Demirtaş: Şengal halkı kendini yönetmeli

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Şengal'in özgürleştirilmesini kutlayarak, "Bu büyük başarı kalıcı hale getirmek lazım. Siyasi kalıcı zaferle sonuçlandırılırsa Şengal'in geleceği açısından önemli noktaya gelinir.

Demirtaş: Şengal halkı kendini yönetmeli
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Şengal'in özgürleştirilmesini kutlayarak, "Bu büyük başarı kalıcı hale getirmek lazım. Siyasi kalıcı zaferle sonuçlandırılırsa Şengal'in geleceği açısından önemli noktaya gelinir. Kendi özsavunma gücünün oluşması lazım. Êzîdî halkının kendi örgütlenmesini, kurabileceği yönetimi desteklemek lazım. Herkes Şengal halkına siyasi, askeri destek sunmalı." dedi.


Demirtaş, müzakerenin başlaması için genişletilmiş heyetlerin İmralı'ya gitmesi ve İzleme Kurulu'nun oluşturulmasının gerektiğini belirtirken, "Müzakere başlama işlerinin 10-15 gün içinde olması gerekir" dedi. "Hükümet istiyor ki; Kürtler dağdan insin, cezaevinden çıksın, Avrupa'dan gelsin ama evde otursunlar; uslu çocuk olsunlar! 'Kamu güvenliği' denilince devletin aklına bu geliyor" diyen Demirtaş, devletin yaptığı hatalara, hükümetin zulüm politikalarına sessiz kalmanın Kürtleri zayıflatacağını ifade etti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gündemdeki konuları ANF'ye değerlendirdi...

Heyetiniz İmralı'ya gitti ancak bu kez basın-kamuoyu pek bilgilendirilmedi. Özel bir anlamı var mıydı?

Diğerleriyle kıyaslandığında çok özel görüşme değildi. Bu defa arkadaşlarımız acil bir açıklama yapma basıncı altında kalmamak için, basına bilgi vermedi; belki dönüşte rahat rahat çalışıp derli toplu açıklama yapabilmek için. İkincisi; Sayın Öcalan görüşmede, 'mümkünse bütün buradaki görüşmelerimize ilişkin, sonuçlarını hükümetle tartıştıktan sonra belki daha sağlıklı açıklama yapabilirsiniz' dediği için sonradan açıklama yaptı. Yoksa çok özel, çok gizli, esrarengiz görüşme değildi. Rutin görüşmelerden biriydi. Heyetin yaptığı açıklamalar bağlayıcıdır. Sayın Öcalan müzakerede çok önemli bir aşamaya gelindiğini; müzakerenin başlaması konusunda en azından mutabakat sağlandığını belirtiyor. Devletin buna itiraz etmediğini söylüyor. Müzakere için ciddi şansın doğduğunu söylüyor. Önümüzdeki görüşmeden başlayarak artık müzakere heyetlerinin genişletilmiş olarak İmralı'ya gitmesi, müzakerelere başlaması bekleniyor. Sayın Öcalan bu umudunun arttığını ifade ediyor. Olur mu olmaz mı, müzakereye başlar mı başlamaz mı, genişletilmiş heyet gider mi gitmez mi; bunlar önümüzdeki haftalarda belli olacak. Bu adımlar somut olarak atılmadan 'kesin atılır' dememiz yanılgı olur. AKP'nin ikircikli, oyalayıcı tavrını bildiğimiz için ancak pratik adımla mümkün olur...

'MÜZAKERENİN BAŞLAMASI İÇİN...'

Hangi gelişmeler paralelinde müzakereden söz etmek mümkün olacak?

Devlet genişletilmiş heyet ile İmralı'ya gidecek. Bizim heyetimiz genişletilmiş olarak İmralı'ya gidecek. Bir de İzleme Kurulu oluşturulacak; o da İmralı'ya gidecek ve Sayın Öcalan'ın taslak metnini tartışmaya başlayacaklar. Bunun adı işte müzakeredir. Bunlar olursa müzakere başlamış olur. Devlet heyeti 'bunları yapabiliriz, hayata geçirebiliriz' diyor ama hükümet bu konuda somut adım atmış değil. İmralı'daki tutukluları değiştirmiş değil. Genişletilmiş heyetler de İmralı'ya gitmiş değil.

Peki, bunun için takvim öngörülüyor mu?

Sayın Öcalan bu defa kendisi de net bir takvim ifade etmemişti. Çünkü 'benim takvim ifade etmem spekülasyonlara, yanlış anlaşılmalara yol açıyor' diyerek, 'en kısa zamanda', 'en hızlı şekilde' gibi daha yuvarlak ifade kullanmıştı. Ama bizim bundan anladığımız 10-15 gün içinde olması gerekir. Müzakere başlama işlerinin 10-15 gün içinde olması gerekir.

Hükümet çevreleri veya yanlıları süreci 'silah bırakma' tartışmasına sıkıştırarak, aslında nasıl olası riskleri gündeme getirmiş oluyor?

Sürecin tıkanma ihtimalini ortaya çıkarır. Çünkü Kürt sorunu 'terör sorunu' olmadığı için çözüm sürecine başlandı. Hükümet bunları kabul ettiği için başlandı. Meseleyi 'terör', 'güvenlik' üzerinden ele alanlar zaten yıllarca PKK'ye karşı savaştı ama çözümün bu olmadığını kabul ettikleri için süreç başladı. Şimdi tekrar 'terör sorunu', 'güvenlik sorunu' derseniz müzakere tıkanır. Sürecin asıl amacı sorunun gerçek nedenleridir; siyasal, sosyal, kültüre, ekonomik boyutlarıdır. Bunlar tartışılsın diye müzakereye başlanır. Hükümetin, devletin karşı tarafı sıkıştırmak için özellikle kendi beklentisi çerçevesinde bir müzakere süreci istemek için yaptığı bu hamleler kendisi açısından anlaşılır. Çünkü devletin başka beklentisi yok. Müzakere sürecinden özgürlük, demokrasi bekleniyor; PKK'nin silah bırakmasını bekliyor, hepsinin teslim olmasını bekliyor. Böyle devletle müzakere yürütülüyor, bu işin doğasıdır. Onlar onu isteyecek, öbür taraf hakkını hukukunu isteyecek. Müzakee zaten bütün bu karşılıklı anlayışları yakınlaştırma çabasıdır; o da daha başlamadı bile. Yakınlaştırma müzakereleri başlamadı.

'Hak hukuk' demişken; hükümet herhalde sürece ilişkin en çok da 'kamu güvenliği' başlığını ön plana çıkarıyor. Tarafların 'kamu güvenliği'nden anladığı birbirinden farklı mı?

Öyle tabii. Hükümet istiyor ki; Kürtler dağdan insin, cezaevinden çıksın, Avrupa'dan gelsin ama evde otursunlar; uslu çocuk olsunlar! 'Kamu güveniği' denilince devletin aklına bu geliyor. Oysa Kürt sorunu tamamen çözülse bile Türkiye'de sokak hareketi olacak. Sokak hareketinin meşruluğu Kürt sorunuyla ortaya çıkmış değil; iktidarlar, zulüm var olduğu müddetçe sokak direnişi de meşrudur, herkesin hakkıdır. Kürtler silah bıraksa bile sokak yine meşrudur ama hükümet öyle yapıyor ki, Kürtlerin veya muhalefetin elindek tüm direniş imkanlarını gayri meşru ilan etmeye çalışıyor. Bu büyük tehlikedir çünkü dediğim gibi; Kürt sorunu, Kürt olsa da olmasa da insanlar sokak direnişini yapmadığı ve meşru görmediği müddetçe devlet diktaroryası altında ezilirler. Hükümetin kafası bu. Bütün muhalefet imkanlarını gayri meşru ilan edip halkın desteğini sokaktan, muhalefetten çekmeye çalışıyor. Müzakerede elini güçlendirmek için bunları yapıyor. Karşı taraf hiçbir alanda zorlamasın diye. Oysa halk kamu güvenliğini istediği için sokaktadır. Devlet kamu güvenliğnii tehdit ediyor, halk bunu sağlamak için sokağa çıkıyor. Tehdidin kendisi devlettir. Halk kendi güvenliğini sağlamak için sokağa çıkıyor. Dolayısıyla kamu güvenliği tanımında ayrı pencereden bakıyoruz.

'KÜRTLER EVİNE ÇEKİLİRSE...'

O halde, müzakerede Kürt hareketinin elini güçlendirmenin bir yolu da demokratik eylemler mi?

Elbette. Devletin yaptığı hatalara, hükümetin zulüm politikalarına sessiz kalmak Kürtleri zayıflatır. Bütün muhalif kesimleri zayıflatır. İster müzakere olsun ister olmasın; zulüme boyun eğmişseniz, sessiz kalmışsanız mücadeleyi kaybetmişsiniz demektir. Şunu da parantez içinde belirtiyorum; bizim yaptığımız çağrı sokakta şiddet çağrısı değil. Başbakan ısrarla böyle gösteriyor ama çağrımız insanların eline taş, molotof alması anlamındaki çağrı değil. Direniş; halkın zulüm yasalarına, uygulamalarına karşı protesto, gösteri hakkıdır. Bunu yapmaz da Kürtler evine çekilirse, müzakere o zaman tehlikeye girer, tıkanma riski ortaya çıkar.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; HAK-PAR, HÜDA-PAR gibi partileri ziyaret etti. Buraya kadar normal görünürken; bu ziyaretlerde HDP'yi hedef almasını nasıl yorumladınız?

Seçim arifesidir, muhtemelen kendileriyle seçime yönelik çalışma da yürütüyor olabilirler. Demokratik siyaset de herkesin hakkı. Birilerine icazet, izin verme bizim işimiz değil. Fakat birileri demokratik siyaset adı altında bizi hedef gösteren; 'şiddeti HDP uyguluyor' ve 'HDP demokratik siyasetin düşmanıdır' gibi argümanlarla üzerimize gelirse sessiz kalamayız. Görüşmeleri takip ediyoruz ama hepsini toplasanız bir tane HDP'nin mahalle komisyonu etmeyecek partilerle derin görüşmeler yapıyorlar. Hayırlı, mübarek olsun!

'SEÇİME HAZIRIZ'

Seçimlere hazırlığınız ne aşamada?

Şu anda örgütleme çalışmaları kapsamında bütün il, ilçe kongrelerini yapıyoruz. Şunun altını kalın çizgilerle çizelim; HDP ilk defa kitlesel kongreler yapıyor. İki buçuk yıllık partidir ama şimdiye kadarki yönetimleri atama yönetimlerdi. Büyük kısmı kağıt üzerinde yönetimlerdi Şimdi gerçek yönetimler kuruyoruz kitleyle buluşan kitle çalışması toplumsal çalışması yapacak toplum partisine dönüşecek kongre süreci yaşıyoruz. 81 ilin tamamında HDP temsilciliği ya da yönetimi olacak, 900 küsur ilçenin yarısından falasında şu anda temsilcilikler oluştu. 33 34 yıllık demokratik siyaset tarihimizde ilk defa bu kadar derinlemesine yaygın örgütlülüğpe kabuşuyoruz. en yaygın partiler içinde en fazla örgüte sahip ilçe örgütü olan vs hdp oldu giderek de artacak trnin her tarafında örgütleme çalışmamız var. bu aynı zamanda seçim hazırlığıdır.

Kongre çalışmalarını yürütürken, HDP'nin demokratik ulus perspektifine uygun şekilde; bütün ezilen kesimlerin, farklı mezhep, inançların yönetimde temsiliyetini sağlamaya çalışıyoruz. Hem stratejik olarak HDP'nin hedeflerinden biridir, hem de bir arada mücadele ve bir arada yaşam çizgimize uygun hedeftir. Aynı zamanda seçim hamlesidir. Bütün bu toplumsal kesimlerle seçim ittifakı yapmış oluyoruz aslında. Seçime doğru giderken siyasi partilerle değil; toplumsal kesimlerle ittifakı örmüş oluyoruz. Ocak ayının sonuna doğru seçim alt komisyonlarımız oluşacak. Merkezi Seçim Koordinasyonumuz kuruldu; önümüzdeki günlerde çalışmaya başlayacak. Merkez Yürütme Kurulumuz (MYK) seçim planlamasını, tartışmalarını resmi gündemine aldı. Bundan sonra her toplantımızda resmi gündemimizdir. Mali kadro, kültür, basın, propaganda boyutuyla; hepsiyle ilgili hazırlığımız var. Nisan ayında seçim yapılırsa partimiz hazırdır; seçime girecek düzeydedir.

'CHP İLE İTTİFAK GÖRÜŞMEMİZ OLMADI, OLMAYACAK'

CHP ile ittifak iddialarına da son noktayı koymak ister misiniz?

İttifak yapmak ahlaksızlık değil ama CHP ile ittifak görüşmesi olmadı, olmayacak. Böyle arayışımız olmadı. Toplumsal kesimlerle ittifak yapacağız; Aevilerle, işçilerle, kadınlarla... CHP ile böyle bir görüşmemiz olmayacak. Kimse de bunu dile getirmemeli. Bazı milletvekillerimiz kendi kişisel fikri olarak ortaya atıyorlar. Kimsenin kafasını karıştırmaya gerek yok. Herkes kişisel fikrini kendine saklarsa şu süreçte daha sağlıklı olur.

Aday profilinizde değişiklik olacak mı?

MYK'miz tartışacak ama bir adaydan ne beklediğimize dair ilkesel yaklaşımlarımız belli. Aday çıkarırken mümkün olduğunda esnek olacağız. Toplumsal bütün kesimlerin temsiliyetine önem veriyoruz. Ağırlıklı Kürt veya Kürt yurtsever adaylar gibi yaklaşımımız yok. Mutlaka Kürt halkının temsiliyeti büyük ölçüde aday profiline yansıyacak ama bütün Türkiye halklarının ortak temsiliyeti de görülecek. 2011 yılında küçük bir prototipini gerçekleştirmiştik. Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Erol Dora, Altan Tan, Levent Tüzel gibi isimler farklı kesimlerden adaylardı. Bunun gibi çok daha toplumsal kesimleri temsil eden adaylarımız olacak. Hedefimiz; örneğin Alevilerin, işçilerin, kadınların güçlü temsiliyetini sağlamak. Azınlıkdiye anılanın da parlamentoda temsiliyetini sağlayacağız. Ege'den birini Karadeniz'den aday yapmayacağız. Kürdistan'dan birini Trakya'dan aday yapmayacağuz. Yerelliğe önem vereceğiz. Kimliği, mezhebi değil ama HDP ilkelerin savunuyor olması önemli...

SEÇİMLERE NEDEN PARTİ OLARAK GİRİLİYOR?

Hangi şartlar değişti de seçime parti olarak girme kararına vardınız?

DEHAP'la seçime girdik, yüzde 7 oy aldık. En yüksek oyumuzdu. Parti olarak girmenin avantajını gördük aslında. 12 yıl geçti ve çok daha ciddi, büyük siyasi hamleler yaptık. DEHAP kısıtlı imkanlara rağmen, parlamentoda grubu olmamasına rağmen, ciddi ittifaklar gerçekleştirememiş olmasına ve savaş koşullarından yeni çıkmış olmasına rağmen büyük oy aldı. Biz belediye sayımızı 100'e, parlamentodaki vekil sayımızı 36'ya çıkardık. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 9.8 oy aldık ve HDP gibi, Türkiye'de ilk defa bütün ezilenlerin temsiliyeti ve ittifakından oluşan stratejik birlik partisi kurduk. Koşular tümüyle lehimize gelişti. Ortadoğu'da IŞİD gibi barbarlığı durduran; diz çöktüren hareket olarak dünyada meşruiyetimiz güçlendi. AKP ise çok yıprandı; Kürt, Ermeni, Alevi sorunları hakkında projelerini hayata geçiremedi. Yolsuzluğa bulaştı. CHP'nin alternatif olmadığı açığa çıktı. Kendi özgücümüzü, özgüvenimizi bir kenara iterek bağımsız adaylarla seçime girmek bu siyasi projeye haksızlık olurdu. Projemizin halk tarafından onaylandığını göstermek istiyoruz.

Eğer bu koşullarda yüzde 10 oy alamayacak durumda olursak kendimizi gözden geçiririz. Demek ki büyük hata içindeyiz... Mevzu parlamentoya girmek değil. Arka kapıdan yasaları dolanarak vekilleri oraya göndermek değil. Bu siyasi parti Türkiye'nin siyasi hayatına güçlü şekilde girecek mi, girmeyecek mi... Türkiye siyasetini değiştirmek istiyoruz. Yolsuzluk, yandaşlık, elitizm, rüşvet, parlamentarizm; bütün bunları değiştirip halkçı siyaseti siyasi ana hat olarak kurmak istiyoruz. Bağımsızlarla girersek bu iddilarımızdan, projelerimizden vazgeçmiş oluruz. 'Beni vekil seç' diye halkın karşısına çıkıyorsunuz. Evet, savunduğunuz ilkeler var ama bireysel kalıyor. O yüzden HDP gibi güçlü projeyi, Ortadoğu'da güçlü alternatif oluşturan çizgiyi yolsuzluklar, hırsızlıklar karşısında yüzde 10'a taşıyamamak bizim büyük eksikliğimiz olur. Özgüvenimizin iyi olması gerekiyor. Barajın çok çok üzerinde oyla partiyi Türkiye siyasetine sokmamız lazım.

Baraj aşılamazsa...

İlk eksikliği kendimizde arayacağız. Çünkü barışı, adaleti, kardeşliği, özgürlüğü savunan partinin ilkeleri sorgulanamaz. Kendimizi sorgulayacağız. İkinci sonucu; devlet barajı düşürmeyerek bu siyasi çziginin, birlikte yaşam çizgisinin hayatta kalmasını istemiyorsa; HDP'yi oluşturan bileşenler de kendi siyasi hesaplarını ona göre yapacak. Sonucu nereye gider, bilemem ama kimse hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Parlamentonun meşruluğu da sorgulanır.

'AKP ELİNİ GÜÇLENDİRMEK İÇİN OPERASYON YAPIYOR'

Siyasi soykırım operasyonları sürüyor. Hükümet yetkilileriyle bu meseleyi konuştuğunuz oldu mu? Ne amaçlanıyor olabilir?

Tabii ki, her görüşmede arkadaşlarımız uyarıyor. Ancak Başbakan her konuşmasında 'bundan vazgeçmeyeceğiz, devlet olarak gücümüzü göstereceğiz' diyor. Bütün bu görüşme trafiği içinde karşı tarafı zayıflatma çabasında, AKP. Siyasi, toplumsal alanda kim hakim olursa, müzakere masasında da o daha rahat eder. Devlet siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürt Özgürlük Hareketi'nin siyasal, toplumsal ve serhildan alanında reflekslerini minimuma indirmeye, felç etmeye çalışıyor. Muhatabını bu şekilde kendi tezlerine daha kolay ikna edeceğini sanıyor ama yanılıyor. Bu operasyonlardan derhal vazgeçilmesi lazım.

'KAMP İÇİN DESTEK İSTEDİK AMA...'

Kamplardaki son duruma ilişkin ne tür bilgiler var?

İnsani yardım çalışmalarının büyük kısmı halk tarafından yürütülüyor. Özellikle belediyelerimiz bu konuda yardımın öncülüğünü yaptılar. Öğretmeninden öğrencisine, doktoruna kadar çok sayıda gönüllü insan Kobanêli halkımıza yardım desteği sundu. Biz AFAD'dan şunu istedik; bu kampların kuruluşunda çadır desteği sunabilirler, alt yapı, elektrik desteği sunabilirler ama kampın yönetiminde, işletilmesi noktasında ortaklaşalım, dedik. Çünkü devletin yaptığı kamplar esir kampı gibi işletiliyor! Anadilde eğitimlerini yapamıyorlar. Yarı açık cezaevi gibi. Kampın dışına çıkamıyorlar, kampın dışından insanlar faaliyet yürütemiyorlar. Çovuklara, gençlere eğitim, sağlık, rehabilitasyon hizmetlerini devlet bu şekilde engelliyor. Devletin kamp kurup cezaevi gibi insanları oraya koymasını kabul etmiyoruz. Gelenle de kabul etmiyor. Sadece 6 bini AFAD'ın çadırlarında kaldı. Geri kalanlar köylere dağıldı, belediyelerin çadırlarında kaldı. Kobanêli, Şengalli halkımız devletin kamplarında kalmak istemedi.

En son Suruç'ta, uluslararası dayanışma ve belediyemizin de desteğiyle bütük çadır kent kurma çalışmaları başladı. Ondan iki gün önce arkadaşlarımız AFAD'dan sorumlu bakanla, Numan Kurtulmuş ile görüşme yaptılar, destek istediler. Döndüler, iki gün geçti ve Suruç'taki kampımızın inşaatını jandarma gelip mühürledi! Böylesine anlayışla karşı karşıyayız. Destek istiyoruz köstek oluyorlar.

Onların istediği; Kobanê'den, Şengal'den gelenlerin devletin insafına terk edilmesi. Bizim yardım etmemiz, halkın dayanışmayla işin üstesinden gelmesi ulusal birliğe vs. hizmet edebilir ve devlet bu yüzden rahatsız. Perişan olunsun, kendisine macbur kalınsın istiyor...

'ŞENGAL HALKI KENDİNİ YÖNETMELİ'

Kürtlerin son günlerde aldığı en iyi haberlerden biri de; Şengal'in özgürleştirilmesi oldu. Nasıl karşıladınız ve bundan sonrası için ne yapmalı?

Şengal hepimizin içinde yaraydı. Bütün Kürtlerin onurunun kırıldığını hissettiği günler ve saatlerdi, IŞİD istilası... Êzîdî halkına, kadınlara, Kürt halkına yapılan zulüm tarihimizde yaşanmış acı katliamlardan biriydi. Şimdi Kürt güçleri el ele verip IŞİD'e karşı başarılı bir operasyon gerçekleştirdi. Hepimiz açısından çok sevindirici. Hepsini tebrik etmek, kutlamak lazım. Bütün Kürdistani güçler fedakarlığıyla Şengal'de IŞİD'i dize getirdi. Bunun olacağına inanıyorduk ama ne zaman olacağını bilemiyorduk.

Bu büyük başarılı kalıcı hale getirmek lazım. Siyasi kalıcı zaferle sonuçlandırılırsa Şengal'in geleceği açısından önemli noktaya gelinir. Kendi özsavunma gücünün oluşması lazım. Êzîdî halkının kendi örgütlenmesini, kurabileceği yönetimi desteklemek lazım. Şengal resmi olarak Irak topraklarıdır. Resmi olarak Kürdistan'a dahil etmenin de riskleri var ama Irak'ta Bağdat'ın insafına bırakmanın da riskleri var. Kendini yönetim koruyabileceği modelleri bütün Kürdistan partilerinin desteklemesinde fayda var. Kürdistani güçler Şengal üzerinde hakimiyet kurma çabası yerine Şengal halkına kendini yönetebileceği gücü ve desteği sunmalılar. Herkes Şengal halkına bu yönlü siyasi, askeri destek sunmalı.

Türkiye'ye insani koridor açması yönünde çağrılar devam ediyor. Sizce karşılık bulacak mı?

Türkiye'den bu konulardan beklentide olmamak lazım artık. Çok uğraştık. Türkiye'de yürüyen sürece katkı sunacak, yeniden güven ortamını tesis edebilecek gelişmeyi sağlamaktı. Türkiye yardım koridoru açsaydı bütün gelişmelere olumlu yansıyacatı. Türkiye kabul etmiyor ve IŞİD'i desteklemeye devam ediyor. Bu konuda ısrarcı olmanın anlamı yok. Böyle çağrılar yerine Kürtler kendi başının çaresine bakmalı. Uluslararası dayanışmayı, diplomasiyi iyi kullanı 'Türkiye'ye mecburuz psikolojisinden çıkmalı; Kuzey Kürtleri de, Rojava da. Dünyada yardım alacağımız tek hükümet AKP değil.

'ROJHİLAT İÇİN ÖZELEŞTİRİ YAPMALIYIZ'

Kürtlere yönelik İran devletinin baskı ve hak ihlalleri de sürüyor. İdamlar da gündemde. Tepkiler yeterli mi?

Rojhilat bütün bu mücadele içinde aslında çok özlü direnişe sahip fakat dünya genelinde kendini gösterememiş direniş olarak orada duruyor. Rojava, Bakur, Başur kendi mücadelesini uluslararasılaştırmayı başardı ama Rojhilat başarılı olamadı; İran devletinin zalimliğinden ve oyun oynamadaki ustalığından. İran çok zalim bir devlet. Ayak oyunlarında usta devlet. Yüzlerce yıllık Fars devlet geleneğinin kendilerine verdiği güç ve deneyimle sürekli Kürdistan üzerinde tezgahlar kurmayı başardılar. İdamlar da İran zalimliğinin parçasıdır. Orada biliyoruz ki, çok tarihi direnişçiler var. Kürdistan'ın diğer parçaları da Rojhilat'ı geri planda tutuyor. Yeterince çaba sarf edilmiyor. Hepimizin özeleştirisel yaklaşması lazım. İran aynı zamanda Rojava ve Güney Kürdistan için de tehlikelidir. İran rejimine karşı mücadele edilmeden ulusal birlik zaten mümkün olmaz. Ulusal Kongre ile bu sorunu duyurmak, ciddi şekilde gündemde tutmak mümkün olabilirdi ama o da toplanamadı. Uluslararası kamuoyuna çok kolay girebilirdi oysa. Dünya gözünü kulağını kapatabilir ama Kürtler kapatmamalı.

'AKP AHLAKSIZLIK YAPIYOR!'

'Hasta tutsaklar' kadar hassas bir başlıkta henüz adım atılmamış olması ne anlama gelir?

AKP Hükümeti‘nin ne kadar ilkesiz, ahlaksız davrandığını gösteriyor. Bu hiç pazarlık konusu olmamıştır. Pazarlık konusu yapmadık çünkü çok insani bir mesele. Sayın Öcalan çağrı yaptı ve PKK'nin elindeki kamu görevlileri bırakıldı. Bu karşılıklı bırakma şeklinde olmayacaktı ama insani olarak böyle beklenti vardı. Buna rağmen AKP ilkesizce davranıyor. Sayın Öcalan her görüşmede hasta tutsaklar meselesinin özellikle altını çiziyor. AKP duyarsız yaklaşmayı bırakıp hasta tutsakları derhal serbest bırakmalıdır.

'KİMSE BİZDEN UZAKLAŞMADI'

Son zamanlarda; Gezi'de, Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde HDP olarak farklı kesimlerle iyi ilişkiler kurdunuz. Bunu koruduğunuzu düşünüyor musunuz?

Artırarak devam ettirdiğimizi düşünüyorum. Kobanê direnişi sırasında AKP'nin antipropagandası, psikolojik savaşı; beni ve partiyi suçlayan siyasi linç kampanyaları sadece AKP'lileri etkilemiş olabilir. AKP'nin zulmüne direndik, diye bizden uzaklaşanlar olduğunu düşünmüyorum. Zaten bu, Gezi'yi ve Cumhurbaşkanlığı seçimini anlamamak olurdu. Kobanê direnişi IŞİD'in barbarlığına ve AKP'nin IŞİD desteğine karşıydı. Gezi'ye katılanların Kobanê direnişinden rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de ben 'kuzu olacağız' demedim. Yeni yaşamı anlatırken 'laylaylom yaşayacağız' demedim. Birlikte yaşamak için direnelim, dedik. Kobanê direnişi bunun pratiğiydi aslında. Seçim anketleri de gösteriyor; bizle ilişki kuran yeni kesimlerin uzaklaştığı yok.

Yeni yıl mesajınız...

Psikolojik yönü var tabii yeni yılın. Yoksa uzay düzleminde yeni yıla geçilmiyor. Hayat olduğu gibi devam ediyor. 2015 yılı bütün ezilen halklar açısından kazanımın olduğu yıl olsun. Rojava'nın ayakta kalacağı, kendini koruyacağı yıl olsun. HDP'nin iktidara yaklaştığı yıl olsun. Mümkünse diktatörlere kabus gibi olsun; inşallah öyle olur.

Son sözünüz...

Yanlış kurduğumuz bir cümleyi düzeltmek bazen bir haftamızı, ayımızı alabiliyor. Sonuçta partiye zarar veriyorsunuz. Binbir emekle getirip bir adım geri götürmeye sebep olmak kahrediyor. Bunları yaşıyorum tabii. Siyaseti de Siyaset Bilimlerinde öğrenmedik; mücadelenin içinde büyüyüp öğrendik. Mücadelenin yaşı 40, benim yaşım 41. Hareketin içinde büyüdüm. Sayın Öcalan'ın fikirlerinden, değerlendirmelerinden sıklıkla yararlanmaya çalıştım. Çok eksiği olan siyasetçi olduğumun farkındayım. Bizde pek övgü kültürü de yoktur zaten. Ayrıca tabii HDP'nin eksiğinden de Figen Hanım ve ben birinci dereceden sorumluyuz.

Güncelleme Tarihi: 23 Aralık 2014, 08:56
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER