Parmak izi

Deri eldiven, yapay deri yaygınlaştığından beri sıkça rastlanan, hemen her kıyafet dükkanında satılan, birçok kişi tarafından kullanılan bir aksesuar.

Parmak izi
Çağdaş GÜNERBÜYÜK / EVERENSEL


Deri eldiven, yapay deri yaygınlaştığından beri sıkça rastlanan, hemen her kıyafet dükkanında satılan, birçok kişi tarafından kullanılan bir aksesuar. Filmlerde, dizilerde eskiden beri görmeye alışık olduğumuz geliyor insanın aklına. Cüneyt Arkın’ın polis ve mafya rollerinde vazgeçemediği siyah yumruğu ya da sosyetik kadın karakterlerin zarafetlerinin simgesi eldivenleri mesela. Yine de en çok bir tek meslek grubuyla özdeşleşen bir giyecek, siyah deri eldiven: Hırsızlar.

Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen ve Gezi eylemcilerinin ne kadar saldırgan, tahammülsüz, kinci bir grup olduğuna delalet sayılan meşum hadisede altı çizilen ayrıntılardan biri olması, keşke tesadüf olsaydı. İskelede bekleyen kadına ne mutlu ki, kameralar kayıtta ya da değilken, saldırıya, tacize uğrayan, öldüresiye dövülen kadınlar ya da erkeklerden biri değilmiş. Devletin üniformalı memurları tarafından saldırıya uğrayan ve meydanlarda kalabalıkları galeyana getirmek için en tepedekiler tarafından hikayesi anlatılmayanlardan da.
Yayınlanan kamera kayıtlarında bir teki bile görülemeyen “üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlı 70-100 kadar adam”, ağaçları kestirmeyen, ülkenin her yanında sokakları, meydanları dolduran milyonları marjinalleştirmek için yapılmış bir tarifti. Ayaklanan halk değilmiş gibi yapmaya çalışanların, her biri boşa düşen, her biri yalanlanan çırpınışlarından biriydi. İktidardan illallah eden, azıyla çoğuyla ama uyum içinde her kesimden milyonları bir araya getiren büyük ayaklanmayı dini kullanarak karalamaya çalışan iftiracılar versin hesabını. Çünkü bir fiske bile vurulamaz sanılan saltanat kayıkçılarının yüzüne vurulmuş en güzel tokattı. Eldiven falan yoktu. Halkın parmak izi, yalancının, katilin, yalakanın, satılmışın, korkağın yüzünde hâlâ durur. Sızısı, devrilecekleri günün habercisi.
Eldivenin sahibi olduğunu sananlar, on yıldan fazladır sürdürdükleri soygunu kimse görmüyor diye sevinen hırsızlardı. İki aydır, belgesiyle, kaydıyla, kuyduyla herkesin bildiği hırsızlar arayıp bulsunlar şimdi eldiveni. Ayakkabı kutularının arkasında kalmıştır belki, kim bilir.

YA SAYMAYI BİLMİYORSUN...

Fıkra bu ya, hırsızı kadının karşısına çıkarmışlar, kadı cezasını kesmiş. “Falakaya yatırın” demiş, sayısı anlatana göre değişir, yüzlerce, binlerce değnek vurulmasını istemiş. Hırsız durmuş, kadıya bakmış, demiş; “Sen ya sayı saymayı bilmiyorsun, ya dayak yememişsin.”
Hırsızla kadının birlikte iş tuttuğu memlekette, işler bundan farklı olur elbet. “Kadı’nın beyanı esas” sayanlar, kayıtlara bakınca bari insaf edecek mi? 
Fıkranın hırsızı, Bektaşi diye de anlatırlar, nihayetinde garibandır. Ondan saymayı bilişi. Bilmeyen şöyle diyor çünkü: 
“Kendi param, üç beş kuruş kalan param.”
“Kaç para?”
“Sen biliyorsun.”
“Kaç lira oğlum?”
“1 trilyon civarı param var o kadar…”
Devrimler tarihini bilenler, ayaklanmayı görenler farkında; halkın bir huyu vardır. Öğretir. Döve döve öğretmek için de tekmeye, yumruğa, topa, tüfeğe gerek de olmaz. Katiller sürüsünün karşısında canını korumaya çalışanların elleri hep armut toplar demek değil bu. Halkın tokadı gücünü gerçekten, birlikten, kararlılıktan alır demek. 
Kadın diye, dindar diye, başı örtülü diye birine saldıran varsa, olursa, olacaksa, cezayı hak eder mutlaka. Savunmasız insanlara, “Bu da bunlardandır” diye saldıran cezasını bulmalı. İşte o yüzden en önce adalet bekleyen, göz göre göre öldürülen gencecik insanlar, onların kardeşleri, aileleri.
Miktarda, ölçüde, hesapta zayıflık, bu hırsızlık, sansür, yalan, tehdit, baskı dolu konuşmaları yayınlananların ortak özelliği sanki. Bir tanesinin, sesini son günlerde en çok duyar olduğumuz, sansürcülük “pozisyonu” ile gurur duyanının ne kadar duygu yüklü bir cümlesi var öyle: “Büyüğüm üzülünce, ben daha çok üzülüyorum.”
Dalkavukluğun tarihine geçecek bu özlü söz, koltuklarını korumak için her gün fırça yiyenlerin kitabının en başında yazılı. Üzülmesin diye kendini heder ettikleri bir üzgün var. Yolsuzluklar rekorunun kayıtları ortaya dökülürken, kim bilir kaçının daha ağzından duyduğumuz laf bu; “büyüğümüz”. Sopası bütün uşaklarının ense köklerine uzanacak kadar büyük olunca efendilerini büyük sananların ortak fikri. 
Mağrur pozlarını takınanlara meydanlarda haykırılanı, duvarlarda yazılanı unutmasınlar, “Senden büyük halk var”. Suratlarında çıkan parmak izinden tanıyacaklar. Üzülecekler yani, daha çok üzülecekler.

Güncelleme Tarihi: 16 Şubat 2014, 17:11
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER