İHD: Cezaevlerinden her hafta 5 tabut çıkıyor

İHD, "Hayata Dönüş" adı altında yapılan cezaevi katliamının yıldönümü nedeniyle mevcut cezaevleri politikasına işaret ederek, 2013'de yaşanan yoğun ihlalleri duyurdu.

İHD: Cezaevlerinden her hafta 5 tabut çıkıyor
 İHD, "Hayata Dönüş" adı altında yapılan cezaevi katliamının yıldönümü nedeniyle mevcut cezaevleri politikasına işaret ederek, 2013'de yaşanan yoğun ihlalleri duyurdu. İHD'nin raporunda, mevcut durumda cezaevlerinde 140 bin 520 kişinin tutuklu olduğu belirtilerek, son 7 yılda tutuklu sayısının 2,5 kat arttığı bildirildi. Son 9 ayda 500'den fazla kişinin işkence ve kötü muameleye uğradığının da açıklandığı raporda, Adalet Bakanlığı’nın verilerine dikkat çekilerek, "Türkiye hapishanelerinden her hafta 5 tabut çıkmaktadır" denildi. 345 mahpusun sürgün edildiği ve 163’ü ağır durumda 544 hasta tutsağın olduğuna da raporda yer verildi. Raporun son bölümünde ise talepler sıralandı.


İnsan Hakları Derneği (İHD), 19 Aralık 2000 tarihinde yapılan cezaevi katliamının yıldönümü vesilesiyle cezaevlerinde yaşanan mevcut sorunlara ilişkin hazırladığı raporda, karşılaştırma yaparak, ihlallerin sürdüğüne dikkati çekti.

Türkiye'nin, hapishaneler konusunda karanlık bir geçmişe sahip olduğunu ifade eden İHD, bugüne ilişkin ise "cezaevlerinde neredeyse dünü aratacak inanılmaz insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır" tespitinde bulundu.

İHD'nin, 16-17 Kasım 2002 tarihlerinde gerçekleştirdikleri Genel Kurulda 19 Aralık gününü "Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak ilan ettiğinin hatırlatıldığı raporda, "Gün, tutuklu ve hükümlülerle dayanışmayı, onların cezaevlerinde de insan onuruna uygun koşullarda yaşamasını amaçlamaktadır. Amaç, ulusal-üstü insan hakları belgelerinde yer alan haklarına saygının gösterilmesini sağlamaktır. Yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada cezaevlerindeki koşullara dikkat çekmek ve insan onuruna saygı gösterilmesini istemektir. Evlatlarını cezaevlerinde yitiren ailelerin acılarını paylaşmaktır. Türkiye ve dünya kamuoyu,19 Aralık 2000 tarihinde büyük bir şaşkınlık ve üzüntü ile Türkiye'de 20 cezaevine yapılan operasyonu izlemişti. İnsanlık, yüzlerce tutuklu ve hükümlünün maruz kaldığı şiddete, yanmış vücutlara, cezaevlerinde yükselen alevlere tanık olmuştu" denildi. 

Katliamda, ikisi asker toplam 32 insanın yaşamını yitirdiğini ve yüzlercesinin yaralandığını, yandığını ya da yakıldığının belirtildiği raporda, operasyonun öncesinde, 20 Ekim 2000 tarihinde bazı tutuklu ve hükümlülerin, F tipi cezaevlerinin tecrit koşullarıa karşı açlık grevine başladıkları belirtildi.

Zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün, demokratik kamuoyu tarafından F tipi cezaevlerine yöneltilen eleştiriler karşısında, 9 Aralık 2000 tarihinde bir açıklama yaptığı ve toplumsal mutabakat sağlanmadan F tipi cezaevlerinin kullanıma açılmayacağını duyurduğunu da hatırlatan İHD, "Ancak kısa bir süre sonra sorunun diyalog yoluyla çözümü yöntemi terkedilmiş ve bilinen trajik gelişmeler yaşanmıştı. İki yılı aşkın bir süredir devam eden ölüm orucu eylemlerinde ve bununla bağlantılı olaylarda toplam 104 kişi yaşamını yitirdi. Bu ölümlerin nedeninin, yürürlüğe konan tecrit sistemine dayalı cezaevi politikası ve uygulaması olduğu açıktır" ifadelerini kullandı.

Cezaevlerindeki mevcut durumu da bu 19 Aralık Katliamı'nın yıldönümü vesilesiyle kamuoyu ile paylaşan İHD, Türkiye’de 328’i kapalı olmak üzere 377 cezaevi olduğunu; Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in 5 yıl içinde 153 yeni cezaevi yapacaklarını duyurduğunu hatırlattı. Bunlardan 41'inin yapımı devam edildiğini ve yeni yapılan cezaevleri ile 106 bin 831 kişilik ek kapasite ile artmış olacağını belirten İHD, cezaevlerinin toplam kapasitesinin 2013'te  145 bine, 2014 ‘te 172 bine, 2015 TE 185 bine, 2016 da 192 bine, 2017 de 215 bine çıkartılacağını kaydetti.

'TUTUKLU SAYISI SON 7 YILDA 2,5 MİSLİ ARTTI'

İHD'nin raporunda, AKP’nin iktidar olduğu süreçlerde cezaevlerindeki tutuklu sayıları yıl yıl şöyle sıralandı:

"2002 yılında 59 bin 187,

2003’te 64 bin 296,

2004’te 57 bin 930,

2005’de 55 bin 870,

2006'da 70 bin 477,

2007'de 90 bin 837,

2008'de 103 bin 296,

2009'da 116 bin 340, 

2010'da 120 bin 814,

2011’de 122 bin 42,

2012'de ise 125 bin 100 kişi, 

2013'te 140 bin 520 kişi."

Sadece son 7 yıllık dönemde cezaevlerindeki nüfusun 2,5 misli arttığının ifade edildiği raporda, "Türkiye’de hapsetme oldukça yaygın kullanılan bir “ceza infaz” yöntemi haline gelmiştir. Bakanlığın açıklamalarına göre önümüzdeki 4 yıl içinde yeni hapishanelerin yapımı ile hapishanelerin toplam kapasitesi iki katına çıkarılacaktır.2014 yılında 64 cezaevi açılması hesaplanmaktadır. Bu açıklamalar kaygı vericidir. Sosyal bilimler, hukuk, kriminoloji alanlarında hapsetmenin olumsuz yanları tartışılır ve hapsetmeye alternatif yöntemler aranırken Türkiye’nin tüm bu gelişmeleri yok sayarak hapishane sayısını ve kapasitesini arttırmaya çalıştığı görülmektedir" denildi.

Bir mahpusun dış dünyayla ilişkisi ne kadar kesilirse, işkence ve kötü muamele riskinin de o kadar artacağına dikkat çekilen raporda, avukata danışma hakkının, bu tür durumların önlenmesinde önemli bir araç ve hukuki usullere uygun davranılması şartı için bir güvence olduğu kaydedildi.

Raporun '2013 yılında cezaevlerinde işkence ve kötü muamele' başlıklı bölümünde ise cezaevlerlerinde işkence ve onur kırıcı muamele iddialarının sürekli devam ettiği; psikolojik boyutu ağır basan işkencelerin yanı sıra çıplak aramalar, 'hoş geldin dayakları', sayım nizamı, 'hazır ol' duruşu, ayakta sayım istemine karşı uymayan mahpusların tekme tokat dövülmesi, şikâyetlerinin ve hücrelere girip dayak atma, bağırıp çağırma, küfür etmenin devam ettiğine değinildi. Raporda, özellikle çocuk mahpuslara dönük baskıların 2013 yılında yoğunlaştığı belirtilerek, İHD'ye 2013 yılında, işkence ve kötü muamele gördükleri nedeniyle başvuran mahpus ve yakınlarının beyanlarından bazı örnekler sunuldu:

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE İLİŞKİN BAŞVURULAR

"30 Nisan 2013’te, Erzurum E Tipi Kapalı Cezaevi'nde kalp hastası olan siyasi mahpus Burhan Kartal, Erzurum Devlet Hastanesi'nde anjiyo olduktan sonra doktorlar tarafında Ankara'ya sevk edildi. Burhan Kartal'ın eşi Filiz Kartal, eşinin kendisini aradığını ve çok zor durumda olduğunu, bedenine elektrik verdiklerini belirterek, 'Eşim telefonla beni aradı. 'Bedenime elektrik verdiler, vücudum simsiyah ve darp izleri var' dedi' diye beyanda bulundu.

9 Mayıs 2013 tarihinde Bozan Bozkurt, şu beyanlarda bulundu: Oğlum Necdet BOZKURT Hazro K Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda cezasını infaz etmektedir. 08.05.2013 tarihinde kendisi ile yapmış olduğum görüşmede gardiyanların kötü muamelesi ile karşılaştıklarını belirtti. Oğlum gardiyanların kendilerine askeri dayatmalarda bulunduğunu, karşılarında istedikleri zaman hazır ol komutuna geçmelerini istediklerini ve bunun gibi kötü muamele uyguladıklarını belirtmektedir.

25 Temmuz 2013’te “Yasadışı örgüt üyesi olduğu” iddiasıyla Van F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Emrah Abi’nin, kalbindeki rahatsızlığı için sağlık raporu almak için geldiği hastaneden dönerken bekletildiği ring aracının klimasının açılmasını istediği için jandarma erleri tarafından dövüldüğü beyan etti.

2 Ocak 2013’te Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nden talepleri olmaksızın Kandıra (Kocaeli) F Tipi Cezaevi’ne sevk edilen 10 mahpusun sevk esnasında gardiyanlar tarafından darp edildiği, elbiseleri çıkarılarak çıplak arama uygulamasına maruz bırakıldıkları öğrenildi.

7 Ocak 2013 tarihinde Enver Elaldı, şu beyanlarda bulundu: “Oğlum Osman Elaldı, Şakran 2 Nolu T Tipi Cezaevinde cezasını infaz etmektedir. Oğlum ile telefon görüşmesi yaptığımızda oğlum bizlere müdürü ve personeli tarafından, arama bahanesiyle koğuşlara zorla girmeye çalıştıklarını; koğuşlara girdikten sonra koğuştakilere baskı uyguladıklarını; işkenceye maruz kaldıklarını; kendisinin de bu sırada çenesini kırdıklarını belirtmiştir. Telefonda öğrendiğimiz kadarıyla durumu iyi değil; ancak cezaevi yönetimince hastaneye sevk edilmemişlerdir. Hayatından endişe duymaktayız.

10 Ocak 2013 tarihinde Nevin Tanrıverdi, şu beyanlarda bulundu: “Oğlum Şahin Tanrıverdi, yaklaşık bir yıldır tutuklu olarak cezaevinde bulunmaktadır. Daha önce Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevinde kalıyordu. 08.01.2013 tarihinde dört arkadaşıyla birlikte Amasya E Tipi Kapalı Cezaevine sek edildi. Bugün saat 10.30 civarında Amasya Cezaevini arayarak oğlumun oraya sevk edildiğini kendisinden henüz haber alamadığımı, koğuşunun belli olup olmadığı ve telefon görüşmesi ne zaman yapabileceğimi sordum. Telefondaki yetkili bugün yarın arayabileceğini söyledi. Daha sonra saat 11.00’a doğru oğlum beni aradı. Ben oğlumun durumunu sorunca cezaevi girişinde çıplak aranmak istediğini ancak kendisinin ve dört arkadaşının bu durumu kabul etmediklerini yaklaşık olarak 15 kişi tarafından saldırı yapılarak üzerlerindeki kıyafetlerin yırtıldığını ve darp edildiklerini belirtti. Hatta üzerinde iki mont olmasına rağmen bu kişiler tarafından her iki montunda yırtıldığını söyledi. Ben vücudunda darp izi olup olmadığını sordum ancak bana söylemedi.

27 Mart 2013’te Bingöl M Tipi Cezaevi’nden talepleri olmaksızın Çankırı E Tipi Cezaevi’ne sevk edilen Edip Yalçınkaya, Sait Demir, Said Gürkan ve Nuri Tiryaki’nin cezaevinin girişinde darp edildikleri öğrenildi.

14.01.2013 tarihinde Abdurrahman Candemir beyanında ”Kırıklar 2 Nolu F tipi Cezaevinde yatmakta olan Oğlum Yusuf Candemir i ziyarete gittim.10 Ocak cezaevi İdaresi oğlum Yusuf başta olmak üzere aynı koğuşta kalan Ersin Ekmekçi, Şiyar Aydemiri Süngerli odaya alarak kendilerinin ellerini ve ayaklarını kelepçeleyerek işkenceye tabi tutulmuş. Biz görüşürken ayakta duramıyordu. Üstünde bir penye tişört ve pantolonun dışında hiçbir şey bırakmamışlardı.

03.01.2013 tarihinde Nünife Yıldız beyanında, 'Şakran 1 Nolu T tipi cezaevinde adli hükümlü olan kocam Nurettin Yıldızın görüşüne 02.01.2013 tarihinde ziyaretine gittim. Eşim bana vücudundaki yaraları gösterdi. Nedenini sorduğumda ise bana ‘’27 Aralık 2012 tarihinde doktora çıkarılmıyoruz diye savcı ile konuşmak istedik. Gardiyanlar buna sert tepki gösterdi ve biz istediğimiz zaman görüşürsünüz dediler ve gece odamızda yatarken büyük bir gürültü ile çok sayıda Gardiyan Odalarımıza baskın yaptı. Beni ve arkadaşım Hüseyin Orak' ı ellerimizi yukarı gererek kaldırdılar bizi çırılçıplak ettiler ve bizi kör oda denilen kamera görmeyen yere götürdüler. Sabah saat 11.00 den saat 15.00 kadar tekme tokat dövdüler. Bizi gardiyanlar tehdit ettiler' dedi."

'9 AYDA 544 KİŞİ İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE UĞRADI'

İHD, kendi verilerine göre 2013 yılının ilk 9 ayında, çıplak arama ve bu arama esnasında yaşatılan onur kırıcı muamele ve şiddet, tükürük örneği alma, odalara yapılan baskınlarda yaşatılan darp ve kötü muameleler başta olmak üzere toplam 544 kişinin işkence ve kötü muamele ile karşılaştığını açıkladı.

Mahpus yakınları ve avukatlar için de 2013'ün 'kötü muamele yılı' olduğuna vurgu yapılan raporda, ziyaretçilere kayıt esnasında onur kırıcı şekilde davranıldığı; hakaret edildiği, gözaltı tehditlerine maruz kalındığı bildirildi. Kadın ziyaretçiler dâhil olmak üzere hem askerler hem de gardiyanlar tarafından arama yapıldığı; iç çamaşırlara kadar bakıldığı ve bazen giysilerinin soyulduğu ifade edilerek, "Duyarlı kapıdan geçerken metale karşı duyarlı cihaz en ince ayara alınmış durumdadır. Öyle ki kemer-ayakkabı bir yana, iç çamaşırlarındaki teller, saç tokaları dahi alarm verebilmekte avukatlar üzerlerindeki metal eşyaları hatta sutyenlerini dahi çıkarmaya zorlanmakta ve defalarca bu kapıdan geçmek zorunda kalmaktadır. Ayrıca ayakkabılar duyarlı kapıdan geçmeden önce çıkarılmakta X-R cihazından geçirilmekte ve duyarlı kapıdan terlikle geçilebilmektedir. Duyarlı kapıyı geçebilme başarısını gösterenler için elle üst araması aşaması başlamakladır. Avukatlar X-R cihazından geçilmesine rağmen onur kırıcı, aşağılayıcı taciz boyutuna varan elle aramalara tabi tutulmaktadır. Elle arama sırasında ayakkabı çıkartılması ve aranması istenmektedir" denildi.

Raporda, Birleşmiş Milletler (BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 10. maddesine atıfta bulunularak, maddenin 'özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişiler insani muamele ve insanın doğuştan kazandığı insan onuruna saygılı davranış görme hakkına sahiptir' saptaması hatırlatıldı.

Yine BM Mahpusların Islahı İçin Temel Prensiplerin 1. maddesinde, “Bütün mahpuslara doğuştan sahip oldukları insanlık onurunun ve değerin gerektirdiği saygıyla muamele yapılır" ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde 'hiç kimse, işkenceye ya da insanlık dışı yahut aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutulmayacaktır" denildiği hatırlatıldı.

"Ancak, tüm bu düzenlemelere rağmen işkence suçu işlenmeye devam edilmekte; özellikle cezaevleri gibi, mahpusların özgürlüklerinden uzun sürelerle yoksun bırakıldıkları alanlarda ise mahpuslar bu suçlar karşısında daha fazla savunmasız durumda kalmaktadırlar. Cezaevlerinin dışarı ile bağlantısının kopuk olması, çoğu zaman işlenen suçtan çok geç haberdar olunmasına neden olmaktadır. Bu durum ise işkencenin tespitini ve delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesini neredeyse olanaksız kılmaktadır. Yine, mağdurun, işkenceye maruz kaldığı mekânda tutulmaya devam edilmesi ve failleri ile sürekli karşı karşıya olması da hak arama ve şikâyetçi olma iradesini olumsuz anlamda etkileyebilmektedir. İşkence suçunun yanı sıra, mahpuslara uygulanan muamele ve kısıtlama araçlarının hukuka aykırı bir şekilde kullanılmasının bizzat işkence olarak değerlendirilebileceği gözden kaçırılmamalıdır."

Cezaevlerindeki sağlık durumlarının da yer aldığı raporda, İHD Cezaevleri Komisyonu’nun 3-4 Ekim 2013 tarihli açıklamasına göre cezaevlerinde, tespit edilen, 163’ü ağır durumda 544 hastanın olduğu; Ocak 2013’te kanuna ‘ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle cezaevinde hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının iyileşinceye kadar geri bırakılacağı’ hükmü eklendikten sonra Mayıs 2013’e kadar 460 tutuklu ve hükümlünün tahliye talebiyle başvuru yaptığı belirtildi. Raporda, Adalet Bakanlığı verilerine göre 2013 yılında cezaevinde 14 kişinin rapor beklerken öldüğü ve rapor için başvuruda bulunan on kişiden sadece birine yanıt verildiği; toplam rapor için başvuruda bulunan 460 başvurudan 417'sine ret yanıtı verildiği bilgileri sunuldu.

'HER HAFTA 5 TABUT!'

Raporda, şu hususlara değinildi:

"Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 2010 yılında 252, 2011 yılında 268, 2012 yılında 260 mahpus hapishanelerde yaşamını yitirdi. Yani, Türkiye hapishanelerinden her hafta 5 tabut çıkmaktadır.

F tipi hapishanelerindeki tecride dayalı koşullar tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden bütünlüklerini tehdit etmektedir. Ayrıca mahpusu insan saymayan zihniyet gerek yasal düzenlemeler de, gerekse de uygulamadaki keyfiyet, etik olmayan yaklaşımlar ve bürokratik engellerle özellikle hasta tutuklu ve hükümlüler için insani olmayan bir tablonun ortaya çıkmasına neden olurken, mahpuslar bir veda hakkına dahi erişemeden yaşamlarını yitirmektedir. 

5275 sayılı İnfaz Kanunun 16. maddesinin 3. fıkrasında Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen raporlarının Adli Tıp Kurumu’nun onayına sunulması ile ilgili düzenleme bulunmasına rağmen bu raporlar yeterli görülmeyip ATK tarafından yeniden düzenlenmektedir. Ocak ayında yapılan değişiklikle, Cumhuriyet Savcılarına geniş bir takdir yetkisi tanınarak “toplum güvenliği bakımından tehlikeli” kabul edilecek mahpusların ATK raporuna rağmen tahliye edilmemesi düzenlenmiştir. Bu hasta mahpusların tahliye edilememesi uygulamasına dönüşmüştür. Uygulama sadece tutuklu ve hükümlüleri değil ailelerini ve yakın çevrelerini de etkileyen bir işkenceye dönüşmektedir.

Özellikle 2013 yılında değişik cezaevlerinden almış olduğumuz en yoğun başvuru kelepçeli tedavi ve tedavi sırasında hatta ameliyathanelere bile kolluk güçlerinin girmesi üzerine doğan hak ihlalidir."

"Hasta mahremiyeti ve özel hayatın gizliliği anayasal haktır" denilen raporda, hasta mahremiyetinin ihlaline neden olacak bu tavır ve davranışlarla ilgili İHD'ye şikâyetlerin geldiği bildirilerek, şu örnek verildi: “On dokuz Mayıs Üniversitesine burun kemiği ameliyatı olması için getirilen mahpusun güvenliğinden sorumlu jandarma ameliyathane iç koridorunda beklemek isteyince, ameliyathane sorumlusu Prof. Dr.Kenan Erzurumlu, 'steril olan bir ortamda sağlık görevlileri dışında kimsenin bulunamayacağını' belirterek, jandarmadan ameliyathane dışında beklemelerini istemiş, talebi olumlu karşılanmayınca duruma tepki göstererek görevinden istifa etmiştir.”

Raporda ulusal ve uluslararası hasta haklarına vurgu yapılarak, Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kuralları’nda (Kural 33) “kelepçe, zincir, demir ve dar gömlek gibi kısıtlama araçlarının, cezalandırma vasıtası olarak kullanılamayacağı” düzenlemesinin yer aldığı ve yine aynı maddede; “zincir ve demir”in kısıtlama için kullanılamayacağının belirtildiği ifade edildi.

HASTA MAHPUSLAR

Cezaevlerindeki hasta mahpuslarla ilgili talepler 10 madde olarak şöyle sıralandı:

"Cumhurbaşkanlığının özel af niteliğinde cezanın kaldırılması ile ilgili prosedüründe değişiklik yapılmalıdır. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 01.01.2006 tarih ve 20 sayılı Genelgesi’nde özel af taleplerinde yapılması gereken işlemler belirtilmiştir. Bu işlemler arasında hükümlünün tam teşekküllü bir devlet hastanesi sağlık kurulundan alacağı sağlık raporunun onaylanmak üzere Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, bu yetmezmiş gibi Adli Tıp Kurumu isterse hükümlünün Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerektiği belirtilmektedir. Adli Tıp Kurumu tekelinin genelge ile kabul edilmesi önemli sorunlara sebep olmaktadır. Nitekim bu kadar çok sayıda ağır mahpus olmasına rağmen af yetkisinin sınırlı olarak kullanılması prosedürün mahpus aleyhine olduğunu göstermektedir. Bu prosedürde Adli Tıp Kurumu devreden çıkarılmalı, tam teşekküllü devlet hastanelerinin verecekleri raporlar yeterli görülmelidir.

5275 sayılı İnfaz Kanunun 16. maddesinin 3. fıkrasında cezanın infazının ertelenmesiyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen raporlarının Adli Tıp Kurumu’nun onayına sunulması ile ilgili düzenlemenin kaldırılması gerekmektedir. Uygulamada Adli Tıp Kurumu tam teşekküllü hastanelerin vermiş olduğu raporları onaylamak için hasta mahpusu da İstanbul’a çağırmakta, bu durum başlı başına bir eziyet halini almaktadır. Adli Tıp Kurumu genellikle de verilen raporları onaylamamaktadır. Bu nedenle yasanın bu hükmünün değiştirilerek hapis cezasının hastalık nedeniyle ertelenmesinin Adli Tıp tekelinden çıkarılması gerekir.

5275 sayılı İnfaz Kanununun 16. maddesinde Ocak ayında yapılan değişikliğe bile Adli Tıp Kurumu direnmektedir. Kanun değişikliği ile hayati tehlike kriteri yerine yaşamını tek başına idame ettirememe kriteri getirilmiştir. Ancak bunun yanı sıra Cumhuriyet Savcılarına geniş bir taktir yetkisi tanınarak toplum güvenliği bakımından tehlikeli kabul edilecek mahpusların hastalığına rağmen tahliye edilmemesi düzenlenmiştir. Nitekim bu hüküm gerekçe gösterilerek Metris Cezaevinde hükümlü olarak tutulan Ramazan Özalp, Salih Tuğral, ve Ergin Aktaş  Adli Tıp Kurumunun cezaevinde kalamaz raporu vermesine rağmen tahliye edilmemiştir. Kanundaki bu kriterin mutlaka kaldırılması gerekmektedir. 

Adli Tıp Kurumunun resmi bilirkişi tekeli kaldırılmalıdır. Bilimsel kriterlerden ziyade bilimsel olmayan kriterler ile hareket eden ve tamamen siyasal iktidarın etkisinde olan Adli Tıp Kurumu’nun bu tekeli kaldırılmalı, üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlıkları veya Sağlık Bakanlığı’nın Eğitim ve Araştırma Hastaneleri gibi kurumların bilirkişilik vasfı kabul edilmeli, buna göre düzenlemeler yapılmalıdır. 

Adalet Bakanlığı, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı arasındaki Üçlü ve İkili Protokoller İnfaz Yasasının 71. maddesi ile uluslararası kurallara ve etik ilkelere uygun değildir. Bu protokollerle hasta mahpusların sağlık sorunlarının çözülemediği ve yeni bazı sorunları beraberinde getirdiği (kelepçeli muayene gibi) bilinmektedir. Adalet Bakanlığı’nın bir an önce hapishanelere hastane ve revir yaparak nitelikli personel ( Uzman doktor gibi) ihtiyacını karşılaması gerekmektedir.

Özellikle F Tipi hapishanelere geçildikten sonra bu hapishanelerdeki tecrit koşulları hastalıkları tetiklemekte ve mahpusların hastalıklarının hızlı bir şekilde ilerlemesine neden olmaktadır. Tecrit uygulamaları bir nevi mahpusu çürütme politikası olarak uygulanmaktadır. Dolayısıyla hapishanelerdeki tecrit uygulamasına son verilmelidir.

Hapishanelerde beslenme, havalandırma ve spor yapma imkanları iyileştirilerek ve hijyen sağlanarak, mahpusların beden ve ruh sağlıklarının korunmasına yardımcı olunmalıdır.

5275 sayılı kanundaki adli-siyasi ayrımı yapılarak siyasilere daha ağır ve daha fazla infazı düzenleyen hükümler kaldırılmalı, kanun bir bütün olarak, özgürlüğünden yoksun bırakılan ya da hapsedilen kişilerin korunması ile ilgili BM kurallarına uygun hale getirilmelidir.

Bir önceki yasama döneminde TBMM tarafından onaylanan İşkenceye Karşı Sözleşmenin seçmeli protokolü uyarınca 1 yıl içerisinde oluşturulması öngörülen ulusal önleme mekanizmasının sivil toplum kuruluşları ve demokratik kitle örgütlerinden oluşması gerekmektedir. Böylece hapishanelerin etkili bir şekilde denetlenmesi sağlanmalıdır.

Hapishanelerdeki sağlık koşulları düzeltilinceye kadar Adalet Bakanlığı’nın acilen tüm hapishanelerdeki sağlık sorunu olan mahpusları sağlık kontrolünden geçirmesi ve bunların kayıtlarını tutması sağlanmalıdır."

345 MAHPUS SÜRGÜN EDİLDİ

Son yıllarda cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri raporları incelendiğinde en yoğun hak ihlali yaşanan başlıklarından birisinin de zorunlu sevkler; sürgünler olduğunun tespit edildiği raporda, Bingöl Cezaevinde gerçekleşen firar olayından sonra yetkililerin Kürt mahpuslardan intikam alma girişimde bulunarak, mahpuslara karşı tecridin daha da derinleşmesini planladığı, mahpusun onurunu çiğneyerek iradesini teslim almak istediğinin altı çizilerek, şu bilgiler verildi: 

"Cezaevi komisyonumuzun 19.12.2013 verilerine göre 23.09.2013 -19.12.2013 tarihleri arasında; Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Siirt, Diyarbakır, Edirne cezaevlerinden, Tekirdağ Bandırma, Edirne, Silivri cezaevlerine 345 mahpus sevk edilmiştir. Bulundukları cezaevinden sevk edilen mahpusların büyük çoğunluğunun aileleri o bölgede oturmakta olup en yakın mesafe 1648 km dir. Ekonomik durum bakımından aileler için ciddi sorunlar yaşanacağı ve aile ile iletişim tamamen engellendiği gözlemlerimiz arasındadır."

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin, 2 No’lu Genel Raporunda belirttiği görüşünü 2005 yılı Aralık ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaret üzerine 2006 yılında yayınladığı raporunda da yinelediği ifade edilerek, raporun 22. paragrafında, "Aile bağlarının kopmaması için özel çaba gösterilmelidir. Mahpuslar, mümkün olduğu ölçüde ailelerinin ya da yakın akrabalarının bulunduğu yerlerin yakınında bulunan cezaevlerine yerleştirmelidir" denildiği hatırlatıldı.

Raporda, nakillere gerekçe olarak yer sıkıntısının gösterildiği,  bunun geçerli bir sebep olduğu ancak İnfaz Kanununda ‘konumlarına uygun kurumlara nakledilmeleri' maddesinin bulunduğu kaydedilerek, "Yani Batman'dan, Diyarbakır’dan, Mardin’den alınan hükümlü ve tutukluların Türkiye’nin öteki ucu anlamına gelen Edirne, Tekirdağ, Bandırma vb. illerdeki hapishanelere gönderilmesinin konumlarına uygun olmasıyla bir bağlantısı yoktur. Ayrıca sürgün edilen hükümlü ve tutukluların hepsinin siyasi mahpuslar olduğu belirlenmiştir" denildi.

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin kararında, “aile bağlarının kopmaması için özel çaba gösterilmelidir” ibaresinin yer aldığı ve CPT standartlarında “mahpusların dış dünyayla temaslarını makul düzeyde devam ettirmesinin de çok önemli olduğu uyarısının raporda, mahpus aileleri için de, "Her ne kadar mahpusların yaptıklarından ötürü cezaevinde yatmıyorlarsa da 1800 km ötedeki cezaevine gitmek onlar için bir cezadır ve ciddi bir masraftır" denildi.

Raporda, nakillerdeki bir diğer önemli meselenin de hasta mahpusların nakli olduğu kaydedilerek, yolculuk yapması sakıncalı olan ağır hasta mahpusların bile nakledildiği eleştirisi yapılarak, bunun hukuki olmadığına işaret edildi: "İnfaz kanunu 58/2 de nakil sırasında mahpuslara onur kırıcı şekilde yaklaşılmaması ve yolculuğun eziyete çevrilmemesi gerektiği hükmü yer almaktadır. Ancak mahpuslardan gelen şikâyetler personelin bu hükme uymayarak keyfi uygulamalar yaptıkları yönündedir. Mahpuslar taciz hakaret ve tehditlere maruz bırakılmıştır. Oysa CPT’nın 11. Genel raporundan alınan bu pasajda ilişkilerin nasıl olması gerektiği, 'İnsani bir cezaevi sisteminin temel taşı, mahpuslarla ilişkilerinde doğru yaklaşımın ne olması gerektiğini bilen, işini sadece bir görev değil meslek olarak gören, iyi seçilmiş ve eğitilmiş cezaevi personeli olmuştur.  Mahpuslarla olumlu ilişkiler kurmak, bu mesleğin temel özelliği olarak görülmelidir' şeklinde özetlenmiştir."

Davası sonuçlanmamış tutukluların da sevk edilenler arasında olmasının, avukata erişimde sorunlara yol açtığı ve bunun da Avukatların Görevleri Hakkındaki BM Temel İlkelerine aykırı olduğu ifade edildi.

Raporun '2013 yılında cezaevinde çocuk mahpuslar' başlığında ise çocuk mahpusların durumunun daha vahim olduğuna değinilerek, şunlar kaydedildi:

"Cezaevlerinde her gün, her an çocuk mahpuslara işkence yapılmakta ve insan onuruyla bağdaşmayan uygulamalarla, çocuk olmalarından kaynaklanan tüm hakları ihlal edilmektedir. Devletin Pozantı cezaevinde meydana gelmiş ve ortaya çıkmış utanç tablosu karşısında bulduğu yegâne çözüm olan; çocukları Türkiye’nin dört bir yanına dağıtma kararı sorunları çözmediği gibi yenilerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Anne babalarından binlerce kilometre uzakta cezaevlerine kapatılan çocuklar aylarca aileleri ya da dışarıdan herhangi bir insanla görüşememektedirler. Dış dünya ile hiçbir bağlantı kuramamanın getirdiği sorunların yanında bir de yaşamları üzerine kararları cezaevi idaresinin elinde bir çaresizlik içine girmektedirler."

ÇOCUK MAHPUSLARA İŞKENCE

Raporda, İHD'nin Ankara, İzmir, Mardin, Mersin şubelerinin cezaevi komisyonlarından gelen çalışmalardan bazıları şöyle aktarıldı:

"16.09.2013 ve 09.10.2013 tarihlerinde, Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevinde H.E. (17), E.T. (16), K.Ş. (17) ile ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Çocuk mahpuslar; özellikle hastane/mahkeme sevklerinde çıplak arama uygulamasının sıklıkla dayatıldığını; çıplak aramanın uygulandığını; infaz koruma memurlarının ve jandarmaların kötü muameleleri ile karşılaştıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca, koğuşlarda bulunan tuvaletlerin gün boyunca otomatik kapılar ile kilitli olması ve kilidi ancak gardiyanın açması uygulamasının tuvalet ihtiyacının giderilmesini gardiyanın iznine tabi hale getirdiği ve buna ilişkin bir takım onur kırıcı, aşağılayıcı pratiğin geliştiği belirtilmiştir. Haftalık telefon görüşmelerinde tekmil verilmesi şartı ve bunun infaz koruma memurlarının denetimine tabi olmasının, kısıtlı telefon görüşmelerinin gerçekleştirilmesini imkânsız kıldığı ve yine aşağılayıcı bir tutum olarak uygulamanın sürdürüldüğü dile getirilmiştir. Dahası, çocuk mahpusların doğrudan diğer mahpusların önünde yahut görüp/duyulabilecek mesafelerde kaba dayağa, ağır hakaretlere maruz bırakıldığı belirtilmiştir.

Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Ankara Çocuk Ve Gençlik Kapalı Cezaevine 02.12.2013 Tarihli Çocuk Mahpus Sevki Hakkında İHD Ankara ŞB Raporundan “Mardin E Tipi Kapalı Cezaevinde bulunan M.K. ve F.T., sabahın erken saatlerinde – yaklaşık sabah 6 suları- gardiyanların ani oda baskını ile uyandıklarını belirtmektedirler. İnfaz koruma memurları tarafından M.K. ve F.T.’ye ‘’kemik testi’’ için Ankara’ya götürüleceklerini belirtilmiştir. Buna karşın çocuk mahpuslar sevk öncesi cezaevi müdürü ile görüşmek istediklerini belirtmişlerdir. Çocuk mahpuslar, 1-2 saat süren bekleme süreci geçirdiklerini; bu esnada cezaevi personelinin tereddütlü davranışlarından dolayı rahatsızlık duyduklarını; Ankara’ya götürülmeye esas gerekçeyi yahut bir açıklama yapması için cezaevi müdürünü beklerken; normalde 8 kişilik kapasiteye sahip olan; ancak 11 kişi olarak kaldıkları koğuşlarına, çocukların ifadesi ile “neredeyse bütün cezaevi infaz koruma memurlarının” dolduğunu belirtmektedirler. Çocuk mahpuslar, koğuşa giren infaz koruma memurlarının sayım yapmak üzere geldiklerini belirtmelerine rağmen; sayım yapmak yerine, M.K. ve F.T.’yi zorla koğuştan dışarı çıkarmaya çalışmışlardır. Zorla çıkarılmaya direnen M.K. ve F.T.’ye, infaz koruma memurlarının fiziksel şiddet uyguladığı belirtilmektedir. Ayrıca, koğuşta bulunan diğer mahpusların da, şiddet uygulanmasına engel olmak isteyince, aynı kötü muameleye, fiziksel şiddete maruz kaldıkları belirtilmektedir. M.K. ve F.T., uygulanan fiziksel şiddetin boyutunun ağır olduğunu, tek tek bütün mahpus çocukların darp edilerek koğuştan çıkarıldığını ve geride kalan 9 arkadaşlarının ayrı ayrı hücrelere götürüldüklerini, geride kalan 9 arkadaşlarının bugün dahi hücre disiplin cezasında olduklarını düşündüklerini, belirtmektedirler. Bu olaylar esnasında, Cezaevi I. Müdürünün de hazır bulunduğunu; müdürün M.K.’yı M.K.’nın başını demir parmaklıklara vurmak suretiyle darp ettiğini, M.K. belirtmektedir. Ayrıca F.T’ye tokat atan kişilerden birinin Cezaevi İnfaz Savcısı olduğunu sonradan öğrendiklerini F.T. ve M.K. ifade etmektedirler.  Ring aracına bindirilmeden önce M.K., burnunun gardiyanlar tarafından burkulmak suretiyle kendisine çok ağır şiddet uygulandığını ellerinin arkasına sabitlenerek yere yatırıldığını, üzerine gardiyanların çullanarak kendisini darp ettiklerini, zorla soyduklarını ve bu şekilde üst aramasına maruz kaldığını belirtmektedir. Çocuk mahpuslar Mardin’den Ankara’ya ring aracı ile getirildiklerini, yolculuğun 13–14 saat sürdüğünü, yolculuk boyunca her ikisinin de ellerinin arkadan kelepçeli olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca yolculuk boyunca defalarca talep etmelerine rağmen kendilerine hiç yemek ve su verilmediğini, bütün yolculuk boyunca yalnızca bir kez tuvalete götürüldüklerini ifade etmektedirler. 13- 14 saat süren ring aracı ile yolculuk sonrası Ankara’ya getirilen çocuklar öncelikle, kabul etmemelerine rağmen cezaevi infaz koruma memurlarınca ayrı ayrı kamerasız odalara alınarak çıplak aramaya maruz bırakıldıklarını ifade etmektedirler. Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’ne getirildikleri günün ertesi gün olan, 3.12.2013 tarihinde ise; çocuklar, rızaları dışında zorla saçlarının cezaevi görevlilerince asker tıraşı yaptırılarak kesildiğini ve maruz kalmış oldukları bu tür muamelelerin rızalarının dışında olduğunu,  bu tür muamelelerle onurlarının incindiğini ayrıca belirtmektedirler."

Görüşme gerçekleştirilen çocuk mahpuslardan M.K. ve F.T.’nin saçlarının tıraşlı olduğu; kafataslarında yer yer şişlikler bulunduğu; ayrıca M.K.’nin, darp sonrası sürekli ağrıdığını belirttiği bacağını sürüyerek yürüdüğünün İHD heyetince gözlendiği açıklanarak, " M.K. ve F.T.’nin sevk sonrası rızaları dışında saç tıraşına tabi tutulması; kişilerin fiziksel bütünlüğüne yönelen, çocukların yaygın bir şekilde uygulandığını belirttiği çıplak arama insan onurunu zedeleyici, aşağılayıcı bir uygulamadır. Bu uygulamalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 3 üncü madde bağlamında; kötü/onur kırıcı/aşağılayıcı muamele ve işkence niteliğinde değerlendirilmektedir. Özellikle özgürlüğünden yoksun bırakılmış çocuklarla ilgili sözleşmeler ülkemizde çok açıkça çiğnenmektedir" ifadeleri kullanıldı.

Özgürlüğünden yoksun bırakılmış çocukların korunmasına ilişkin Birleşmiş Milletler ve Havana Kuralları'na da raporda yer verilerek, çocuk ceza adaleti sisteminin, çocukların haklarının ve güvenliğinin lehinde davranması ve onların fiziksel ve ruhsal sağlıklarına destek olması gerektiği; bir çocuğun hapsedilmesinin, başvurulacak en son tedbir olduğunun bildirildiği aktarıldı. Çocukların ancak, bu Kurallar ile, Birleşmiş Milletler Çocuk Ceza Adaleti Sisteminin Uygulanması Hakkında Asgarî Standart Kurallar’da (Beijing Kuralları) yer alan ilkelere ve usullere göre özgürlüklerinden yoksun bırakılabileceğine işaret edildiği hatırlatıldı.

'CEZAEVİNDE ENGELLİ OLMAK'

Raporun 'cezaevinde engelli olmak' başlıklı bölümünde de Türkiye’de özellikle 1980 sonrası inşa edilen neredeyse bütün hapishane tiplerinin iki katlı binalar halinde olduğu; bu binalarda koğuşların tek katlı olsa dahi, atölyeler, işlikler, bazı hapishane tiplerinde ziyaret kabinleri, revirlerin üst katlarda yer aldığı belirtildi. Raporda, cezaevlerinin fiziki koşullarına ilişkin şu hususlara dikkat çekildi: "İki kat üzerine inşa edilen bu hapishanelerde gerekli donanım da olmadığından görme engelliler ve ortopedik engelliler koğuşları ve çıkabilirlerse havalandırmalarına hapis durumdadır ve ortak kullanım alanlarının çoğunu kullanamamaktadır. Kaldı ki 2000 sonrası inşa edilen F, L ve T tipi hapishanelerde ise 'oda'ların büyük bölümü iki kat halindedir. Alt kat banyo, lavabo ve masa, sandalyenin bulunduğu yaşam alanı üst kat ise yatakların bulunduğu bölümdür. Bu modelin kendisi engelli mahpusların göz ardı edildiğini göstermektedir. Yine bu hapishanelerde ortak yaşam alanlarının, atölyelerin önemli bir kısmı üst katlardadır. Hapishaneler ve engellilik konusunun bir diğer ayağını ise engelli ziyaretçiler oluşturmaktadır. Çalışma kapsamında kendisine ulaşılan ortopedik engelli iki engelli ziyaretçilerin anlatımları insanlık onuruyla bağdaşmayacak uygulamaların varlığını göstermektedir. Tekerlekli sandalye kullanan bu iki mahpus yakını da hapishaneye giriş sırasında, duyarlı kapıdan geçebilmek için tekerlekli sandalyelerinden indirildiklerini ve duyarlı kapıdan sürünerek geçmek zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir.

Hiçbir güvenlik kaygısı bu ve benzeri uygulamaları haklı çıkaramaz. Bu uygulamayı ortadan kaldıracak tedbirler düşünülmelidir. Bakanlık gerekirse duyarlı kapıdan ötmeden geçebilecek materyallerden yapılmış bir tekerlekli sandalyeyi bu tür durumlarda kullanılmak üzere almalı ve ortopedik engelli ziyaretçiler bu sandalyeyi kullanarak duyarlı kapıdan geçebilmelidir. Hapishane ziyaretleri, görüşülen mahpusların anlatımlarından görülmüştür ki ring araçları engellilerin kullanımına uygun değildir. Ortopedik engelli bir mahpusun her mahkeme ve hastane ziyareti sırasında bu araçları kullanmak zorunda kalması tasavvur edilmesi dahi zor güçlükler yaratmaktadır. Ring araçları engellilerin kullanımına uygun olarak yeniden düzenlenmeli, engelli mahpusların kullanabileceği hale getirilmelidir. Bu gerçekleştirilene kadar, kendilerine eziyet anlamına gelen ringlerin kullanımı yerine mahkeme ve hastaneye ambulanslarla götürmek gibi geçici çözümler düşünülebilmelidir."

'LGBT OLDUKLARINI İSPATLAMAK ZORUNDALAR'

'Cezaevinde LGBT birey olmak' başlıklı bölümde, Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye hapishanelerinde 79 LGBT mahpusun bulunduğu aktarılarak, şu ifadelere yer verildi: 

"LGBT mahpusların hapishanenin kendi özgünlükleri nedeniyle kimliklerini gizleme olasılıkları; lezbiyen, gey ve biseksüel mahpusların kendi beyanları olmadığı sürece kayda geçme imkânının olmadığı göz önüne alınırsa bu sayının gerçeği ifade etmekten uzak olduğu tahmin edilebilir. Ceza ve tevkif evleri Genel Müdürlüğün ifade ettiği 79 sayısı önemli oranda görünür durumda olan trans mahpusları kapsamaktadır. Sağlıklı istatistiki verilere ulaşılabilmesi cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle mahpusların ayrımcılığa uğramadığı ve kendilerini açıkça ortaya koyabilecekleri ortamda mümkündür. 

LGBT mahpuslara ilişkin (CİSST) 23 Ağustos 2013 tarihli ikinci bilgi edinme başvurusunda Bakanlığa, sayıları 79 olarak ifade edilen LGBT mahpusların sadece trans mahpuslardan mı oluştuğu, eğer öyle değilse “lezbiyen, gay, biseksüel, trans kategorilerine göre dağılımı” sorulmuştur. Genel Müdürlük tarafından verilen cevap ise Bakanlığın ve Genel Müdürlüğün bu konuda ne kadar hazırlıksız ve deneyimsiz olduğunun göstergesidir.

Bilgi edinme başvurusu ve yapılan hapishane görüşmeleri sırasında edinilen bilgiler göstermektedir ki LGBT mahpuslar hapishaneye girişte LGBT olduklarını ifade edip (eğer varsa) LGBT’lerin bulunduğu bir koğuşa gitmek isterlerse kendilerinden LGBT olduklarını gösteren, ispatlayan sağlık kurulu raporu isteniyor. LGBT mahpuslar bu sağlık kurulu raporunu almaları için kendilerine heyet raporu verebilecek devlet hastanelerine gönderiliyorlar ve muayeneden geçmek zorunda bırakılıyorlar. Bir insanın kendi kimliğini doktor raporuyla ispatlamak zorunda bırakılması onurunu rencide edici bir uygulamadır. LGBT mahpusların hapishaneye girişte LGBT olduklarını sağlık kurulu raporuyla belgelemek zorunda kalmaları insanlık onurunu rencide edici bir uygulamadır. Bu uygulama kaldırılmalıdır."

TALEPLER

Raporun 'taleplerimiz' başlıklı son bölümünde ise şunlar yer aldı:

"F Tipi Cezaevi ile genelde tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir. Hasta mahpuslar derhal serbest bırakılmalı ya da cezalarının infazları yeniden sağlıklarına kavuşasıya kadar ertelenmelidir. Cezaevlerinde Haklarında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılmalı, açılan kamu görevlilerine, soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir. Tek kişilik izolasyon yada üç kişilik küçük grup tecridine ilişkin rejimler mahpusların fiziksel- psikolojik-sosyal bütünlüklerini bozmaktadır. Bu nedenle tecride dayalı infaz rejimi, uygulayanların inisiyatifine bırakılamaz derhal kaldırılmalıdır. 

Uluslararası standartlar ile yasaklanan zincir, demir gibi kısıtlama araçlarının kullanılması önlenmeli, kısıtlama araçları cezalandırma amacıyla kullanılmamalıdır. Özellikle işkence iddialarında olmak üzere, mahpusların muayeneleri İstanbul Protokolü uyarınca standart adli muayene formu kullanılarak kapsamlı biçimde yapılmalıdır. 

Mahpusların muayeneleri mahremiyete uygun şekilde, yalnız ya da en azından kimsenin duyamayacağı bir ortamda yapılmalıdır. Bu ortamın sağlanamadığı durumlarda, muayene sırasında bulunan kişilerin kimlik bilgileri rapora mutlaka yazılmalıdır. Cezaevi hekimi ve tıbbi personelinin İstanbul Protokolü eğitimi almaları sağlanmalıdır.   Cezaevinde sağlanan tıbbi bakım hizmeti, cezaevi dışındaki olanaklarla eşit hale getirilmelidir.  Mahpusların yeterli düzeyde sağlıklı yaşam koşullarına ve tıbbi bakıma erişimi sağlanmalı; sağlık hizmetleri ve mahpusların hekimle görüşme talepleri gereksiz gecikme olmaksızın karşılanmalıdır.

Disiplin suç ve cezalarında, yasal düzenlemeler ve pratikten kaynaklanan açık hukuka aykırılıklar giderilmelidir. Başvuru ve şikâyetlerin herhangi bir kısıtlama olmaksızın ve derhal gerekli mercilere ulaştırılması sağlanmalıdır.

Adli ve idari mekanizmalar, yapılan başvuru ve şikâyetlerle ilgili etkin soruşturma yürütmelidirler.   Avukatlarla görüşmenin ve yazışmaların mahremiyeti sağlanmalıdır. Resmi kurumlar ve avukatlarla yapılan yazışmaların denetime tabi tutulması engellenmelidir. Aile ve dış dünya aile temas hakkı engellenmemeli, mahpusun yararı gözetilerek

Mekân ve üst aramaları sırasında, aramaya maruz kalan kişilerin onur kırıcı muamelede bulunulmamasına özen gösterilmelidir. Arama prosedürünün bizzat kendisi de aşağılayıcı olmamalıdır. Yemekler, yeterli ölçüde besin değerine sahip ve makul çeşitlilikte olmalıdır. Sağlık sorunu olan mahpuslara hekim kontrolünde özel diyet yemeği verilmelidir. Kantinde satılan ürünler yeterli çeşitlilikte ve fiyatlar cezaevi dışındaki ürünlerle eşit düzeyde olmalıdır.

Cezaevi rejimi, fiziki koşullar ve uygulanan muameleler hakkında etkili bir idari ve yargısal denetim sağlanmalıdır. İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi Seçmeli Protokolü’ne uygun şekilde, “bağımsız” ulusal denetim mekanizmalarının oluşturulması sağlanmalıdır." / anf

Güncelleme Tarihi: 20 Aralık 2013, 14:55
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER