Akşener kürsüde: Tek kişilik yarışla iyi bulunmaz

Meral Akşener 'İyi Parti'nin kuruluş toplantısında konuştu: Ne hak biliyorlar, ne hukuk. Hatırladınız mı? Milletin hakkı için, devletin itibarı için ayağa kalktığında, parmak salladığını siyasetçi, ürkütmeye, korkutmaya çalıştığınız kadın. Hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum, biz yine ayağa kalkıyoruz, milletimle beraber ayağa kalkıyoruz, bütün yollar tutulmuş, biz kendi yolumuzu tutuyoruz.

Akşener kürsüde: Tek kişilik yarışla iyi bulunmaz
Meral Akşener’in liderliğinde kurulan ‘İyi Parti’ Ankara’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde kuruluşunu ilan ediyor. İçişleri Bakanlığı’na partininin başvuru dilekçesini ileten Meral Akşener daha sonra salona geçti. Partililer salonu tamamen doldururken İstiklal Marşı okunuşu sırasında bozkurt işaretleri yaptı.

.

Meral Akşener salona Mehter Marşı çalarken giriş yaptı ve “Türkiye seninle gurur duyuyor sloganları” atıldı. Akşener, önceki gün CHP’den istifa ederek partisine katılan İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın yanına oturdu. İyi Parti tanıtım toplantısı 200 kişiden oluşan Kurucular Kurulu üyelerinin tanıtımı ile başladı.

Daha sonra kürsüye gelen Akşener 16 Nisan referandumu sırasında Bursa’da kullanılan, “Vallahi de olacak billahi de olacak” sloganını hatırlatarak başladı ve “Allah’ım sana şükürler olsun” dedi.

Akşener kürsüye, “Vallahi de olacak billahi de olacak” sözleriyle başladı, “Bir Çarşamba sabahı, bizleri buraya toplayan güce, “ol deyince olduran”a, şükürler ediyorum” dedi.

Akşener şunları söyledi:

SORUNLARI MİLLİ İRADEYLE AŞTIK: Ülkemiz, bir asrı aşkın çok partili siyasal hayata sahiptir. Milletimiz, bu süre içinde, karşılaştığı bütün sorunları, bunalımları, daralmaları, hep milli irade yoluyla aşmıştır. Her zaman demokratik siyaseti tercih etmiş ve yoluna yeni açılımlarla devam etmeyi, her zaman başarmıştır. Büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, bu toprakların ikinci defa vatan kılınmasında, milli iradeyi esas almışlar, savaşı bile Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yönetmişlerdir. 1940’lı yıllara gelindiğinde, devrin iktidarı, ‘Millî Şef’’ Dönemi otoriter yapısı, ve talihsiz 1946 seçimleri ile toplumun gerisine düşmüş, zamanın dışında kalmıştı. Milletimiz, cesur bir demokratik mücadele ile çok partili hayatın kapılarını açmış, siyasal iktidarı değiştirmiştir. Bu yolla, toplumsal ilerlemeyi yeniden başlatmış, devletimizi işlevsel hale getirmiştir. Sadece on yıl sonra, 1960 Askeri Darbecileri, kendilerini milli irade yerine koyarak, siyaseti askıya almışlar, sonra da ülke siyasetinin gidişatını planlamışlardı. Milletimiz, demokratik tavrından sapmadan, bu otoriter kadroların tasarımlarını, boşa çıkartmış, yeni bir siyasal parti iktidarıyla, Türkiye’nin hızını kesen engelleri kaldırmayı başarmıştır. 12 Eylül 1980’de siyasetin bir kere daha askıya alınmasına şahit olduk… Milletimiz aynı şekilde, demokratik olgunluğundan taviz vermeden, yapılan tasarımları çöpe atmış, yeni bir partiyi iktidara taşımış, yeni bir siyasal dönemle Türkiye’nin yolunu aydınlatmıştır. Türk siyasetinde demokratik işleyiş,12 Eylül’de bozulmuş, 28 Şubat ile tasfiye sürecine girmiştir.

2007’DEN İTİBAREN VİZYONSUZ GÜÇ: 2002 seçimleri, milletimizin, yolsuzluk – yasaklar ve yoksulluk olarak tanımladığı toplumsal sorunlarından çıkma arayışıdır. Bu beklentiler, Adalet ve Kalkınma Partisini iktidara taşımıştır. Başlangıç yıllarında başarılı da sayılır, Ancak, 2007’den itibaren “vizyonsuz bir güce” dönüşmüştür. Vizyonsuz güç ise yıkıcıdır. İktidar milletin bütün desteğine rağmen, politikalarını milli iradeye dayanmayan ittifaklarla üretmeyi, bir marifet saymış, siyasi muhalifler, devlet muhaliflerinden daha tehlikeli bulunmuştur. Türkiye operasyonlara açık alan haline gelmiş, 2007 den itibaren de sahnelenmeye başlanmıştır. 2007 den itibaren toplumsal karşılığı donmuş, işlevsiz bir muhalefet. Muhalefet dâhil demokratik olmaktan çıkmış, bir siyasal yapı Mevcuttur. Devlet organizasyonundaki denge ise 2007 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimiyle gevşemiş, 2014 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimi ile de, tam olarak ortadan kalkmıştır. 16 Nisan referandumu ile 1946 seçimleri adeta tekrar sahnelenmiş… Siyasal hayatımıza, yeni bir usul eklenmiştir.

TÜRKİYE YORGUNDUR: Türkiye üzerine yapılan bütün araştırmalar, bütün gözlemler şu sonucu gösteriyor: Millet yorgundur. Devlet yıpranmıştır. Kamu düzeni çözülmektedir… Şimdi yeni şeyler söyleme zamanıdır. Evet, büyük sorunlarımız var. Ama, Türkiye’nin büyük sorunlarını aşacak gücü de var. Milletimizin, sağduyu ve kararlılığı var. Milletimizin, her türlü hegemonyayı değiştirme gücü var. Milletimizin, siyasi bunalımları aşma tecrübesi var. Milletimiz, yine demokratik siyasetten sapmadan, Türkiye’nin önünü açmaya karar vermiştir. Milletimiz, kararmakta olan ufkumuzu, “İyilik Güneşi” ile aydınlatmaya, ileriye bakmaya azimlidir. Milletimiz, yeni bir siyasal hareketle, yeni bir iktidarla, güçlü bir Türkiye yoluna devam etmek niyetini, açıkça beyan etmektedir. Binlerce yıllık iyilik medeniyetinin yolcuları olarak, bugün burada, millet adına üstlendiğimiz görevi, ilan etmek için toplanmış bulunmaktayız….

TÜRKİYE YANLIŞ AKLA KURBAN EDİLDİ: Umutlarımız var… Hayallerimiz var… Zengin bir Türkiye istiyoruz… Gücümüz var. Adil bir Türkiye istiyoruz, gücümüz var. Özgür bir toplum istiyoruz, gücümüz var. Mutlu bir Türkiye istiyoruz, hakkımız var. İyi adalettir. İyi kararlılıktır. İyi umuttur. İyi gelecektir. İyi bilgidir. İyi zenginliktir. İyi cesarettir. İyi medeniyet demektir ve bu yolun taşlarını sadece cesurlar döşer. İyilik Güneşi’nin aydınlığında, salondaki binler 80 milyon ile kucaklaşıp, Türkiye olacak. Türkiye, coğrafyasıyla kucaklaşıp, Avrasya olacak, Dünya ile kucaklaşacak. Buradan, Türk demokratik hayatına katkı koyan, bütün siyasi partilerimizin kurucularına ve genel başkanlarına teşekkür etmeyi borç biliyoruz. Bu vesileyle, Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes’i, Ragıp Gümüşpala’yı ve Süleyman Demirel’i, Necmettin Erbakan ve Başbuğ Alpaslan Türkeş’i, Turgut Özal’ı, Bülent Ecevit’i, şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nu ve ebediyete intikal edip de adını burada zikredemediklerimizi Rahmetle anıyoruz… Zamanın bu kadar hızlı aktığı ve etkileyici olduğu bir dönemde, zamanın ruhunu yakalamak da bir mecburiyettir. Kafamızı, gündemden biraz kaldırıp, yaşadığımız dünyaya baktığımızda gelişimin şaşırtıcı bir seyir izlediğini görüyoruz… Son 25–30 yıllık gelişmenin, geçmiş bütün bin yıllara eşdeğer olduğunu söyleyenler haklıdır. İletişim teknolojisi ile dünya düzleştirmiştir. Zenginliğin, Asya ve Çin denizi eksenine doğru, akışına şahitlik ediyoruz. Zenginler Kulübü G7, şimdiden değişmiş durumda, on yıl içerisinde, Almanya dışında bir Avrupa ülkesi kalmıyor. 20. yüzyılın zenginleri, yaşadıkları düşüşü yavaşlatmaya çalışırken, 21. yüzyılın zenginleşen güçleri ise, dünya siyasetine ağır aktörler olarak çıkıyorlar. Arap Baharı’yla harekete geçen bölge gelişmelerini, değişim gözüyle okuyamayanlar, sadece Türkiye’yi değil, geniş bir coğrafyayı yanlış akla kurban etmişlerdir. Zenginleşmenin kaynağı, ranttan bilgiye geçmiştir. Ekonominin yeni efendileri, bilgi piyasası sahipleridir. Yaşları otuzun altındaki milyarderlerin sayısı, oldukça şaşırtıcıdır… Birçok ülke, sürücüsüz otomobillerin, kamyonların, dronların, lojistik sektörünü nasıl etkileyeceğini, bugünden tartışıyor. İktisatçıların tasarruf eksiği kaygısı, yerini bilimsel yetersizliğe devretmiştir. Bugünkü dünyada, kupon beyinler, kupon arazilerden daha kıymetlidir. Bazılarına değindiğimiz son çeyrek yüzyılın bu gelişmeleri, bireysel ilişkiler kadar, sosyal hayatı ve kamu düzeninin işleyişini de derinden etkilemiştir. Etkilemeye devam edecektir.

.

İKTİDAR GİDİCİ AMA ÇOCUKLAR BİZİM: 40 milyonu, 30 yaşın altında, yaklaşık 50 milyon gencimiz var. 164 ülke nüfusundan daha çok. 25 milyon öğrencimiz var, 142 ülkeden daha kalabalık. Çok büyük zenginlik… Peki biz bu zenginliği nasıl değerlendiriyoruz. Uluslararası sonuçlar ortada. Fen, matematik ve okuduğunu anlamada, 72 ülke arasında ne yazık ki 50. sıraya düştük. Evlatlarımızı, yeterince bilgili yetiştiremiyoruz. On beş yıldır devlet, eğitime daha fazla bütçe ayırmakta… Aileler, çocuklarının eğitimine, daha fazla para harcamakta… Çocuklarımız ise, diğer ülkelerdeki yaşıtlarına göre, okullarında daha fazla zaman geçirmekte… Yetmedi… Etüt merkezlerinde soluksuz koşuşturmakta… Netice…10 yılda, 10 basamak gerileme… Dünya’daki gelişim dikkate alındığında, bu sonuçlarla, Türkiye’nin ilk 10’a girme iddiası, akıl ile alay etmektir. 17. sırada tutunmak bile mümkün değildir… TEOG’un değişeceğini, akşam haberlerinden öğrenen Bakan varken ne bekliyordunuz derseniz. Bu iktidar gidici, ama çocuklar bizim çocuklar derim. Biz gençlerimizin beyinlerine sınırlar çizmeyelim, kendi çocuklarımızdan korkmayalım. Onlara iyi eğitim, hür ortamlar verelim. Bırakalım onları, hayalleri olsun, düşünceleri olsun, tartışsınlar, üretsinler. Bu Türkiye’nin yakalayabileceği yegâne zenginliktir. Dünyadaki hızlı gelişimle rekabet edeceksek., yüksek donanımlı gençlerimizin sayesinde olacaktır. İYİ  Parti olarak kararlıyız; eğitimde kalite artacak, bilim ve teknolojiye öncelik verilecek, bireysel özgürlük alanları genişletilecektir. Hedefimiz, Türkiye’nin 7 yıl olan ortalama eğitimini, 11 yıla çıkarmak Bunun kalitesini yükselterek PİSA ölçeğinde ilk 20 ülke arasına girmektir.-

YARGIYA, ZABITA AMİRLİĞİ GİBİ DAVRANILMASINA, MÜSAADE ETMEYECEĞİZ: Unutmayalım ki… Siyasi merkezli yargı kararları, düşman kurşunundan daha tehlikelidir. Bir kurşuna bir can veririz, yerine binler koyarız. Fakat, adaleti sağlayamayan yargı, vicdanları çürütür, milleti bozar, devleti çözer… Nasıl, yargının siyaseti kuşatmasına karşı mücadele ettiysek, siyasetinde, iktidarların da, yargıyı kuşatmasına yol vermeyeceğiz. Yaşadığımız şehrin sokaklarında, erkenden bir gezinti yapalım. Her sabah, polis karakola, memur daireye, öğretim üyesi üniversiteye, esnaf işyerine, işçi fabrikaya, çiftçi tarlaya öğrenci okula, mutlu gitmemektedir. Her sabah, erkenden uyanan ev kadını çocuklarının yüzüne, umutla bakamamaktadır. Bütün araştırmaların ortak sonucu da, maalesef böyledir. Neden? sorusuna cevap, “Liyakat ve hakkaniyet kalmadı.” Bu ülkenin insanları, böyle bir tabloyu hak ediyor mu? Hak etmiyor hem de, hiç hak etmiyor.

DEVLETİN DİNİ ADALETTİR: Buradan 80 milyonla, aziz milletimle, zamanın üstünde kalmış bir “dersi” paylaşmak istiyorum… Büyük müjde gerçeklemiş, Müslümanlar Mekke’yi fethetmişlerdir. Efendimizin amcası, Hz. Abbas ve damadı Hz. Ali, en büyük prestij olan Kabe’nin sorumluluğunun kendilerine verilmesini, Hz. Peygamber’den talep ediyor. Efendimiz ise “O işi Talha Ailesi yapıyor” diyor. Hz. Abbas’ın “Ama onlar Müslüman değiller ki…” şeklinde hatırlatmasına, efendimizin, kendi damadına ve amcasına cevabı; “Ama onlar bu işi iyi yapıyorlar” şeklinde olmuştur… Makam mevki aile efradına değil  Talha ailesine kalıyor. Davaları, İslam’dan kutsal olanlar. Rehberleri ve reisleri, Peygamber’den güçlü olanlar menfaatleri dururken, hakkaniyeti nasıl kavrasınlar? Efendimizin bu cevabı, evrensel ders niteliğinde değil midir? Şüphesiz öyledir. Bu nedenle, saygın ilahiyatçıların vurguladığı, “Devletin dini adalettir” sözünü kıymetli buluyoruz… ‘Türkiye’, kendine yakışır bir çıkış yakalamalıdır, Bu nedenle, rekabetçi siyasal sistemi çalıştırmak zorundayız. Medya ve iletişim alanları baskılanmamalıdır, halk, ülke gündemindeki konularda, siyasi partilerin görüşlerini öğrenebilmeli, karşılaştırma imkanına sahip olmalıdır. Tek kişilik yarışla iyi bulunmaz. Tek taraflı konuşmak, kör propagandadır, neticede devleti de körleştirir, dış politika gibi, çözüm süreci gibi yanlış politikaların temel sebebi budur. Bugün yaşadığımız şekliyle, siyaset rekabetçi olmaktan çıkarsa, devlet toplumun gerisine düşer. Kendini yenileyemez, ileriye atılamaz. Politikalar, masa başında, yukarıdan inme yapılır. Mesela 2023 hedefleri gibi; 500 milyar dolar ihracat yazarsınız, 2 trilyon dolar milli gelir yazarsınız. Kağıtlara yazarsınız, zaman ilerler, yazdığınız tarihin bile gerisine düşersiniz. Mesela uçak üretimi gibi, 2011 seçimlerinde satamadığınızı, 2014’te, olmadı, 2015’te tekrar raflara çıkartırsınız. 2017’de de gider Amerika dan 11 Milyar Dolar’a uçak satın alırsınız.

SİYASETİN İŞLEYİŞİNİ YENİDEN DÜZENLEMEK ZORUNDAYIZ: Demokratik katılım- Güçlü parlamento- Milli irade ilişkisi, vazgeçilmezdir. Venedik kriterleri ve çağdaş demokratik ilkeler çerçevesinde, siyasi partiler kanunu demokratikleşecektir? Partilerimizin hepsinde uygulanan, “Atıyorum Seni – Seç Beni” modeli kaldırılacaktır. Genel merkeze yönetici atarken, yeterli sayılan iradenin, atananları değiştirirken yok sayılması, kabul edilebilir değildir, değiştirilecektir. Genel merkezin, seçimle gelen hiçbir kademeyi görevden alma yetkisi olmayacaktır. Yargı kararları hariç, seçimle gelen, seçimle gidecektir. Milletvekili ve diğer siyasi mevkilere aday belirlenmesi, üye ve hatta seçmen tercihlerinin etkin olacağı bir şekilde düzenlenecektir. Montesquieu’ya göre, “Kanunların anası, seçim kanunudur.” Açık, şeffaf, demokratik, denetlenebilir bir siyasal partiler ve seçim yasası oluşturma mecburiyeti vardır.

Parti kurucularından eski asker Ali Türkşen partililerden büyük ilgi gördü.

GÜVEN YOKSA BACA YÜKSELMEZ: Kamu malının emanet olduğu çoktan unutulmuş, yolsuzluk, adeta dokunulmazlık alanına dahil edilmiştir. Fetva verecek “Besleme fakih” bulmakta da zorluk çekilmemiştir. Yolsuzluk konusunda ahlaki boyut bir tarafa, yolsuzluk atmosferinin yaygın olduğu bir ülkede, ekonomik yatırım yapılabilir mi? Teşebbüs hürriyeti ne kadardır? Sisteme güven kalır mı? Sayın Durmuş Yılmaz, geçenlerde yabancı bir basın mensubunun, “partinizin iktidarında ekonominin patronu siz mi olacaksınız” sorusuna, “Ekonominin patronu güvendir” cevabını verdi. Güven ortamı temin edilirse, yüzde 6-7’lik büyümeye rahat erişilir dedi, oradaydım… Durmuş bey, yüzde 6’dan aşağısını başarısızlık sayarım unutmayın. Güven yoksa fabrika bacası yükselmez, iş yapma arzusu kalmaz.

15 TEMMUZ’DA MİLLET DEVLETİ SOKAKTAN TOPLADI: Yakın siyasi tarihimiz içinde yaşamış, devrin aktörlerinin muhatabı bir siyasetçi olarak ifade ediyorum ki, 28 Şubat, bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bir ihanet sürecinin adıdır. Bu süreç, Türk Subayına çuval giydirmekle tazelenmiş, Ergenekon, Balyoz ve çözüm süreci ile devam etmiş, 15 Temmuz ile final yapmıştır…. FETÖ ihanet şebekesi, sadece 15 Temmuz değil, 2004’den itibaren bütün operasyonların ana aktörüdür. 15 Temmuz’un ruhunu oluşturmaktadır. 15 Temmuz tam anlamıyla bir “Devlet etme zaafiyetidir”. Millet, devleti sokaktan toplamıştır. Bir başka tarihi gerçek de şudur, TSK’ni Türkiye’nin aktifinden düşürmek için plan yapanlar, maalesef iktidar kadrolarının bulanık beyinlerinden faydalanmışlardır. Yaşanılan her bir süreç, Türkiye için yol çevirme, ön kesme operasyonudur. Her biri acılar bırakmıştır. Eğer siz, insanımızın yaşamlarına şekil vermeye, yön vermeye kalkmasaydınız. Görevinizin onların haklarını –özgürlüklerini korumak olduğunu söyleseydiniz şimdi 80 milyon daha özgür ve daha zengin bir ülkede yaşıyor olacaktık. Sizin gardiyan kesildiğiniz insanımız, kendilerine  özgürlük ve zenginlik vaad edenlerle yola çıktılar… Şimdi de bunlar sizin rolünüzdeler. Ne hak biliyorlar, ne hukuk. Hatırladınız mı? Milletin hakkı için, devletin itibarı için ayağa kalktığında, parmak salladığını siyasetçi, ürkütmeye, korkutmaya çalıştığınız kadın. Hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum, biz yine ayağa kalkıyoruz, milletimle beraber ayağa kalkıyoruz, bütün yollar tutulmuş, biz kendi yolumuzu tutuyoruz. 28 Şubat’ın kudretlileri, bekleyin, bekleyin. Yakında yoldaşlarınız olacak, bugünküler de tarihin çöplüğüne, sizin yanınıza gelecek.


Güncelleme Tarihi: 26 Ekim 2017, 16:02
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER