Demirtaş: 'Süreci, halkların ortak barış iradesi başlatacak'

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş yaşanan gelişmeleri Özgür Haber Gazetesi’ne değerlendirdi. Demirtaş, dondurulan sürecin başlaması için kamuoyu desteğine ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

Demirtaş: 'Süreci, halkların ortak barış iradesi başlatacak'


HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş yaşanan gelişmeleri Özgür Haber Gazetesi’ne değerlendirdi. Dondurulan sürecin başlaması için kamuoyu desteğine ihtiyaç duyulduğunu belirten Demirtaş:

Meclisteki ilk çalışmalarının yeni anayasa olacağını belirten HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yeni anayasa olmadan Türkiye’de bir şeyleri değiştirmenin mümkün olmadığını ve yeni anayasa için bir yol temizliğinin yapılması gerektiğini söyledi. Çözüm sürecini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarının ardından dondurulduğunu belirten Demirtaş, “Hükümet, ‘Kürt sorunu var, müzakere var, masa var, taraflar var, Dolmabahçe mutabakatı yanlış değildir’ diyebilmeli ki süreç yeniden başlayabilsin” dedi. Sürecin tekrar başlaması için yoğun bir çalışma temposu ile konuyu kamuoyuna taşıyarak destek isteyeceklerini ifade eden Demirtaş, “Halk barış istiyorsa hükümetler ve siyasetçiler bundan kaçamazlar. Bunun için de halkın sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin her yerinden barış sesinin daha yükselmesi lazım” dedi.

Öcalan’ın halk ve PKK üzerindeki etkisine dikkat çeken Demirtaş, müzakerelerin doğrudan onunla yürütülmesi, silahsızlanmasının da bu başlık altın ele alınması şart olduğunu belirterek, HDP’nin de parlamentoda sürecin tüm siyasi yükünü taşıyabileceğini söyledi. Öcalansız bir müzakere sürecinin mümkün olmadığını ve HDP’nin tek başına süreci yürütme etkisinin olmadığını vurgulayan Demirtaş, “Öcalan’ı hiçleştirecek bir formül de gerçekçi olmadığı için HDP de böyle bir tutum içinde olamaz” dedi.

AKP’nin tek taraflı müzakere dayattığını ifade eden Demirtaş, “Öcalan önemli bir aktördür diyoruz ama onun omuzlarına bu kadar ağır sorumluluklar verdikten sonra onu tek kişilik bir hücrede tecrit altında müzakere yürütmesini beklemek de çok ahlaki değildir. Gözlemci heyetlere açık olmalı, medyaya açık olmalı, Öcalan başka insanlara danışabilmeli, fikir alabilmeli, örgütüyle bir bağ kurabilmeli fikir alıp verebilmeli. Onlar sağlanırsa bence çok kısa sürede sorun çözülür ki zaten PKK kısa sürede silahsızlanma kongresini toplamaya hazır olduğunu açıkladı” dedi.


Türkiye’nin Suriye ve Rojava politikalarını eleştiren Demirtaş, Türkiye’nin Kürtleri bir tehdit olarak görme paranoyasından vazgeçmesi gerektiğini ve Suriye’de izlediği mezhepçi politikaları terk ederek, bölge barışını sağlamada öncülük edebilecek bir konuma sahip olduğunu kaydetti. Demirtaş, Suriye’ye müdahalenin çözüm olmayacağını belirterek, “Bölgedeki halkların kendini savunmaya ihtiyacı var. İŞİD ve benzeri özellikle saldırgan gruplar vahşi gruplara karşı kendini savunması gerekir. Bunun meşru savunma çerçevesinde yerel halkın yapabilmesi lazım. Şimdi yerel halk gruplarının desteklenmesi yerine uluslar arası herhangi bir müdahale, Türkiye olur, NATO olur yada başka bir ülke olur biz bunu sorunları ağırlaştıracağını düşünüyoruz. Ama asıl mevzu IŞİD’in izole edilmesidir. İŞİD izole edilmediği müddetçe karadan ve havadan sunulacak hiçbir destek kalıcı çözüm sağlamayacak” dedi.


HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile röportajın tam hali şöyle:

7 Haziran seçimleri sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sonuçlar bağlamında HDP’nin elde ettiği başarıyı neye bağlıyorsunuz?


Türkiye’de bir değişim arayışı uzun süreden beridir var aslında. Siyasette, biriken sorunları çözecek ciddi bir akım gelişmedi. Aslında 2002 yılında AKP bu iddia ile ortaya çıktı ve önemli bir destek elde etti. Sadece muhafazakar kesimin değil Kürtlerin hatta bir kısım Alevilerin demokratların liberallerin hatta bir kısım solcuların desteğini aldı. Çünkü Türkiye toplumu sorunlara kalıcı gerçekçi çözümler üretecek bir arayış içerisindeydi. Ancak AKP bunu iyi kullanmadı hatta kötüye kullandı. 2007 sonrası özellikle çizgisinde büyük bir sapma yaşadı, gerçek ajandası gerçek gündemine geri dönüş yaptı. O günden bugüne elinde tuttuğu biriktirdiği güç ile toplumdaki değişim isteğini muhalif güçleri ezmeye dönük diktatöryal otoriter bir rejim inşa etmeye başladı. Biz böyle bir ortamda Türkiye’nin iç siyasetinde böylesine umutsuz çaresiz bir ortamda bir umut yaratmaya çalıştık her şeyden önce. Özgürlük adına demokrasi adına umut yaratmaya çalıştık. İkincisi de biz Kuzey Irak’taki gelişmeler, bize bir IŞİD, El Kaide ve türevlerinin ne kadar büyük bir tehdit ve tehlike oluşturduğu Türkiye toplumu tarafından yakından izlendi. Mezhep savaşlarının, kimlik savaşlarının ne kadar acımasız olabileceğini din adına ne kadar vahşi bir çizgiye sapılabileceği tehdidi görüldü. Bizim HDP’nin ortaya koyduğu çoğulcu demokrasi anlayışı halkta gerçek bir çözüm hissiyatı uyandırdı. Bir yanda etnik savaş mezhep savaşı adı altında katliamlar yaşanırken, biz kimliğine mezhebine inancına bakmaksızın herkesi eşit gören bir arada yaşamasını sağlayan çoğulcu bir demokrasi savunduk. Üçüncüsü Kürt hareketi HDP’nin önemli bir dinamiği ve sürükleyicisi. Ortadoğu’da Kürtlerin bu kadar güçlü olduğu, giderek güçlendiği bir dönemde Kürt hareketinin Türkiye’de birlikte yaşam çizgisi ve bölünme korkusunun ortadan kaldıracak bir duyguyla elini bütün Türkiye’ye uzatması herkeste bir güven yarattı. Bunlar birleşince HDP bir anda son seçimle birlikte oyunu yüzde yüze yakın arttırdı. Bunun dışında başka faktörler de var ama bu 3 faktör etkilidir.


Hükümet kurulduğunda HDP olarak TBMM’de öncelikli ilgileneceğiniz konu ne olacak?


Yeni anayasa olacak. Yeni bir anayasa yapılmadan Türkiye’de bir şeyleri değiştirmek imkansız. Yeni bir anayasaya giden yolu da temizlemek gerekiyor. Yani yeni anayasayı hemen yapmak kolay bir iş değil ondan önce yapılması gereken bir yol temizliği var. Biz buna acil demokrasi paketi ve reformu dedik. Örneğin seçim barajı bir defa kalkmalı ve parlamentoda daha güçlü bir temsiliyet imkanı oluşmalı. İkincisi ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı ki herkes fikrini korkmadan ne yargı ne mahalle baskısından korkmadan fikrini özgürce açıklayabilsin. Medya kendini özgür hissedebilmeli ki yeni anayasa yapım sürecinde herkes katkısını sunabilsin. Ayrıca siyasi partiler kanununda bazı değişiklikler yapılması lazım. Lider olgusu var partilerde ve liderler ne diyorsa o oluyor. Bu da yeni anayasayı engelleyen unsurlardandır gösteri hakkı, özellikle kadın özgürlüğü, kadın eşitliğine dair temel yasalar çıkması lazım ki kadınların yeni anayasa yapım sürecine katılımını önü açılsın. Bu şekilde bir yol temizliğinin ardından yeni anayasa yapılabilir. Ama şuanda meclisteki en acil durum, yeni anayasaya gidecek bu yolu temizlemektir.


Çözüm süreci hangi aşamaya geldi ve şuan ki tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Çözüm süreci, yaklaşık 3 aydır hükümet tarafından dondurulmuş durumda. Aslında hükümet de değil cumhurbaşkanı tarafından donduruldu. Dolmabahçe’de iyi bir noktaya gelindi bir mutabakat metni açıklandı ve tarafların o mutabakat metninde yazılı olan şeyleri gereğinin yapılması aşamasına geçilecekti. Neydi o, 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı İmralı’da müzakere edilmeye başlanacaktı. Eş zamanlı olarak Öcalan PKK’ye silah bırakma kongresini toplama çağrısı yapacaktı. Aynı hafta içinde bunların gerçekleşmesi bekleniyordu. Ama şöyle bir şey yaşandı, cumhurbaşkanı bu maddelerin müzakere edilmeden PKK’nin bir an önce “silahları bıraktım” şeklinde çağrı yapmasını dayattı. Bunu göremeyince de seçimde “Dolmabahçe mutabakatı ne işimize yarayacak?” diye sormaya başlayacak. Seçim anketleri de gösterdi ki Dolmabahçe mutabakatından AKP büyük bir siyasi rantla karla çıkmıyor. Dolayısıyla hemen süreci bozup milliyetçiliğe oynamaya karar verdiler. Cumhurbaşkanı bir anda Dolmabahçe mutabakatını reddetti. “Masa yok, çözüm süreci yok, Kürt sorunu yok” dedi. Oysa “Süreci ben başlattım, tüm fedakarlığı ben yaptım, baldıran zehri olsa içerim, kefenimi koltuk altımda taşıyorum” diyen 2,5 yıl boyunca kendisiydi. Dolayısıyla şu ortaya çıktı ki barış mevzusu AKP’de ne kadar oya dönüşüyorsa o kadar değerlidir. Oy getirmiyorsa barışın hiçbir kıymeti yoktur. Şimdi sürece geri dönüş yapılması lazım mutlaka ve biz bunu çok önemsiyoruz. Fakat hükümetin şu noktada cumhurbaşkanının söylediklerine katılmadığını söylemesi lazım.Hükümet, “Kürt sorunu var, müzakere var, masa var, taraflar var, Dolmabahçe mutabakatı yanlış değildir” diyebilmeli ki süreç yeniden başlayabilsin. Bizce artık süreç eskisi gibi yürüyemez. Kapalı kapılar ardında yürüyemez. Belli bir kısmı elbet taraflar arasında güven ilişkisine dayalı olarak gizli kalabilir ama önemli bir kısmı şeffaflaşmalı. Gözlemci heyetler olmalı, parlamento sürece dahil olmalı bir defa. Yani parlamento bir müzakere yasası çıkardı. Bu yasa gereğince parlamento bir komisyon oluşturmalı. Bu süreci yakından izlemeli, hatalarını, sürecin yanlışlarını yanlış yapan tarafları uyarmalı. Çok kısa sürede hemen süreç kalıcı olacak ve hemen ardından yeni anayasa yapım sürecine katkı sunacak bir aşamaya getirilebilir. Yeni hükümet kurulmadan da bütün bunlar olabilir mi bunun cevabını vermek kolay değil doğrusu.


AKP içinde çözüm süreci konusunda bir ayrılık var mı?


Evet bir ayrılık var. Hem hükümetin içinde var hem cumhurbaşkanı arasında farklılıklar var. Daha hızlı yürümesin düşünenler var, hayır Kürtlere fazla yüz verdik şımarttık diyenler de var. Süreç donduğuna göre Kürtlere fazla yüz verdik diyenler daha ağırlıklı.


Sürecin yeniden canlanması için bir çalışmanız var mı? Neler yapmayı düşünüyorsunuz?


Önce kamuoyu desteği çok önemlidir. Halk barış istiyorsa hükümetler ve siyasetçiler bundan kaçamazlar. Bunun için de halkın sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin her yerinden barış sesinin daha yükselmesi lazım. Biz içeride ve dışarıda barış istiyoruz demesi lazım insanların. Medyadan sesin çok yüksek gür çıkması lazım. Ne Suriye’de ne içeride savaş istemiyoruz demesi lazım. Oturun bir masada ve bu işi bitirin demesi lazım. Yani bir masada oturup Abdullah Öcalan ile konuşmak savaşmaktan daha kötü olamaz herhalde. Ülkenin gençlerinin ölümünden daha kötü olamaz. Türkiye’nin artık bu kibirli tavırlardan çıkması lazım. Büyük devletler sorunlarını konuşarak çözebilen bu erdemi gösterebilen devletlerdir. Meseleye kan davası olarak bakamazlar. Hükümetlerin buna hakkı yoktur. Halk barış istiyorsa bu iş olur. Biz önümüzdeki günlerde kamuoyu desteğini arttırarak süreci canlandırmak istiyoruz. Konferanslar, medya, sosyal medya çalışmaları, ulusal ve uluslar arası bazı çalışmalarla yapmayı düşünüyoruz. Müzakere süreci başlasa da başlamasa da buna ihtiyaç var.  Başlarsa sürecin bir an önce sonuçlanması için kamuoyu desteğine ihtiyaç olur. Başlamazsa başlaması için olur. Hükümetin kurulmasını bekleyeceğiz tabi.


Öcalan’ın çözüm sürecindeki rolü nedir?


Çözüm süreci Abdullah Öcalan’ın hükümete yazdığı bir mektupla başladı. PKK üzerinde halen tek etkili liderdir. Kürt halkının önemli bir kısmı tarafından da halk önderi olarak görülür. Kendisi tümüyle Ortadoğu’da demokrasi, birlikte yaşamdan yana bir çizgi ortaya koymuş. Bu ağırlığının çözüm süreci için bir şans olduğunu görmek ve düşünmek gerekir. Biz HDP olarak PKK silah bıraktıramayız yani çağrı yapsak dahi PKK bunu anlamlı bulabilir, değerli bulabilir fakat kesinlikle bunu bir talimat olarak algılamaz. Çünkü PKK ile aramızda alt üst ilişkisi yok, hiyerarşi yok, bir organik ilişki yok. Ama Öcalan öyle değil. Öcalan PKK üzerinde çok etkilidir ve Sayın Öcalan’ın halk üzerindeki gücünü herkes bilir. Dolayısıyla müzakerelerin doğrudan onunla yürütülmesi, silahsızlanmasının da bu başlık altın ele alınması şarttır. HDP tüm bu çözüm sürecinin siyasi sorumluluğunu taşıyabilir. Parlamento ayağını, yasala anayasal zeminde yapılacakların tamamını muhatabıdır. Tüm bu görüşme trafiğinin de aynı zamanda mekanizmasını kuran HDP’dir. Hem Ankara hem İmralı hem Kandil ile görüşebilen tek güç HDP’dir. Bu görüşme trafiğini yeniden organize edebiliriz ama parlamento ayağında muhatap elbette ki HDP’dir. Sadece HDP de değil aslında tüm partiler kendini muhatap gibi görmeli ve sorunun çözümünde kendini sorumluluk sahibi görmeli.


Yeni hükümet süreci Öcalan yerine sadece sizinle yürütmek isterse ne yaparsınız?


Sadece bizimle yürütmesi tam anlamıyla sonuç almaz. Biz silahlar konusunda Öcalan kadar etkili olamayız. Bu bir gerçektir. Bunun dışında bir gücümüz bir etkimiz olsaydı bunu kullanmakta elbette ki çekinmezdik. Ama gerçekçi olmamız gerekiyor. Yani buyurun gelin müzakereyi biz yürütelim dersek PKK bunu kabul etmezse bu durumda silahlar konusunda bizim yapabileceğimiz çok bir şey kalmaz. Ama siyasi muhataplık parlamento ayağında elbette ki muhatap olmaktan çekinmeyiz ve kaçmayız. O nedenle Öcalan’ın dışlayan bir müzakere formülü gerçekçi değildir. Herkes bu konuda gerçekçi davranmalı ve yıllarca Öcalan’sız çözüm arayışlarını sonuç almadığını görerek artık zaman kaybından vazgeçilmelidir. HDP önemli ve güçlü bir aktördür meşruiyetini halktan alan bir aktördür. Ama Öcalan’ı hiçleştirecek bir formül de gerçekçi olmadığı için HDP de böyle bir tutum içinde olamaz.


Öcalan’a uygulanan tecrit, sizin bir ön koşulunuz olacak mı?


Sayın Öcalan’ın İmralı’daki imkansızlıklar içinde müzakere yürütmesini beklemek de büyük bir haksızlık olur. Şimdi PKK de biz de şunu söylüyoruz, Öcalan çok önemli bir aktör ve kendisiyle mutlaka görüşülmeli diyoruz ama onun omuzlarına bu kadar ağır sorumluluklar verdikten sonra onu tek kişilik bir hücrede tecrit altında müzakere yürütmesini beklemek de çok ahlaki değildir. Müzakerelerin yürütülebileceği imkanların ve koşulların yaratılması gerekir. AKP istediği zaman insanlar adaya gidebiliyor, istediği kişiler gidebiliyor, istediği kadar konuşulabiliyor ve konuşmalar tamamı AKP tarafından kayıt altına alınıyor ve bunun tek anlamı tek taraflı bir müzakere dayatmasıdır. Dolayısıyla gözlemci heyetlere açık olmalı, medyaya açık olmalı, Öcalan başka insanlara danışabilmeli fikir alabilmeli, örgütüyle bir bağ kurabilmeli fikir alıp verebilmeli. Onlar sağlanırsa bence çok kısa sürede sorun çözülür ki zaten PKK kısa sürede silahsızlanma kongresini toplamaya hazır olduğunu açıkladı.


AKP ile bir koalisyon düşünüyor musunuz?


Eğer başka bir seçenek kalmaz ve AKP son seçenek olarak HDP’ye gelip biz bir geçi bir hükümet kurmak istiyoruz derse biz ilkelerimizi ortaya koyarız. AKP’yi bu konuda gözlemlemek isteriz. Fakat karşımızda ilk seçenek bu değildir. İlk seçenek CHP-AKP koalisyonudur. Hiçbir şekilde üstesinden gelinemiyorsa ve Türkiye ciddi bir şekilde kaosa krize sürüklenme tehdidi ile karşı karşıya kalırsa biz ilkelerimizi de bir tarafa atmadan geçici de olsa Türkiye’yi seçime taşıyacak bir seçimi de tartışabiliriz. Fakat AKP bizim ilkelerimizi azımsayacak bir tutum içine girerse en mantıklısı bir an önce erken seçimin yapılmasıdır. Erken seçimden de korkmadığımızı belirttik. İlkelerimiz demokrasi barış ve adalet ilkeleridir. Bunlarında alt başlıkları var. Biz bu üç ilkede hangi parti olursa olsun desteklemeye hazırız. Çünkü Türkiye’de bu üç ilkenin oturması lazım.


Suriye’de yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin duruşu ve Rojava Kürtlerine karşı izlediği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye halkların barışı adına izlemesi gereken yol ve yöntemler nelerdir?


Türkiye her zaman bölgede Kürt fobisi ve Kürt korkusu ile hareket etti. Sadece AKP dönemi için ifade edilebilecek bir tespit değildir. Önceden de böyleydi. Bu korku her zaman Türkiye’ye büyük hatalar yaptırdı ve büyük kayıplar yaşattırdı. Kürtler herhangi bir hak elde etmesin diye Türkiye Cumhuriyeti çok daha büyük kayıpları göze aldı ve halen o politikada ısrar ediyor. Suriye’de olduğu gibi. Cumhurbaşkanı, hükümet orada IŞİD’in ilerlemesinden hiçbir şekilde tedirgin olmazken, IŞİD’in bütün Türkiye sınırının ele geçirdiği dönemlerde hiçbir rahatsızlık duymazken IŞİD orada bir hilafet devleti ilan ettiğinde Türkiye’de kırmızı alarm verilmezken, hatta gündem bile olmazken, Kürtlerin kendi topraklarından IŞİD’i def etmeye başladığı anlarda Türkiye’de o korku yenden depreşti. Ve ‘Sınırlarımızın ötesinde bir Kürt oluşumuna izin vermeyiz’ diye sert açıklamalar başladı, askeri yığınak yapılıp müdahale tartışılmaya başlandı. Bu Türkiye’nin dış politikasını yönlendiren bir paranoya ve yanlış yönlendiriliyor Türkiye’nin Kürt korkusu. Oysa biz Türkiye’nin sadece Kürtlerle değil bölgedeki tüm halklarla çok iyi ilişkiler kurabileceği ve kurması gerektiğini söyledik. Özellikle Irak ve Suriye’de yaşayan Kürtlerle ilişki kurmaktan çekinmemeli Türkiye. Bu oradaki Kürtlerin hak kazanma korkusundan da Türkiye’yi kurtaracaktır. Kürtler orada hak kazanması asıl Türkiye’nin kendi içindeki Kürtler açısından tedirgin edici görülüyor. Yani ‘orada onlar hak kazanırsa ben kendi içimdeki Kürtleri tutamam’ diye korku yaşıyor. O nedenle içerde çözüm sürecini bir an önce nihayete erdirmeli, Kürt korkusundan kurtulmalı ve bunu bir pranga gibi ayağına dolamaktan kurtulmalı Türkiye. Suriye politikasındaki temel hatalarından biri bu.


İkincisi izlediği mezhepçi yani Sünni politika. Sünni grupları destekledi, radikal grupları destekledi. Diğer tüm grupları tehdit olarak gördü ve yenilmesi, tasfiye edilmesi gereken gruplar olarak gördü. Oysa Baas rejimi, Esad rejimi asla hoş görülemez, yaptıkları kabul edilemez ama Arap Alevilerini dışlayan bir tutuma dönüşmemeliydi bu. Türkiye burada da hata yaptı. Orda Arap Alevilerini tedirgin edecek bir politika izledi ve yanına almayı başaramadı. Sünni grupları içerisinde de bunu yaptı. Daha çok radikal g4rupları destekleyen bir politika izledi. Lojistik, istihbarat, silah ve eğitim gibi destekler sağladı. Bunların tamamı Türkiye’nin Suriye’de uçlaştırıcı bir taraf olmasına yol açtı ve dolayısıyla Türkiye’nin Suriye sorununun çözümünde hiçbir etkisi gücü kalmadı. Kredisini kaybetti. Oysa Türkiye gibi stratejik bir ülke önemli jeopolitik konumu olan bir ülke ağırlığı olan bir ülke Suriye’de barış masasının, müzakere masasısın kurulmasında çok etkili olabilirdi, taraf olmasaydı ve hatalar yapmasaydı. Türkiye’nin öncülük ettiği bir barış girişimi olabilirdi ama onu yitirdi Türkiye. Biz hükümette olursak eğer böyle bir görev bize düşerse Suriye politikasını tümden değiştirip Suriye’deki tüm gruplarla görüşecek ve bir an önce barış ve müzakereler için masa kurulması ve ateşkesin sağlanası için öncülük edecek bir politikaya dönüş yaparız.


İncirlik’in ABD’ye açılması ve Suriye’ye olası müdahaleler ne tür etkiler yaratır? Kalıcı çözüm için eler yapılabilinir?

Bölgedeki halkların kendini savunmaya ihtiyacı var. IŞİD ve benzeri özellikle saldırgan gruplar vahşi gruplara karşı kendini savunması gerekir. Bunun meşru savunma çerçevesinde yerel halkın yapabilmesi lazım. Şimdi yerel halk gruplarının desteklenmesi yerine uluslar arası herhangi bir müdahale, Türkiye olur NATO olur yada başka bir ülke olur biz bunu sorunları ağırlaştıracağını düşünüyoruz. Böyle bir müdahale olmamalıdır. IŞİD’e dönük destek bir türlü kesilmiyor. İŞİD destek almasa yerel halk yani direniş grupları IŞİD’i rahatlıkla yenebilir. Katar’dan Suudi’ye Türkiye’ye kadar destekleyen bir grup var. Bunun dışında IŞİD’e para silah lojistik akışını uluslar arası kamuoyu ciddi bir şekilde sorgulamıyor. Yani IŞİD bu kadar savaş gücünü nereden bulabiliyor, nereden sağlayabiliyor kesintisiz? Neden onlar engellenmiyor, neden müdahale edilmiyor? Doğrudan İŞİD ile NATO yada uluslar arası askeri müdahaleyi tartışmak yerine aslında IŞİD’in desteği kesilse yani Suriye’deki direniş grupları IŞİD’i bir hafta içinde yenebileceğine inanıyorum. Uluslar arası askeri müdahaleler Afganistan’a Irak’ta görüldüğü gibi sorunların daha da ağırlaşmasına neden olacaktır. Bu oradaki yerel halkın da çıkarına değildir diye düşünüyorum.

İncirlik açılırsa Kürtlerin İŞİD ile mücadelesine bir etkisi olur mu?


Şuanda hava desteği etkili bir şekilde sunuluyor bazı yerlerde. Sadece Kürt gruplarına değil aslında Suriye’de mücadele eden birçok gruba hava desteği sunuluyor. Ama asıl mevzu IŞİD’in izole edilmesidir. IŞİD izole edilmediği müddetçe karadan ve havadan sunulacak hiçbir destek kalıcı çözüm sağlamayacak. Teknik açıdan askeri açıdan İncirlik kolaylık sağlayacaktır hava operasyonlarında. Fakat kalıcı çözüm açısından mevzu sadece karadan ve havadan operasyon değil. IŞİD’in izole edilmesi özellikle aldığı desteğin kesilmesi çok çok önemlidir.
/ Özgür Haber Gazetesi

Güncelleme Tarihi: 14 Temmuz 2015, 00:22
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER