı, karanlık bir rejime karşı zafer kazanan barışçı bir demokratik devrim, insanlarına artan bir yoksulluk ve eşitsizlikten başka bir şey sunamadı. Güney Afrika’da, Mandela’dan bu yana iktidarda olan Afrika Ulusal Kongresinin neoliberalizmi kutsamasının bir toplam sonucu olarak toplumda, derin yoksulluk ve eşitsizlik hüküm sürmektedir. Güney Afrika, apartheid politikalarının barbarlığından kurtulduktan sonra, iktidarın bir daha azınlıkların eline geçmemesini garantiye alacak şekilde, çok özgürlükçü bir anayasa yaptı. Ancak, bugün acı gerçek, ülkenin çok üzücü ve feci bir şekilde başarısızlığa uğradığıdır.  Neoliberalizm Güney Afrika nüfusunun büyük bir kesimi için demokrasiyi kabusa dönüştürmüştür; yoksulluk endemik olmayı sürdürmekte ve eşitsizlik 1994’den çok daha kötü boyutlardadır. Demokrasi, politik ve ekonomik gücün gerçekten ve eşitlikçi biçimde, tamamen halkın elinde olması demek ise, Güney Afrika demokratik devrimden sonra asla demokratikleşmemiştir. 

SINIF MÜCADELESİ Mİ? 
KİMLİK MÜCADELESİ Mİ?

Irkçılığa barışçı demokratik bir devrimle son veren Güney Afrika’da bugün bir sınıf meselesi yokmuş gibi davranılmaktadır. Apartheid yılları bu ülkede, ırka dayalı ve etnik bölünmeleri baskın hale getirmiştir. Bu yüzden, sınıf kavramı gereksiz gibi görülmektedir ve içinde bulunulan korkunç durumdan bu büyük yanlış sorumludur. Sınıf analizi ve sınıf siyaseti gerekir demek, Güney Afrika’da etnik ve ırk ayrımcılığından kaynaklanmış sorunları yok saymak demek değildir! Tabii ki siyahlar, beyazlara kıyasla korkunç bir durumdaydılar ve buna bir son vermek şarttı! Ancak, apartheid zamanlarında beyaz Güney Afrika’nın büyük iktidar yapısı, özellikle kendilerini korumak adına elit siyahlar tarafından devralındı. Bu nedenle bugün Güney Afrika’da sınıfın varlığı çok net görülmektedir ve sınıf meselesi bütün ağırlığı ile sürmektedir. Bu noktada ihtiyaç duyulan şey, sadece daha çok vergi almak ve parayı yeniden paylaştırmak değil, bundan çok daha önemlisi politik gücün yeniden dağıtılmasıdır. Gücün yoksul emekçilere geçmesidir. 
Mandela’nın partisi, insanlarını kendilerini vatandaş olarak görmeye teşvik etmemiştir. Sadece kendi isteklerini elde etmeyi amaçlayan çeşitli ırk ve etnik grupların sesleri yerine, vatandaşlık talebi yükselmemiştir. Mandela’nın partisinin iktidarları Güney Afrika’da küreselleşmenin pazar güçlerinden ve neoliberal aşırılıklardan sakınmak için güçlü toplumsal kurumlar inşa etmemiştir. Güney Afrika’nın apartheid zamanından kalma çok güçlü finans kuruluşları vardır, ancak sosyal kurumları çok zayıftır; örneğin, güçlü sendikalar yoktur.  Mandela ülkesini ırkçılığın barbarlığından kurtardı ama neoliberalizmin batağından çıkmak için emekçi sınıfın devrime devam etmesi gerekiyor. Bundan önemli bir ders çıkarıyoruz ve işte tam da bunun için HDP’ye umut bağlıyoruz. HDP sadece Kürtlerin değil, tüm mazlum ve mağdurların eşitlik ve hak arayışları için siyaset yapmak üzere yola çıktı çünkü. 

SOL SİNİZM VE DEVRİMCİ KİBİR 
Tarihin bu aşamasında, Türkiye coğrafyasında bir şeyi iyi bilmek sorumluluğu düştü bize: Sömürüye son vermeden insan haysiyeti/kimlik haysiyeti mümkün değil ama aynı zamanda insan hakları meselesini içermeyen bir ekonomik kurtuluş da gerçekleştirilemez! Bu yüzden sol sinizm ya da devrimci kibir ile kaybedecek zamanımız yok!
Memleketin her santimetresinden farklılıklar, farklı konumlanışlar, pek çoğu acı farklı yaşanmışlıklar fışkırıyor.  Ötekileşmiş topluluklardan oluşuyoruz; çoğulcu bir toplumu rıza ve eşitlik ile yeniden kurmak zorundayız.  

GEZİ İSYANI
On iki yıldır devam eden AKP iktidarının bir yandan dinci, gerici diğer yandan, kenti, doğayı metalaştıran neoliberal politikalarına karşı milyonlarca örgütsüz insan, farklı ve eşit vatandaşlar olarak Türkiye’nin neredeyse her kentinde sokağa çıktılar, devlet şiddetine karşı müthiş bir isyan gerçekleştirdiler. Gezi isyanı çoğulcu, eşitlikçi, barışçı, dayanışmacı ve demokratikti. Türkiye’yi değiştirdi. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.  

SERMAYE YENİDEN EL DEĞİŞTİRİYOR
Gezi İsyanı ile 2023 hedeflerini büyük bir kibirle açıklamış iktidar bloku çatladı, tiranlık/devlet başkanlığı hayalleri suya düştü ve 17 Aralık süreci başladı. Toplum basit bir yolsuzluk, hırsızlıktan çok daha ötesine; AKP iktidarı aracılığıyla sermayenin el değiştirilmesi sürecine tanık oldu. Tıpkı cumhuriyetin kuruluşundaki gibi gayrimüslimlerden devlet eliyle yaratılan Müslüman burjuvaziye kaydırılan sermaye, bu kez de AKP eliyle parti yakını şirketlere, iş adamlarına kaydırılırken bir suçüstü durumu oldu!
Bugün, Gezi ruhu devam ediyor ve AKP iktidarı sallanıyor. Pek çok yerde sıradan insanlar bir örgüt ya da parti olmadan devrimci mücadelelere girişiyorlar. Van Anadolu Konteyner Kenti’nde barınma hakkı için 100 aile dönüşümlü açlık grevini sürdürüyor. İzmir’de Atatürk Hastanesinde tüm asistanlar 8 gün hastane bahçesinde hak aradılar. HES’lere karşı bütün Karadeniz’de insanlar Derelerin Kardeşliği Platformu ile doğanın katledilmesine karşı direniyor. Hacettepe Hastanesi bahçesinde taşeron işçiler çadır kurdu, iş güvencesi talep ediyor ve asgari ücretin köle düzenine başkaldırıyorlar.

BİR ÇOĞULCU BİRLİK OLARAK HDP
Madem ki partiler bu direnişleri örgütleyemedi, o halde bu direnişler partileri örgütleyecektir. İşte HDP böyle bir deneyim olacaktır. Mazlumların, mağdurların direniş ve özgürlük arayışının koalisyonu. İçinde taşıdığı 40’tan fazla yapı ile yüzümüzü birbirimize dönmenin denemesi. 
HDP, pek çok topluluktan oluşan çoğulcu bir birlik olarak klasik bir partiye benzemiyor. Bu toplulukları ortak bir demokratik, hukuki, politik ve idari mekanizma ile bir arada tutuyor, yönetmiyor. Bu nedenle bir cephe değil, bir çatı partisi değil, bir çoğulcu birliktir. Bu birlik ötekinin; eş cinsellerin, kadınların, Alevilerin, Kürtlerin, Romanların, Ermenilerin, işçilerin, işsizlerin... haysiyeti için, hak ve özgürlük arayışları için bir araya geldi. Ötekiler HDP’de somutlaşıyor. Bu nedenle baştan verili değil, mücadelelerden doğuyor, ezilenlerin, hor görülenlerin, sömürülenlerin mücadelelerinden. Türkiye’nin kırmızı çizgilerinden, fay hatlarından, hem siyasal hem de toplumsal çatlaklarından sızan, fışkıran bir parti HDP. 

Her gün bir yerde isyan ediyoruz, bir gün gelecek her yerde isyan edeceğiz. / dha
Güncelleme Tarihi: 28 Mart 2014, 10:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER