Şırnak'tan Roboski'ye, fişlenmekten fişlemeye...

Devleti demokratikleştirmek iddiasıyla, “Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık yağan yağmurda” diye özgürlük şarkılarıyla yola çıkan bir siyaset adamı için geldiği nokta gerçekten hazin.

Şırnak'tan Roboski'ye, fişlenmekten fişlemeye...
 Hasan CEMAL / T24

Devleti demokratikleştirmek iddiasıyla, “Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık yağan yağmurda” diye özgürlük şarkılarıyla yola çıkan bir siyaset adamı için geldiği nokta gerçekten hazin.

Erdoğan Ankaralılaştı mı, yani devletleşti mi?” diye sormuştum iki sene önce köşemde. Başbakan arayarak “Ankaralılaşmadım, Türkiyelileştim” demişti.  Geçen zamanda yaptıkları Erdoğan’ı doğrulamıyor. Neden mi?

 

Taraf gazetesi geçen cuma günü “Susturamazsınız!” manşetini taşıyan çarpıcı bir kapakla çıktı.

Genel Yayın Yönetmeni Neşe Düzel’in “Aynı yağmurlarda kirleniyorlar” başlığını taşıyan başyazısında şu satırlar vardı:

“Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu ve MİT, hep birlikte Taraf için suç duyurusunda bulunmuş…

Biz bu macerayı daha önce de yaşadık.

Şimdi aynen taklit ettiğiniz askerî vesayet de zamanında Taraf’ı susturabilmek için aynı yöntemleri denedi.

Askerî vesayet için bitişe giden süreç, yalanlarla ve tehditlerle Taraf ’ı susturmaya çalışmasıyla başlamıştı. Bu iktidar da şimdi aynı yoldan yürüyor.

Gerçekleri gizledikleri... Dost göründüklerini sattıkları... İnsanları fişledikleri... Vatandaşlarına karşı suç işledikleri, birer birer ortaya çıktıkça daha fazla tehditkâr ve baskıcı olmaya çabalıyorlar.

Siz, askerî vesayet paşalarının yürüdüğü yollardan yürümeye devam edin.” 

Bir iktidar hikâyesi: Fişlenmekten fişlemeye

Sevgili Neşe Düzel’in haklı tepkisi böyleydi.

Taraf hakkındaki suç duyurularını geçen hafta perşembe günü Kürt Konferansı için bulunduğum Brüksel’de öğrenince akşam vakti şu tweet’i attım:

“Başbakanlık, MİT ve MGK’nın Taraf’a suç duyurusunda bulunmasını protesto ediyorum! Medyanın görevi sır ahbaplığı değildir.”

Evet değildir.

Gazeteci olarak meslek hayatım boyunca siyasal iktidarların özgürlük alanlarımıza yaptıkları o kadar çok saldırıya tanık oldum ki.

Türkiye’de ve dışarıda, gazeteci milleti olarak, devlet sırları gerekçesiyle basın ve ifade özgürlüğünün uğradığı sayısız saldırılarla o kadar çok uğraştık ki.

Şimdi de farklı değil.

Demek ki bazı şeyler değişmiyor.

Değişmesi çok zaman alıyor.

Özgürlüğe açılan yollar ince ve uzun.

Bir zamanlar, “aynı yollarda yürüdük, aynı yağmurlarda ıslandık” diye özgürlük şarkıları söyleyenler, bugün iktidarda özgürlüğün kolunu kanadını kırıyorlar.

Bir zamanlar, örneğin 28 Şubat döneminde, EMASYA çerçevesinde fişlenenler, bugün iktidarda muktedir olunca kendileri ‘fişleme’ye başladılar. (Ali Bayramoğlu; Fişleme, Fişlenme; Yeni Şafak, 6 Aralık 2013)

Bir zamanlar, vatan hainliği kara çalmasını alınlarına en çok yiyenler, bugün iktidarda muktedir olunca, gerçekleri gün ışığına çıkarmaya çalışanlara kara çalmaya, onları vatan hainliği ile suçlamaya başladılar. 

Yankılanan devletlû sesi ve işbirlikçilik

Başbakan Erdoğan, Taraf’la Mehmet Baransu’yu ‘vatan hainliği’yle suçlarken şöyle diyordu:

“Neymiş basın özgürlüğü… Ne basın özgürlüğü ya?.. Sen devletin bu sırrını nasıl ifşa edersin?.. Sevsinler böyle basın özgürlüğünü…”

Bu memlekette özgürlüklerin canına hep böyle bir üslupla okundu. Demokrasinin kolu kanadı hep böyle bir üslupla kırıldı.

Askeri yönetimlerin üslup ve söylemi de böyleydi. Askerle uyum içinde bu memleketi ikinci sınıf, üçüncü sınıf demokrasi ve hukuk devleti koşullarında idare edenler böyleydi.

“Sen devletin bu sırrını nasıl ifşa edersin?.. Sevsinler böyle basın özgürlüğünü!”

Bu sesi, 45 yıllık meslek hayatımda o kadar çok duydum ki.
Bu ses devletlû sesidir.

Çoktan beri Tayyip Erdoğan’ın kendisi dedevletleştiği için böyle ses veriyor.

Bu nedenle, ‘Roboski Katliamı’nın üzerine gitmiyor.

Bu nedenle, Roboski’de devletin savaş uçaklarının korkunç bombardımanında hayatını kaybedenlerden bir özrü bile esirgeyebiliyor.

Bu nedenle, Roboski’de soruşturmayı ‘sivil’den alıp askeri savcılığa veriyor.

Bu nedenle, 1994’te 38 kişinin dört savaş uçağının bombardımanında katledildiği ‘Şırnak Katliamı’yla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi mahkûm eden kararını es geçebiliyor. 

'Rekor tazminat' haberleriyle geçiştirilen Şırnak Katliamı

Oysa bu karar, tüyler ürpertici bir karar.

Hem bu katliamın 1994 yılındaki sorumlusu sivil ve asker kişiler açısından öyle, hem de sonraki süreçte Erdoğan iktidarının işbirlikçi rolü açısından öyle.

Ama medyamız bu kararı, ne yazık ki geçiştirdi. Sadece parasal boyutuyla ele aldı. İnsani ve hukuki boyutunu sorgulamak yerine, AİHM’den rekor tazminat diyerek geçiştirdi Şırnak Katliamı’nı.

Ne yazık!

T24, AİHM kararının üstüne gitti.

Ben iki yazı yazdım.

T24’teki 4 Aralık 2013 tarihli haberinde Hazal Özvarış, AİHM’nin geçen ay çıkan ve Türkiye’yi mahkûm eden kararını didik didik etti.

Şırnak’ta hukuk nasıl katledildi? İşte A’dan Z’ye AİHM kararı” başlığını taşıyan haberinde şu noktaları vurguladı: 

(1) Erdoğan Hükümeti, Hava Kuvvetleri’nin 1994 yılı Mart ayında 38 Kürt köylüsünün katledildiği Şırnak uçuşlarını kanıtlayan belgeleri AİHM’ye vermedi.

(2) Erdoğan Hükümeti daha önceki hükümetlerin yaptığını AİHM’de yaptı, saldırıyı PKK’nın yaptığını savundu.

(3) Erdoğan Hükümeti, Şırnak’ın iki köyünün dört savaş uçağıyla 1994’te bombalanmasıyla birçoğu çocuk toplam 38 kişinin hayatını kaybettiği katliamda sadece 1 kişiye otopsi yapılmış olmasını sorgulamadı.

(4) Katliamdan tam 14 yıl sonra ilk defa bir savcı, 1994’te Şırnak’ın bombalanan köylerine gitmek istedi,  jandarma engelledi, üstelik güvenlik gerekçesiyle...

(5) 1994 yılı Mart ayından 2013 yılı Kasım ayına kadar 19,5 yıl boyunca, sivil makamlar konuyla ilgili olarak tek bir askeri yetkiliyi bile sorgulamadı.

(6) Erdoğan Hükümeti, 18 yıl boyunca inkâr edilen uçuşları teyit eden askeri belgeyi yalanlamadı.    

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararında bu altı noktanın tüm ayrıntıları yer alıyor.

Ama bizde tık yok!

Bugüne kadar medyadan Başbakan Erdoğan'a bu konuda tek bir soru bile sorulmadı.

Bu normal mi?

Hükümetten, gelmiş geçmiş asker ve sivil kişilerden ‘Şırnak katliamı’nın hesabının sorulması gerekmez mi?

Anayasa Mahkemesi’nin Balbay-Haberal kararı, evet, hukukun üstünlüğü açısından hiç kuşkusuz olumlu bir gelişme. (Dün akşam İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Mustafa Balbay'ın serbest bırakılmasına karar verdi. Tutukluluk hali zaten başlıbaşına bir cezaya dönüşmüş olan Mustafa Balbay'la ilgili bu karar, hukuk adına son derece olumşlu bir gelişme).

Peki ya AİHM’nin Şırnak kararı?..

Bu ülkede hukukun nasıl çiğnendiğinin, insan haklarının devlet tarafından nasıl hiçe sayıldığının korkunç bir örneği değil mi?

Neden o zaman ‘rekor tazminat’ deyip geçiştiriyoruz bu insan hakları ve hukuk katliamını?.. 

Erdoğan’ın itirazına rağmen…

Yine Başbakan Erdoğan’a gelince…

Devletleşme yolunda tam gaz gidiyor.

Aklıma geldi.

16 Nisan 2011.

Madrid’deyim, El Clasico, yani Real Madrid-Barcelona maçı için. Sabah cep telefonum çaldı.

Başbakan Erdoğan arıyordu.

O gün Milliyet’te çıkan yazıma takılmıştı.

Erdoğan bürokratlaştı mı, Ankaralılaştı mı, yani devletleşti mi?” diye sormuştum yazımda.

Başbakan Erdoğan’ın, “Ankaralılaşmadım, Türkiyelileştim” yanıtına ertesi gün köşemde yer verirken inandırıcı bulmadığımı da eklemiştim.

Yukarıdaki satırlarım Sayın Başbakan’ın çoktan beri ‘devletleştiği’ni gösteriyor.

Devleti demokratikleştirmek iddiasıyla, “Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık aynı yağmurda” diye özgürlük şarkılarıyla yola çıkan bir siyaset adamı için geldiği nokta gerçekten hazin.

Güncelleme Tarihi: 11 Aralık 2013, 09:01
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER