'AKP görüşmelerle ne amaçladığına karar vermeli'

KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, AKP hükümetinin gelinen aşamada görüşmelerin kendi ekseninde artık yürümeyeceğini gördüğü için heyetin İmralı Adasına gidişini durdurduğunu belirtti.

'AKP görüşmelerle ne amaçladığına karar vermeli'
KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, AKP hükümetinin gelinen aşamada görüşmelerin kendi ekseninde artık yürümeyeceğini gördüğü için heyetin İmralı Adasına gidişini durdurduğunu belirterek “AKP hükümeti bir kere karar vermelidir; bu görüşmeleri Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme olarak gördüğü kendi tanımıyla “terörü bitirme” aracı olarak mı görüyor, yoksa Kürt sorununun çözümü olarak mı ele alıyor” dedi.


ANF’ye konuşan Sabri Ok, HDP heyetinin adaya gidişinin engellenmesi, çözüm süreci, Rojava’daki direniş konusunda değerlendirmelerde bulundu.

AKP KOBANÊ’NİN DÜŞMESİ İÇİN ÇALIŞTI

AKP'nin son iki yıllık sürece yaklaşımını, Rojava Devrimi karşısındaki tutumunu ve bu dönemdeki iç ve dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaklaşık iki sene önce Önderliğimiz gerçekten çok büyük bir sabırla çözüm sürecini başlatmak istedi. AKP’yi de bu sürece çekmeye çalıştı. Bugüne kadar tek taraflı olarak, Önderliğin ve hareketimizin gösterdiği sorumlu davranışlar ve attığı adımlarla çatışmasızlık sürdü ve görüşmeler yürütüldü. Eğer bir süreçten söz edilecekse tek taraflı adımların atıldığı, ama karşılığının olmadığı bir süreç vardı. Bu anlamda bir çözüm sürecinden bahsetmek mümkün değildi. AKP’nin de sürece dahil olmasıyla ancak bir süreçten söz edilebilinirdi. Ancak AKP karşılıklı adımların atılacağı böyle bir sürece hiç bir zaman katılmadı. Zaten AKP’nin Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda hem zihniyet olarak, hem de politik uygulamaları anlamında hiç bir hazırlığı ve ikna düzeyi olmadı, olmamıştır.

Son süreçlerde Kobanê’yle beraber Türkiye ile Kürdistan gündemi çok daha farklılaştı. Halkımız, devrimci demokratik güçler Kobanê üzerinden duyarlılığını AKP hükümetinin politikalarını teşhir etme ve her fırsatta serhildanlar biçiminde ortaya koydu. Bu çok doğal bir durum olmakla birlikte olması gerekendi de. Ama AKP bunu hazmedemedi. Kobanê’nin sahiplenilmesinden çok, tecridini esas alan bir politika izliyordu. Beklediği, Kobanê’nin bir an önce yerle bir olmasıydı. Nitekim Erdoğan “Kobanê düştü, düşecek” diyordu. İç ve dış politikada tüm hesaplarını Kobanê Direnişinin kırılması üzerine kurmuştu. DAİŞ’in Rojava Devrimini bastırmasını ve Suriye’de hakim olmasını arzuluyordu. AKP’nin DAİŞ’i baştan beri desteklemesi bunun içindi. Ama Kobanê düşmedi, direndi ve AKP'nin hesapları boşa çıktı. DAİŞ’in kazanması üzerine hesap yaptığından, uluslararası güçlerle karşı karşıya gelmesi durumu ortaya çıktı.

Kobanê halkı direndikçe hem Kürt halkı nezdinde, hem de tüm halklar nezdinde itibarı ve saygınlığı arttı. Rojava Devriminin etkisi yaygınlaştı. Bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketi'nin moral gücü arttı ve mücadele gücü yükseldi. Dünyada Vietnam devriminden bu yana ilk kez Dünya Kobanê Günü ilan edildi. Bütün halklar devrimci, demokratik, özgürlükçü güçler 1 Kasım’da Kobanê’yle dayanışma gününün anlamına denk bir duruş ve ayağa kalkış içinde oldular. Dünyanın her ülkesinde demokrasi güçleri ve tüm sosyalist hareketler meydanları doldurdular. Bu, yeni bir dinamizmdi, yeni bir moral ve destekti. Böyle bir dinamizm ve güce sahip bir mücadeleyi geriletmek mümkün değildir. AKP dünyanın Kobanê’ye sahiplenmesi karşısında da çok zorlandı. Bütün halklar ve dünya, Kobanê için böyle bir duyarlılık gösterirken, AKP Kobanê’nin düşmesini istiyor ve düşmesi için çalışıyordu. Öte yandan uluslararası koalisyon güçleri ve Amerika karşısında AKP’nin Kobanê politikası çok farklıydı. AKP DAİŞ’in güçlenmesi temelinde uluslararası güçler karşısında pozisyonunu güçlendirmeyi hesaplıyordu. Kobanê’deki büyük direniş Rojava siyasetinde de, Ortadoğu siyasetinde de AKP'ye kaybettirdi. AKP, hesapladığı hiçbir sonuca ulaşamadı.

İmparatorluk kompleksli gibi bir gelenekten gelen AKP’nin, Türk-İslam sentezi politikalarıyla bölgeyi ben yönetirim, uluslararası bir gücüm gibi abartılı bir yaklaşımı var. Ama gerçek böyle değil. Hem uluslararası kamuoyu, hem de uluslararası siyaset karşısında AKP zorlandı. Kürt halkının geliştirdiği direniş ve serhildanlar, Kobanê Direnişi AKP’yi göründüğünden daha fazla zorladı. Tüm bu tutum ve direnişler karşısında ‘koridor aç’ baskısına dayanamadı. Rojava Devrimci güçlerinin ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin geçmesini kabul etmediğinden üzerindeki baskıyı atmak için peşmergelerin Kobanê’ye geçişine izin verdi. Aslında bu izinleri verirken bile Kobanê üzerinden hesaplar yapıyordu. AKP, Kobanê’de YPG ve YPJ güçleri zayıf düşer, inisiyatif ÖSO ve peşmergelerin eline geçer gibi bir hesapla hareket ediyordu.

Kobanê Direnişini desteklemek için Kürt halkının başta Kuzey Kürdistan olmak üzere dört parçada ayağa kalkışı karşısındaki tutumunu ve İmralı’daki görüşmelerin kesilmesi hangi durumun sonucudur?

6-8 Ekim serhildanlarıyla beraber AKP gerçekten çok zorlandı. Kürt halkı ve gençleri birçok yerde denetimi ele geçirdi. AKP hükümeti Kürt halkının artık eskisi gibi bu düzeyde serhıldanlar yapamayacağı hesabı yaptığı için bu serhıldanlar karşısında şok oldu. Büyük bir panik ve tedirginlik yaşadı. Öyle ki, 12 yıllık iktidarı boyunca ilk defa hükümeti kaybetme korkusuna düştü. İlk önce bu süreci atlatma, sonra da inisiyatifi kazanma politikası içine girdi. Gerçekten de halkımızın serhıldanı görkemli ve tarihsel değerdeydi. Kürdistan'ın dört parçasının ayağa kalkışı, Kürt sorunuyla ilgilenen her kes için büyük bir mesaj oldu. Bu serhıldanlarla Kürt halkı ulusal, siyasal ve kültürel olarak yeni bir toplumsal ruh kazandı. AKP hükümeti Kürt halkının kazandığı bu düzeyi geriletmek ve kendisinin yaşadığı sarsıntıyı gidermek için Kürt Özgürlük Hareketine karşı hırçınca, tehditvari ve saldırgan bir üslupla bir psikolojik savaş kampanyası geliştirerek, bu temelde de irade kırmaya yönelmiştir. Nitekim birçok yurtsever katledilmiş, yüzlercesi tutuklanmıştır. Aslında bu saldırılarla gövde gösterisi yapıp gözdağı vererek boşa çıkan politikalarını örtbas etmek istiyordu. Böyle bir süreçte AKP, İmralı heyetinin Önderlikle görüşmesini engellemiştir. Yine AKP ile İmralı heyetlerinin görüşmeleri durmuş durumdadır. Aslında Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi artık iki yıllık süren görüşmelerin müzakere ve çözüm için adım atılacak bir aşamaya ulaştırılması gerektiğini vurgulamış, bunun dışındaki bir yaklaşımı kabul etmeyeceğini özellikle vurgulamıştır. Kürt sorununda çözüm politikası olmayan AKP hükümeti, Önder Apo ve Hareketimizin bu talebi karşısında gerçek yüzünü örtmek için serhıldanları bahane ederek üslubunu ve tutumunu sertleştirmiştir. Sesini yükselterek Kürt sorununda çözüm olmayan politikalarının üstünü örtmeye çalışmaktadır. Öte yandan bu tutumuyla ben istemediğim sürece barış diye bir şeyden bahsedilemez, her şey benim elimdedir gibi bir algı oluşturmak istemektedir. Diğer taraftan da çözüm sürecinin kapısı açık, masa yerinde duruyor diyerek sanki çözüm Kürt Özgürlük Hareketi'nin politikası nedeniyle gelişmiyor imajı yaratmak istiyor.

Aslında AKP'nin iki yıllık politikaları ve şu andaki tutumunu göz önüne getirdiğimizde bir çözüm sürecinden söz etmek mümkün değildir. Çünkü öyle bir süreç yok, bu kavram yerine oturmuyor. Doğrusu nedir? Önderliğimizin AKP’yi içine katarak geliştirmek istediği bir çözüm süreciydi. Önderliğimiz, çatışmasızlıkla, esir asker ve polislerin bırakılmasıyla, gerillanın geri çekilme iradesini ortaya koyan gerillanın yarıya yakınının Türkiye sınırları dışına çıkarılmasıyla çözüm ortamını oluşturarak AKP'ye adım attırıp bir çözüm süreci içine sokmak istemiştir. Ancak AKP bu adımlardan sonra yapması gereken hiçbir şeyi yapmadı. Sürekli oyalamayla zaman kazanma politikası izledi. Dolayısıyla 2013 Newroz’unda başlatılan süreç yakın zamana kadar Önder Apo ve Hareketimizin tek taraflı iradesiyle bugünlere kadar geldi. Hareketimiz ve Önderliğimiz bütün tahriklere rağmen halklarımıza karşı sorumluluğun gereği sabırlı davrandı. Çift taraflı bir çözüm süreci ortaya çıkmadı. Bunun sebebi AKP’nin hegemonik retçi zihniyeti, inkarcı ve imhacı politikalarıydı. Eğer tüm fırsatlar ve zeminler sunulmasına rağmen Kürt sorununun çözümünde adım atılamıyorsa, nedeni, Türk devleti ve AKP'nin zihniyet değiştirmemesidir. Eğer zihniyet değişikliği olsaydı Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin makul yaklaşımları karşısında Kürt sorunu kolaylıkla ve şimdiye kadar çoktan çözülebilirdi. AKP Kürdistan’daki gelişmeleri, Rojava Devriminin bölge üzerindeki etkisini, halkların uyanışını, Kürt sorununun bundan sonra ertelenemez bir şekilde mutlaka çözülmesi gereken zorunluluğunu, PKK’nin artan gücünü, itibarını, saygınlığını etkileme gücünü doğru ele alsaydı, gelişmeleri ve geleceği doğru okusaydı çözüm için adım atardı. Ancak kendi çözümsüz politikalarında ısrar etti. Çözüm politikası olmayınca, görüşmelerin de eskisi gibi sürmeyeceğini görünce heyetin Önderliğin yanına gidişini durdurmuş, engellemiştir.

AKP sözcüleri bir taraftan tehdit ediyorlar, bir taraftan görüşmeler olacaksa bizim istediğimiz gibi olur diyorlar. Diğer taraftan masa kalkmadı, çözüm süreci bitmedi biçiminde demeçler veriyorlar. Bu ne anlama gelmektedir?

Bu askıya alma ve görüşmelerin yapılmaması sürecin bittiği anlamına mı geliyor diye kamuoyunda tartışılıyor. Süreç durdu ya da devam ediyor tartışmaları sonuçsuzdur, çünkü çözüm için müzakere ve adım atma anlamında bir süreç olmadı. AKP, Önderliğimizin ve Hareketimizin yarattığı tüm fırsatları, tek taraflı attığı tüm adımları hep görmezden gelerek, kendi bildiği hegomonik üstenci bir yaklaşımla hareket ederek süreci boşa çıkardı. Dolayısıyla Önder Apo'nun 2013’te ortaya koyduğu demokratik çözüm iradesi ve bu yönlü başlatmak istediği süreç daha ilk aylarda bitirildi. Belki bunu açıkça söylemedi, demagoji yaparak, çözüm süreci ve işler yolunda yürüyor diyerek bu temelde itibar kazanma ve oyalama politikası izledi. Ama gerçek olan; AKP’nin hiç bir zaman sürece girmediğidir. Şimdi bu kadar saldırıdan sonra ve hiçbir adım atmamışken hala masadayız diyor. Peki masa varsa, senin masadaki tutumun ve konumun nedir? Eğer İmralı görüşmeleri sürecekse, eskisi gibi sadece gidip gelme mi olacak, yoksa gerçek anlamda bir müzakere ve çözüm için adım atma biçiminde mi olacak? Bu sorunun cevabı önemlidir. Yoksa Kürt Halk Önderi eskisi gibi olacaksa olmasın demiştir. Diyalog artık bitti, müzakere ve çözüm süreci başlamalıdır, demiştir. Masa olacak ve bu masa çözüm süreci biçiminde müzakereler temelinde yürümeyecekse zaten bir anlamı olmaz. AKP'nin iki yıldır olduğu gibi sürece girmemesinin bir tekrarı yaşanır. Bunun da ne Türkiye'ye ne de kimseye faydası olur. AKP hükümeti bir kere karar vermelidir; bu görüşmeleri Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme olarak gördüğü kendi tanımıyla “terörü bitirme” aracı olarak mı görüyor, yoksa Kürt sorununun çözümü olarak mı ele alıyor? Bu konuda netleşmeden AKP'nin Kürt sorununun çözümünde adım atması mümkün değildir.

AKP'nin Kürt karşıtlığı ve çözümsüzlükte ısrar eden politikaları hangi sonuçlar ortaya çıkarmaktadır?

İç ve dış tüm politikalarını Kürt karşıtlığı ve Kürt Özgürlük Hareketi'ni bitirme üzerine kuran AKP iflah olmaz. Bu politika AKP’yi yalnızlaştırıyor. Kürt karşıtlığı üzerine kurulu politika hep bir yerlere toslamaktadır. Nitekim uluslararası alanda kamuoyunun AKP’ye ve Erdoğan’a büyük bir tepkisi gelişmiştir. Türk devletinin kendi inkarcı politikasının dış güçler tarafından da benimsenmesini istemesi çelişkiler ortaya çıkarmaktadır. Avrupa ülkelerinin Ortadoğu ve Kürt politikasında AKP’yle çelişen politikaları olmasının nedenini bu çerçevede anlamak gerekir. Ortadoğu’da AKP’nin beraber hareket edebileceği hiç bir güç kalmadı. Türkiye’de ve Kürdistan’da tamamen tekleşen ve iktidar gücüne dayanarak varlığını sürdürmeye çalışan, Alevilerle, inançlarla, halklarla, emekçilerle, legal partilerle uyumsuz, doğru bir ilişkisi olmayan, yalnızlaşan bir duruma gelmiştir. AKP hükümeti yalnızlaştıkça da daha çok saldırganlaşan, daha çok faşistleşen bir karakter kazanmaktadır.

AKP'nin Kürt karşıtı politikaları sürekli çatışmasızlık ruhuna ters düşen uygulamalar ortaya çıkardığı gibi, siyasi soykırım operasyonlarını da süreklileştirmektedir. Önderliğimize yaklaşım ve siyasi soykırım operasyonları zaten çatışmasızlığı en temel ihlal eden durumdur. Biz hiçbir zaman hasta tutsakları bir pazarlık konusu yapmadık. Ancak bıraktığımız o kadar esire rağmen hasta tutsakların bırakılmaması bile AKP zihniyetini göstermesi açısından çarpıcı bir örnektir. Yoksa ne bizim ne de hasta tutsakların AKP'den bir isteği vardır. Ancak AKP'nin gerçekliğini ortaya koymak açısından önemli bir örnektir. AKP karakol ve baraj yapımını hiçbir zaman bırakmadı. Eğer yakın zamana kadar çatışmasızlık sürmüşse, bu, bizim sabrımızın sonucudur. Yoksa AKP hükümeti Önderliğimizin Newroz’daki demokratik çözüm yaklaşımını ve bu yönlü başlatmak istediği süreci daha başlamadan tutumuyla bitirmiştir.

AKP’nin rehin alma politikaları 2009’dan beri kendisini tekrarlıyor; sizce AKP’nin Kürt siyasetçileri üzerindeki bu rehin alma politikaları ve bu son süreçteki saldırıları ne anlama geliyor? Bununla AKP ne yapmak istiyor?

 Türkiye Cumhuriyeti Kürtler ne zaman örgütlenmiş ve belirli bir siyasi irade haline gelmeye başlamışlarsa, derhal baskı ve tutuklamalar artmıştır. Türk devleti karşısında iradeli ve güçlü Kürt istememektedir. Nitekim 2009 29 Mart yerel seçimlerinde Kürt demokratik hareketi güçlü biçimde çıkınca derhal Kürt halkının örgütlü gücünü ve iradesini zayıflatmak için 14 Nisan’da siyasi soykırım operasyonlarına yönelerek binlerce Kürt siyasetçiyi hiçbir gerekçeye dayanmadan zindanlara atmışlardır. Yine 2010 Demokratik Çözüm Grubu Habur’dan Türkiye'ye girişte milyonlarla karşılanınca yine aynı mantıkla siyasi soykırım operasyonları yaparak binlerce siyasetçiyi tutuklamışlardır. Çünkü güçlü ve iradeli Kürt’e kendi öngördükleri politikaları kabul ettirmeleri mümkün değildir. Ekim ayındaki serhıldanlarda halkın çok güçlü ayağa kalkması sonrası da aynı mantıkla siyasi soykırım operasyonlarına yönelmişlerdir. Kürt halkına, Kürtlerin iradesine ve demokratik legal siyasete vermek istedikleri mesaj şudur. “Benim çizdiğim sınırların dışına çıkamazsınız. Onun dışında bir eylem gücünüz olamaz ve benim ortaya koyduğum çerçeve dışında bir düşünce gücünüz bile olmamalı. Ne olacaksa veya ne yapacaksanız benim size verdiğim, size tanıdığım sınır içerisinde hareket etmeli ve düşünmelisiniz”. Mesela Tayyip Erdoğan geçenlerde şöyle diyordu; “ benim 11 yılık başbakanlık dönemimde neyiniz eksikti”. Bununla HDP’yi ve Kürt demokratik siyasetini kast ediyordu. Bu üslup ve zihniyet tek başına faşist ve faşizan bir baskıdır. Bu söylemle Kürt sorunu diye bir sorunu kabul etmediğini ortaya koymuştur. Buna verilecek cevap, demokrasi ve özgürlük adına AKP’nin verdiği, tanıdığı ya da kabul etiği ne oldu denilmelidir. Kürt kavramını bile Kürt halkının özgürlük mücadelesini etkisizleştirmek için kullanmaktadır. Attık dediği adımlar da Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek için yürüttüğü özel ve psikolojik savaşa argüman sağlamaktan başka bir değer taşımamaktadır. Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü esasta kabul eden tek bir adım atmamıştır. Eğer belirli kazanımlar ortaya çıkmışsa, bu, Kürt Özgürlük Hareketi'nin kırk yıllık mücadeleyle verdiği ağır bedeller sonucu yaratılmıştır.

AKP TASFİYEYİ AMAÇLIYOR

AKP'nin tanıdığı ve verdiği bir şey yoktur. Bazı konularda yumuşama olmuşsa bu hem yürütülen mücadelenin sonucudur, hem de eski yol ve yöntemler sonuç alamadığı için bazı yumuşamalarla Kürtlere yönelik kültürel soykırımcı sistemi sürdürmek içindir. Devletin ve AKP'nin zihniyeti değişmemiştir. Bu nedenle demokrasi ve Kürtler adına atacağı bir adım yoktur. Dolayısıyla devletten ve AKP den bekleyerek değil, mücadeleyi yükselterek ona geri adım attırmak ve kazanımlar yaratmak doğru olandır. Dünyanın her yerinde demokratik adımlar halkların mücadelesiyle gelmiştir. Bu, demokrasinin gelişmesinin kanunu gibidir. Halklar demokrasi mücadelesi verirken, hegemonik zihniyette olanlar ise baskı politikalarıyla mücadeleyi geriletmeyi hedeflerler. AKP de tek tek bütün kurumlara ve insanlara yönelerek daha fazla gözaltı, daha fazla tutuklama ve siyasi soykırımla daha fazla katletmeyle toplumu iradesizleştirip boyun eğdirerek, diz çöktürerek etkisizleştirmek ve başarabilirse Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek istiyor. Bu vesileyle belirtmeliyiz ki, bu kadar tutuklama tabii ki Kürt Özgürlük Hareketi açısından da bir direnme ve misilleme eylemi yapma gerekçesidir. AKP hükümeti Kürdistan'ı ve Kürtleri taşları bağlanmış ve köpekleri salınmış bir köy gibi görürse tabii ki bunun kabul edilmesi mümkün değildir.

HDP Parti Meclisi Üyesi Ahmet Karataş’a yönelik saldırı da hükümetin son dönemlerde HDP’yi hedef göstermesinden kaynaklanıyor.  Erdoğan her gün benim polisim şöyledir, silahlı güçlerim şöyle olmalıdır deyip daha fazla yetki verelim derse, polis kendini devlet yerine koyar, Erdoğan’ın söylediklerini bir perspektif ve talimat olarak görüp halka saldırır. Yine devletin derinlikleri ve çeşitli çeteler bu söylemden cesaret alarak her türlü saldırı ve cinayeti yapar.  90 yıllardaki JİTEM gibi karanlık ve kirli çeteler Erdoğan’ın ve hükümet yetkililerinin değerlendirmelerini bir referans alarak harekete geçerler. Zaten daha önce HDP’nin Eşbaşkanları Ertuğrul Kürkçü, Sebahat Tuncel ve Sırrı Süreyya Önder Karadeniz’de ve İç Anadolu’da saldırıya uğradılar. Aynı süreçte HDP  örgütlerine ve parti yönetimlerine yönelik saldırılar gerçekleştirildi. Bu saldırılar Tayyip Erdoğan’ın “Halk her yerde HDP’lilere böyle cevap vermelidir” söyleminden sonra yaygınlaştı. Son zamanlarda hükümet yetkililerinin HDP’ye yönelik sert açıklamaları, hatta size söylenenler azdır demeleri, akıllarını başlarına almazlarsa akıllarına gelmeyecek durumlarla karşılaşacaklarını söylemesi karşısında Ahmet Karataş’a yönelik saldırının nedenlerini izah etmek bile gerekli değildir. Kesinlikle bu saldırıların arkasında AKP hükümeti ve zihniyetinin açtığı alan vardır. Saldırı Akın Birdal’a yönelik saldırıya benziyor. Bu saldırıları yapanlar esas olarak Kürt düşmanıdırlar. AKP politikaları ve tutumlarıyla bunlara alan açmıştır. Yasal alanlarını daraltarak siyasi olarak zayıflatmak ve bitirmek isterken, diğer taraftan da istihbarat örgütlerinin ve derin güçlerin kullandığı yapı ve kişilerle fiziken saldırıp irade kırmak istiyorlar. Bunlar Kürtleri ve demokratik güçleri korkutmak, geri adım attırmak ve teslim almak amaçlıdır. Çünkü HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görüldüğü gibi en etkili muhalefet gücüdür. Gerek geliştirdiği stratejik politikalarla, gerek bu yönlü tutarlı söylem ve uygulamalarla alternatif bir muhalefet gücüdür. Bu gerçekliği tüm Kürdistan ve Türkiye halkı gördü. İşte bu, radikal anamuhalefet gücünü kırmak ve önünü kesmek istiyorlar. Türkiye’de tekleşen siyaset olsun, muhalefet olmasın, dolayısıyla demokrasi ve özgürlük eğilimi ve iradesi kırılsın istiyorlar. Dolayısıyla AKP dikensiz gül bahçesinde siyaset yapsın, Kürt sorunu çözümsüz kalsın istiyorlar.

AKP’nin güvenlik politikasını nasıl değerlendirmek gerekiyor. Söz konusu Kürtler olunca bu güvenlik politikası nasıl işliyor?

AKP’nin tüm politikası ve güvenlik mantığı tutuklama, katletme, susturma ve bastırma üzerine kuruludur. Sorunları demokratik yasalar çıkararak, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açarak, Kürt sorununu Kürt Halk Önderiyle müzakereler yoluyla çözmek yerine; saldırarak, korkutarak, baskılayarak ortadan kaldırmak istiyorlar. Şimdiye kadarki baskı ve zulüm yetmemiş olacak ki, polise ve askere daha fazla yetki tanıyıp taş atana ve Molotof kullanana da silahla saldırıp katletmelerini daha da yaygınlaştırmak istiyorlar. Böylece korkutup irade kıracaklarını düşünüyorlar. Bu mümkün değil. Geçen gün Filistin’de İsrail’li askerlere taş veya Molotof atan çocuklar gördük. Dünyanın her yerinde bir halk eğer varlığı ve özgürlüğü yok edilmek istenirse tüm gücü ve enerjisi ile direnir. Hiçbir yasa halkın direnişini durduramaz. Durdurulsaydı zaten son kırk yılda durdurulurdu. Son kırk yılda bu Türk devletinin başvurmadığı hangi yol ve yöntem kalmıştır! Her türlü kirli ve faşist uygulamalar yapıldığı gibi, aldatma ve oyalamanın da her türlüsü denenmiştir. Kırk yıllık direniş içinde şekillenen halk gerçekliği var. Dört-beş kuşak bu mücadele içinde yetişmiştir. Ailelerinin yarısında şehit ve dağda direnenlerin yanında ceza evinde direnenleri var. Bu, halkın direnme gücünü iradesini AKP hala böyle yasalarla engellemeyi düşünüyorsa, bu demektir ki, AKP ne geçmiş kırk yıldan ders almış, ne de dünya gerçeğinden bir haberi vardır. Dünya ve zaman bir tarafa, AKP bir tarafa! Dolayısıyla bu tür güvenlikçi yaklaşımlar boş bir çabadır. AKP hükümeti güvenlikçi yaklaşımlar başarısız kaldığı için iktidara geldi ve iktidarda tutuldu. AKP, oyalama ve aldatmayla Kürtleri egemenlik altında tutacaktı, bunu da başaramadı. Güvenlikçi politikalar söz konusu olursa bunu başkaları daha iyi yapabilir; o zaman AKP'ye ihtiyacı olmaz. Aldatma da olmayacağına göre, çözüm için adım atması gerekir. Ancak AKP'nin bir çözüm zihniyeti, iradesi, kararı ve projesi olmadığı için ezme ve tasfiye etmeden başka bir şey düşünmüyor.

GÜVENLİKÇİ POLİTİKALARDAN SONUÇ ÇIKMAZ

Geçen günlerde bir hükümet yetkilisi şöyle diyordu: “Biz bu çözüm sürecini Terörü bitirme aracı olarak değerlendirdik”. Aslında tüm zihniyeti burada bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor. Kamuoyu ve bütün insanlar bilmeli ki AKP’nin gerçeği budur. Biz bunu biliyorduk. AKP'nin kafasında, zihniyetinde halklar ve inançlar hatta söz konusu Kürtler olunca hiçbir zaman varlığını kabul etme özgürlüğünü tanıma iradesi ve kararı olmadı. Ancak halkların mücadelesi ve dünyadaki gelişmeler karşısında özel savaş ve psikolojik harekatla toplumları ve uluslararası güçleri aldatma politikası yürüttü. Toplumda ve uluslararasında AKP adımlar atıyor, sorunu çözüyor gibi bir algı yaratmayı temel politika haline getirmiştir. Diyorlar ya, günümüz dünyası algı yaratma ve yönetme dünyasıdır; işte AKP de Kürt sorunu ve demokratikleşmede şimdiye kadar bu yöntemi izlemiştir. Gerçek değil de sanal bir dünya yaratmaya çalışmıştır. Aslında ise AKP Kürt sorununu çözmek yerine PKK’yi nasıl bitiririm biçiminde bir politikayı esas almıştır. Önderliğimizin bütün çabalarına rağmen, büyük fırsatlar ve imkanlar yaratmamıza rağmen AKP'nin bir çözüm sürecine girmemesi bu anlayışının sonucudur. Çünkü zihniyette Kürtleri toplumsal haklarıyla var olan bir gerçeklik olarak kabul etmiyor. 11 yıllık başbakanlık süresince neyiniz hala eksik gibi üstenci bir kompleksle yaklaşan bir zihniyetten güvenlikçi politikanın ötesinde bir sonucun çıkmayacağı açıktır.

AKP’nin son süreçte Alevi açılımı çerçevesinde bir çabası var. Sizce bu uğraş ve çabaların arka planında ne var?

AKP’nin tutarlı bir siyaseti yoktur. Pragmatik bir partidir. Bir devlet partisidir. Artık öyle görmek gerekiyor. Aslında Erdoğan’ın ve AKP’nin zihniyetine ve söylemlerine baktığımızda kaskatı bir mezhepçilik politikası uyguladığı açıktır. Daha çok Sünni, hatta selefi diyebileceğimiz bir taraftır. Bunun mücadelesini veren ve Ortadoğu’da bunun siyasetini yapan bir taraftır. Sözde farklı inançlara saygılı olduğunu söylese de, pratikte bütün inançlara ve kültürlere düşmanca yaklaşmaktadır. Ortadoğu'da bütün farklı etnik ve dinsel topluluklara düşmanca yaklaşan DAİŞ’le ilişkisi bile AKP gerçeğini gözler önüne sermektedir. DAİŞ en büyük cesaretini Türkiye'den almaktadır. Bugün farklı inanç topluluklarına düşmanlık besleyen DAİŞ'i koruyan ve kollayan AKP hükümetidir. AKP'nin mezhepçi olduğu Ortadoğu politikalarında da, Suriye politikasında da, Türkiye politikasında da tescillenmiştir. DAİŞ’in farklı inançlara karşı vahşi uygulamaları karşısında AKP hükümetinin sesini yükselttiğini hiç duydunuz mu? Kendi politikasına uygun olduğu zaman yırtınan AKP’liler, DAİŞ'in farklı inançlara yönelik katliamları karşısında ya sessiz kalmışlar ya da zevahiri kurtarmak için kem küm etmişlerdir. Erdoğan nasıl ki hep tek dil, tek devlet, tek millet, tek vatan diyorsa aynı zamanda tek inanç, tek mezhep diyor. Kafasındaki bu olduğu gibi, uygulaması da budur. Aleviler üzerindeki politikası da, Alevilerin elli-altmış yıl önce yaşadıkları inanç ve kültürle kabul etmek değil de, kendine göre bir Alevilik yaratmaya yöneliktir. Başkalarını farklı bir Alevilik yaratmakla suçlayan AKP, aslında kendisi böyle bir hedefe soyunmuştur. Sık sık Aleviler Ali diyor, Ehlibeyt diyor diyerek bunu tamamen kendi düşündüğü bir inanç formatına gerekçe yapmaya çalışıyor. Kuşkusuz Aleviliğin İslam’dan aldıkları da vardır. Ama buna dayanarak Aleviliğe İslam’ın Şii ve Sünni mezhebi gibi bir kalıp biçmeye çalışmak Aleviliği inkar ve asimile etmektir. Nitekim şimdi Türkiye’de Alevilerin otantik inancıyla yaşamasına imkan veren demokratik ve özgür bir örgütlenme ve inancını sahiplenme ve yaşatma hakkı yoktur. Yapılan ve yapılmaya çalışılan tüm çalıştaylar Alevilere AKP'nin düşündüğü biçimde bir don giydirme çabasıdır.

AKP ALEVİLERİ HIZIR PAŞA SOFRASINA OTURTMAK İSTİYOR

AKP, Alevilerin kendisini nasıl tanımlıyorsa buna saygılı olma yerine, her gün kürsülere ve meydanlara çıkıp Alevilere Alevilik satmaya çalışan bir hegemonik anlayışa sahiptir. Bu da mezhepçi hegemonik anlayıştır. Kendine göre Kürt arayan, şimdi de kendine göre Alevi aramaktadır. Aleviler tarihte yaşadıkları gibi düşünüp yaşamaya çalıştıklarında saldırıya uğramaktadırlar. AKP diliyle, üslubuyla olduğu gibi ve kendisi olarak yaşamak isteyen Alevileri de hedef göstermektedir. Eğer Aleviler hala Türkiye'de kefere olarak görülüyorsa, her fırsatta saldırıya uğruyorsa, nedeni, AKP zihniyetidir. AKP, Alevilere yüzyıllar boyu baskı yapan zihniyetten farklı değildir. AKP'den yüzyıllarca Alevilere baskı yapan zihniyete karşı bir eleştiri yapıldığını gördünüz mü? Aksine, Alevilere baskı yapan geçmişleriyle övünmektedir. Bu geçmişin bir de Alevilere ve farklı inançlara yaptığı baskıyla yüzleşmeyi yapmayan bir yanı olduğunu da özellikle vurgulamak gerekir.

Aleviler tarihte devlet dışı yaşamış bir topluluktur. Bu yönüyle demokratik komünal karaktere sahiptir. Aleviliğin en temel iki karakteri budur. Şimdi bu karakteri devlet baskısıyla, mahalle baskısıyla ortadan kaldırılmak, devletin yedeğine sokulmak istenmektedir. AKP'nin yaptığı çalıştayların esas amacı odur. Alevileri Hızır Paşa’nın sofrasına oturtmaya çalışmaktadır.

Aleviler üzerinde böyle bir devlet politikası olduğu gibi, hala kurumlarına ve Cem Evlerine yönelik saldırılar son bulmuş değildir. Zaten Cemler ve Cem Evleri ibadet yeri olarak görülmemektedir. İslam’ın tek ibadet yeri vardır, o da Cami’dir anlayışında olduklarından, Cem Evlerini ve Cemleri ibadet yeri ve ibadet olarak görmemektedirler. Türkiye yasalarına baktığımızda zaten Alevilere ve diğer inançlara herhangi bir hak, herhangi bir örgütlenme özgürlüğü, herhangi bir inanç özgürlüğünü yoktur. Ya da kendilerine göre tanımlama yapmışlardır. Diyanet kurumu başlı başına zaten bir tekleşmeyi ifade etmektedir. Burada Alevilerle ilgili kürsü ve bölüm kurmak bile Aleviliğe nasıl yaklaştıklarını ve nasıl bir asimilasyon hesabı içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Bu yaklaşımlarıyla Alevilik tarihte olduğu gibi sapkın bir inanç olarak görülmektedir. Bunu şimdi açık ifade etmeyenler Aleviliği asimile edilmesi gereken bir inanç olarak görerek başka bir biçimde bu zihniyete sahip olduklarını ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla Alevilik geçmişi ve olduğu gibi kabul edilmiyor, dolayısıyla reddediliyor. Bu anlamda AKP ve Erdoğan’ın Alevi sorununu çözeceğim demesi Kürt sorununu çözeceğim demesine benzeyen bir durumdur. Yine sahte algılar yaratma, özünde ise bu inançları çürüterek alanlarını daraltarak içe büzülen bir pozisyona çekme politikası izlemektedir. Bu kadar mezhepçi, bu kadar inanç ve farklı kültürlere karşıtlık yapan bir zihniyetin Alevi sorununu çözmesi mümkün değildir. AKP'nin Ortadoğu politikalarına bakmak bile Alevilerin sorunlarını çözecek bir zihniyette ve karakterde olmadığını ortaya koyar. Aslında son girişimi de demokrasi güçleri karşısında sıkışan AKP hükümetinin bazı Alevileri yanına çekip Alevilerin demokrasi mücadelesi yanında yer almasını engelleme çabasından başka bir şey değildir. Şunu vurgulayalım ki, kendini devlete yaklaştırarak demokratik güçlerden uzaklaştıran, demokrasi mücadelesinde yer alarak tüm toplumun demokratik haklarının mücadelesini savunamayan, Kürt sorununun çözümünde demokratik yaklaşım göstererek Kürt sorununun çözümünü savunamayan hiç kimse ve hiçbir kurum Alevilerin de haklarını hukukunu savunamaz.

Özellikle son bir yıldır Türkiye’de işçi ölümlerinde çok ciddi bir artış var. Soma’nın acıları daha tazeyken Ermenek, Zonguldak, Türkiye’nin ve Kürdistan’ın birçok yerinde işçi ölümleri yaşandı. Ayrıca yollarda trafik katliamına uğraması normalleşen mevsimlik işçiler Isparta’da yeni bir katliamla karşılaştılar. Sizce hükümetin işçi politikaları neye hizmet ediyor ve işçileri nasıl ele alıyor?

Hepsi kapitalizmin ucuz iş gücü ve azami kar politikasının sonucudur. Vicdansızca bir sömürü politikasıdır. İşçilerin, emekçilerin emeğinin hakkını aldıkları demokratik ve özgürce çalıştıkları bir iş güvenliğinden söz etmek mümkün değildir. Vahşi kapitalizmi en somut biçimde uygulayarak ekonomiyi iyileştiriyoruz iddiasında bulunan AKP politikasının sonuçlarıdır. Dünya ve Avrupa ölçeğinden baktığımızda Türkiye iş kazalarında birinci sırada yer almaktadır. Burada AKP ve Türk devletinin aslında insana verdiği değerle değerlendirilebilir. İnsanlar ölmüş, hayatını kaybetmiş, zor ve tehlikeli koşullarda yaşıyor ve çalışıyor olması umurlarında değil. Niçin umurlarında değil? Zaten Kapitalizmin umurunda değildir, ama AKP'nin hiç umurunda değil. Bir işsizler ordusu var, bu da ucuz iş gücü yaratıyor. Bu açıdan insana değer vermek, insan yaşamına değer onlar için önemli değil. Her yerde istedikleri ücretle çalıştırabilecekleri işçi bulabilirler. Kirli ve acımasız bir katliam politikasıdır bu. Her yıl onlarca insan, emekçi maden ocaklarının derinliklerinde, iş kazalarında hayatlarını yitirmektedir. Tarım işçileri yollarda katliama uğramakta, en kötü koşullarda çalıştırılmaktadır. Soma’da, Ermenek’te, Şırnak’ta, Zonguldak’ta bu iş kazaları oldu. Türkiye'de iş güvenliği, emek karşılığı bir ücret ve örgütlenme özgürlüğü değil, azami kar, ucuz iş gücü yeterli görülüyor. Türk devletinin de, AKP hükümetinin ekonomi politikası bunun üzerinedir.

Kürdistan'da insanların işsiz, aç ve susuz bırakılması ise bilinçli geliştirilen politikadır. Kürdistan bu politikalar sonucu boşaltıldı, Kürt toplumu şimdi bu politikalarla teslim alınmak isteniyor. Tarım işçileri gittikleri her yerde kültürel soykırımcı politikalarla terbiye edilmeye ve iradeleri kırılmaya çalışılıyor. Mesela tarım işçileri her yıl Urfa’dan, Mardin’den, Diyarbakır’dan, Adıyaman’dan ve Kürdistan'ın her yerinden binlerce insan kamyonlara, otobüslere istiflenerek Türkiye’nin metropollerine pamuk ve fındık toplamaya, meyve ve sebze toplamaya giderler. Bunların birçoğu yollarda katliamlarla hayatlarını yitirirler. Bir de gittikleri yerde Karadeniz’de olsun, Sakarya da olsun faşistlerin saldırılarına uğruyorlar. Türkiye Kürt’ün ucuz işgücüyle kendini yaşatmaya çalışıyor. Bu açıdan ucuz işgücü bir devlet politikası olarak uygulanıyor. Kürdistan’ın emek gücünü ucuz bir şekilde Türkiye’nin metropollerine taşırma, her açıdan insani olmayan bir yaklaşımdır. Türkiye’nin ekonomi politikası vahşi kapitalizm dediğimiz bir politikadır. Toplumsal emek karşılığı olmayan azami kar ile yürütülen bir politikadır. Bunun için insanların bir değeri yoktur. İş kazalarında olmuş, trafikte olmuş veya savaşta, şiddete insanlar hayatlarını yetirmiş umurlarında değildir. Türkiye'de işçi ölümleri ancak onlarca ve yüzlerce olduğu zaman gündeme geliyor. Halbuki her gün işyerlerinde ikişer-üçer ölüyorlar. Bir toplam olarak ele alındığında her yıl yapılan bir işçi katliamından söz etmek gerekir. AKP bu açıdan işçi katliamı yapan bir hükümettir.

Kürt özgürlük mücadelesinde şimdiye kadar elli bin insan hayatını yaşamını yetirdi. Başka bir ülkede olsaydı siyasetçiler, akademisyenler kafa yorup bunun çözüm yolunu toplumda geliştirirlerdi. Kürt sorununu çözümsüz bırakan politikacılara Türkiye toplumu rağbet etmezdi. Elli bin ölüm yanında, bu savaşın ağır bir ekonomik külfeti var. İfade edilmiyor, ama bir trilyon dolar civarında bir ekonomik kaybın olduğunu uzmanlar ifade ediyor. Bu fatura her zaman fakire, emekçilere ve yoksulara ödetilmiştir. Bu da bilinçli uygulanan bir politikadır. Çalışma Bakanı, enerji, tarım, sanayi ve su işlerinden sorumlu bakanlıklar niçin kurulmuş? Bu bakanlıkların işlevleri nedir? Bilmezler mi ki Türkiye’de işsizlik oranı nedir? Bilmezler mi Türkiye’de iş güvenliği ne düzeydedir? Bilmezler mi ki maden ocaklarının binlerce metre derinlikte güvenli yaşam odaları yoktur, oksijen sorunu vardır. Soma’da ve Ermenek’te olduğu gibi su basabilir çamur yığını oluşarak tüneler kapanabilir. Bunların hepsini çok iyi bilirler. Ancak AKP hükümeti sorunlara çözüm bulan bir hükümet değildir. Siyasetleri de, hükümetleri de tamamen ekonomik rant elde etmek içindir. Bunun için vicdansızca iş sahipleriyle, ocak sahipleriyle anlaşarak bir birlerini idare ederek, faturayı halka ve emekçilere çıkartıyorlar. Bunun da ahlaksızca bir yaklaşım olduğu açıktır. Zaten AKP hükümetinin bütün derdi ekonomik rant elde etmek; devlet imkanlarını yandaşlarına peşkeş çekmektir. Bunun için temel siyasi sorunlarda yoğunlaşmıyorlar ve çözmüyorlar. Kürt sorunu da, Alevi sorunu da, diğer sorunların da çözümsüz kalmasının nedeni budur.

Genel gelişmelere baktığımızda Kürt halkının birliğini sağlamak amacıyla daha önce görüşmeleri başlatılan fakat bazı konularda anlaşmazlıkların yaşanmasından kaynaklı tıkanan ulusal kongre tekrar gündeme gelebilir mi?

Kürtlerin ulusal birliği ve ulusal kongresi için öteden beri yürütülen bir çaba, bir çalışma vardı. Önderliğimiz bu konuda her zaman öneriler geliştirdi. Sayın Talabani’ye,  sayın Barzani’ye, Goran hareketine ve pek çok Kürt örgütüne mektuplar yazdı ve çağrılar yaptı. Hareketimizin yönetimi bu konuda adımlar atıp görüşmelerde bulundu. Fakat daha önce ulusal kongre bilinen nedenlerle maalesef gerçekleşemedi. Çalışma önemli bir aşamaya gelmiş olmasına rağmen, Rojava’ya yaklaşım konusunda sorunlar ortaya çıktı ve ulusal kongre çabaları tıkandı. Rojava’da gösterilen devrimci direniş, Rojava’nın demokratik özerklik statüsünü giderek uluslararası alandaki meşruiyetini kabul ettirdi.  Yine tüm parçalardaki Kürt siyasi partileri arasında da kabul gören bir statüye sahip oldular. Rojva’daki bütün örgütlerin ve grupların şimdiye kadarki sorunlarını bir araya gelerek görüşmeleri, kendi sorunlarını birlikte çözme durumuna gelmeleri ve ortak irade beyan etmiş olmaları önemli bir durumdur. Çünkü daha önce bunlar önemli bir tıkanmanın sebebiydi. Bu da önemli oranda aşılmış bulunuyor.

DAİŞ’in saldırıları karşısında Güney Kürdistan’da, Şengal’de,  Maxmur’da, Xanakin’de ve yine Rabia ve Ceza’da özelikle Kobanê de iyi bir mücadele gücü ve direniş gösterildi. HPG, YJA Star, YPG ve YPJ, Peşmerge güçleriyle birçok yerde hala lokal durumda da olsa birlikte hareket ve mücadele etme durumlarına geldiler. Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü konusunda bir tehdit vardı. Şu bir gerçektir; Kürdistan’ın diğer parçaları özgürleşmemişse veya güvende değilse aslında statü kazanan veya özgürleşen parçanın da kalıcı bir güvenliği yoktur. Bu gerçeklik son gelişmelerle daha da açık hale gelmiştir. Hem bu gerçeklik hem de Rojava’daki örgütlerin kendi iç sorunlarını çözmüş olmaları, hem DAİŞ’in son saldırıları Kürt halkında bir siyasi ortak hareket etme ve ulusal bir birlik eğilim yaratmıştır. Bu yönlü yaklaşım ve eğilimler Kürt halkında heyecan ve moral yaratmaktadır. DAİŞ saldırılarıyla birlikte ilk defa Kürdistan’ın birçok yerinde, Rojava’da ve Güney’de Peşmerge ile HPG ve YPG güçleri birlikte hareket ediyorlar. Neredeyse siyasi birliğin, ulusal birliğin öncesinde askeri bir birliktelik belirli oranda sağlandı. Bu gerçeklik, ulusal birliğin ertelenemez acil bir görev olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Henüz ulusal birlik için toplantılar olmadan, bunun çalışması başlatılmadan, askeri anlamda, yaşamda ve pratikte zaten böyle bir birliktelik ortaya çıktı. Bu gerçek karşısında Kürtlerin ulusal birlikteliğini gerçekleştirmekte zaruriyettir. Hiç kimse parça ve örgüt çıkarları adına bundan kaçamaz. Ulusal birliği, tarihin emir etiği bir görev ve halkımızın yüzyıllardır gerçekleştirilmesi gereken bir rüyası olduğunu bilerek bunu gerçekleştirmek gerekiyor. Ortadoğu'daki gelişmeler Kürtler için ortaya çıkan fırsatlar ve tehlikeler bunu zorunlu kılmaktadır. Ulusal, toplumsal ve siyasal durum bunun için zemin elverişlidir.

Bütün parçalardaki Kürt örgütleri zaman yitirmeden hemen bir araya gelebilmeli. Elverişli zemini ulusal birliği geliştirerek değerlendirmek gerekiyor. Bunun yanında pratikte gerçekleşen Peşmerge, YPG, YPJ güçlerinin birlikteliğini de giderek bir ortak Kürt savunma gücünün örgütlendirilmesine dönüştürme çabası yürütülmelidir. Ulusal kongrenin önemli bir ayağı da budur. Bölgesel ve uluslararası gelişmeler de ortak bir diplomasi yürütülmesi ihtiyacını acil hale getirmiştir. Bu iki temel gerçeklik ekseninde ortak siyasal yaklaşımları ve ulusal birliği gerçekleştirmek elzemdir ve acil bir görev olarak önümüzde duruyor. Bu çalışmalar sanıyorum kısa sürede başlatılır. Çünkü Kürt halkı için, hareketimiz için siyasi ve diplomatik anlamda kanallar ve kapılar açılmıştır ve imkanlar vardır. Ulusal birliğin önündeki birçok engel aşılmıştır. Dört parçadaki halkımızın çıkarına olan bu zemini değerlendirmek de ulusal kongrenin görevi olmalı. Hareketimizin yönetimi, Eşbaşkanlık bu noktaya ilişkin kısa bir açıklama yaptı zaten. Biz önümüzdeki günlerde hızla bütün Kürt örgütleriyle tarihi bir sorumlulukla görüşüp ulusal kongrenin gerçekleştirilmesi için büyük bir çaba göstereceğiz. / F,ratnews

Güncelleme Tarihi: 12 Kasım 2014, 12:04
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER